Selen Servi Kuraldışı Dergi için konuştu

Üsküdar Amerikan Lisesi’nden mezun olduktan sonra Amerika’da, Franklin and Marshall College’da sosyoloji ve tiyatro okudu. Ardından New York Actors Studio Drama School’da oyunculuk üzerine yüksek lisans yaptı.

Bıçak Sırtı’nın Serra’sı olarak girdi hayatımıza. Genel izleyici, o piyano hocasına ve yasak aşkına sinir oldu. Bir grup ise benim gibi çok “gerçek” buldu o