“Şimdiki zaman veya gelecek yoktur, sadece geçmiş vardır,
şimdi, tekrar ve tekrar vuku bulan.”
EUGENE O’NEILL, A Moon for the Misbegotten
Bizler her an deneyimliyoruz. Bacaklarımızın altındaki sandalyenin verdiği hissi, havalandırma sisteminin uğultusunu, içtiğimiz kahvenin tadını hep deneyimleriz. Bunlar esasen nötr deneyimlerdir ve hayatımızın fonunu oluştururlar. Bu deneyimlerin çoğu, deyim yerindeyse, bize uğrar geçer ve dışarıda bir dünya olduğunu ve orada bir deneyim yaşadığımızı söyleyen duyusal bir veri oluşturur.
Ne var ki bütün deneyimler bu kadar nötr değildir. Bazıları saf duyusal girdileri aşar ve düşünen ve hisseden bir varlık olarak bizim de dâhil olmamızı gerekli kılar. Diyelim ki sokakta beklenmedik bir şekilde bir tanıdığınızla karşılaştınız –nasıl tepki verirsiniz? Adeta kaçınılmaz bir şekilde geçmiş devreye girer. Eğer o kişiyi tanıyorsanız yanından yürüyüp geçmeniz tuhaf ve pek anti sosyal bir davranış olarak görülür.
Bu karşılaşma o kişi hakkında –bunun hemen farkında olmasanız da- kısa bir not da iletecek ve size onu hoş karşılamanızı veya ondan uzak durmanızı söyleyecektir. Aynısı çözmeniz gereken bir sorun için de geçerlidir. Onu çözmek için deneyiminize, herhangi bir eğitime ve uzmanlığa başvurursunuz.
Bunlar belleğin dost olduğu –dünyada yolculuk yapmanıza yardım eden- örneklerdir. Gel gelelim, bellek daha az tutarlı veya net de olabilir. Bazen o gözünüzün kenarıyla şöyle bir gördüğünüz hızlı bir harekete benzer. Bu, tam olarak hatırlanmayan fakat yine de bir enerji yüküne sahip geçmiş olayların ve deneyimlerin belleğidir.
Çoğunlukla bu anılar bir üzüntü, öfke veya korku duygusuyla bağlantılıdır. Bu duygu bulanık veya eksik olabilse de bazen psikosomatik bir tepkiye bile neden olabilir. Mesela uç noktadaki bir deneyimin anıları sanki şimdi gerçekleşiyormuş gibi ellerin terlemesine veya kalbin hızlı hızlı atmasına neden olabilir.
Düşünce Haritanız
Deneyimler ya da onların anısı bize dünyanın tam olarak doğru olmayan bir yorumunu da verir. Bu anıların mantıki bir çerçevesi olsa da bu mantık bir harikalar diyarının –gerçekliğin sadece kendi sınırları içinde anlam ifade ettiği sıkı sıkıya kapalı bir evrenin- mantığıdır. Her deneyim özel bir dünya yaratan bir iz veya kalıntı bırakır ve olayları yorumlamamız için referans noktaları sağlar.
Bu anılar dünya haritamızı -onun işleyişini ve içindeki insanların niteliklerini- oluşturur. Genellikle dünya hakkındaki bu belirsiz duyguları hiçbir zaman açıkça ifade etmeyiz. Haritamız bizim için gerçek olsa da onun dayandığı anılar birkaç nedenle gerçek değildir:
- Bir anı asla bir olayın doğru bir temsilcisi değil, daha ziyade onun duygusal özütüdür –geride bıraktığı duyumsama veya histir.
- Anı doğru değildir, çünkü en başta deneyimin kendisi doğru değildi. Kendi bakış açımıza göre, her deneyimin merkezinde biz yer alırız. Bütünü deneyimleyemeyiz, zira duyusal varlıklar olarak bizler bütün değiliz.
- Önceki deneyimlerimiz ile uzay ve zamanda belli bir noktadaki durumumuz bizi sınırlar. Eğer safi algılayan bir varlık olsaydık bir deneyime dair bir anımız bile olmazdı. Fakat bizler sadece görecek, duyacak veya dokunacak kadar basit varlıklar değiliz –onun yerine, hatalı ve eksik bir belleğin filtresinden bakarak yorumlarız.
Ben sizinle etkileşime girdiğim zaman, sizin bakış açınızı ancak bu deneyimimize zemin hazırlayan olayların karmaşık etkileşimini görebildiğim oranda anlayabilirim. Yaşamın ağını, beni rol oynadığım bir şeyin gerçekleştiği bu ana getiren, sonu gelmeyen neden-sonuç döngüsünü göremem.
Bir nedenin bir sonuç yarattığı bir anı belirlemeye çalıştıkça,
çok geçmeden sonsuz bir geriye gidiş halinde olduğunuzu,
kavramaya çalıştığınız o anı önceki olaylardan oluşan
sonu gelmeyen bir zincirin mümkün kıldığını keşfedeceksiniz.
Her zaman şimdiki ana bir etki yapan
mevcut deneyiminizden önce gelen bir şey vardır.
Bu yarı şekillenmiş, belirsiz anılar düşünce olarak ifade edilmezler; bunlar duygudur, tanımlanmamış bir histir. Bu duygular sizin haritanızı –dünyayı gördüğünüz ve deneyiminize renk verdiğiniz bir filtreyi- yaratır.
Bu filtre deneyimin, şimdiki zamanda tepki verme şeklinizi ve dünyayı nasıl gördüğünüzü belirleyen özetidir. Şimdiki zamanda geçmişteki bir olayı hatırlatan bir durumla her karşı karşıya gelişinizde o sahneye çıkar. Bu sizin asılsız hikâyenizdir ve size layık olmadığınızı veya başarısız veya öfkeli olduğunuzu söyler.
Bu filtre hayatınızdaki hemen her alana nüfuz eder. Hayatın zor olduğunu, insanların nankör olduğunu veya eşinizin sizi anlamadığını hissedebilirsiniz. Bu düşünceler ve buna benzer hemen her soyut düşüncenin dayanağı, kısmen anlaşılan bir deneyimin anısının son parıltısı olan duygulardan daha somut bir şey değildir. Bu duygular açık olmayabilir fakat dünyanızın rengini değiştirir ve dolayısıyla o da düşüncelerinizin, inançlarınızın ve tavırlarınızın bir yansıması haline gelir.
Mükemmel bir Zen hikâyesi bu durumu gayet güzel anlatıyor. Bir yolcu bir kasabaya doğru giderken yolun kenarında oturan yaşlı bir adam görmüş. “İlerideki kasabanın insanları nasıldır?” diye sormuş yaşlı adama.
“Senin geldiğin kasabadaki insanlar nasıldı?” diye yanıt vermiş yaşlı adam.
“Ah, çok soğuk ve ilgisizdiler. Onun için oradan ayrıldım.”
“Korkarım bu kasabadaki insanların da aynı olduğunu göreceksin” demiş yaşlı adam.
Birkaç saat sonra bir başka yolcu geçerken yaşlı adama aynı soruyu sormuş.
“Şuradaki kasabanın insanları nasıldır?” diye sormuş.
Yaşlı adam yine aynı yanıtı vermiş, “Önceki kasabadakiler nasıldı?” Yolcu ona oradaki insanların sıcak, dost canlısı ve yardımsever olduğunu söylemiş.
“Bu kasabadakiler de aynı öyle” demiş yaşlı adam.
Duygular ve Mega-Duygular
Bir şey sizi tetiklediği zaman duygu ve düşünceleriniz belirgin hale gelir. Bu bir sözcük, bir hareket, bir deyim veya bir durum olabilir fakat uyarıcı ne olursa olsun aniden tepki gösterirsiniz. Veya bu bir patlama, genellikle duruma hiç uygun düşmeyen bir feveran olabilir.
Ayrıca, çeşitli deneyimlerin birikimi olan ve benim mega-duygular diye adlandırdığım bir dizi kavramla yaşarsınız. Bu mega-duygular size somut bir siz ve “orada dışarıda” bir dünya olduğunu söyler. Bununla beraber, önceki bölümde gördüğümüz gibi, “siz”in ve “dışarıdaki” dünyanın sınırları sizin farz ettiğiniz gibi net bir şekilde çizilmemiştir. Kim olduğunuzu, sizin nerede sona erip dışarıdaki dünyanın nerede başladığını gerçekten bilmezsiniz.
Bu düşünceleri, görünüşe göre bizde yaşayan geçmişe daha yakından bakacağımız kitabın ikinci kısmında inceleyeceğiz. Şimdilik, gerçekliğinizi belirleyen ve sınırını çizen, geçmişten-şimdiye doğru bu daimi devinimin bilincinde olmasanız da onun kölesi olduğunuzu bilmeniz yeterlidir.
Yaşlandıkça ve daha çok deneyim biriktirdikçe bu filtre daha da güçlenir. Sonunda, biriken bu geçmiş gerçekliğinizi şekillendirir ve hemen şimdi önünüzde olanlardan daha fazla anlam ve önem kazanır. Düşüncelerinizin, tepkilerinizin ve duygularınızın çoğu geçmişe –sizin geçmişinize- dayansa da yavaş yavaş geçmiş haline gelmeye başladığınızı fark etmezsiniz.
Üç Tip Deneyim
Deneyimler kabaca iyi, kötü ve nötr olarak kategorize edilebilir. En yaygın olanlar nötr –bir enerji izi bırakmayan- deneyimlerdir. Geçmişten gelen ve bir üzüntü, öfke veya korku izi bırakan “kötü” deneyimler genellikle şimdiki anda benzer bir şey ortaya çıktığında pekişir. Sanki bir durumun nasıl vuku bulacağını görüyormuşuz gibi teşhis ederiz ve –eksik ve hatalı bellekten gelen- duygular kendini göstermeye başlar.
İyi deneyimler kendinizi tam ve bütün hissettiğiniz zaman ani bir sevinç ve birlik duygusu –bazı psikologların tanımıyla bir okyanus duygusu- yaratır. Bu deneyimler, bu hissi tekrar yaşamak istediğimiz için, daima bağımlılık yapan davranışların tohumudur. Bu süreci kitabın ikinci kısmında daha yakından inceleyeceğiz.
Biz küçükken, dünya gözümüzün önüne serilirken anın keyfini çıkartırız. Ufacık bir şey bile –toprakta kıvrılan bir solucan, bir karahindiba, gagalayarak yiyecek arayan bir kuş- bizi cezp eder. Eğer çocuğunuz veya torununuz varsa ve yaşları küçükse bunu kendiniz görebilirsiniz.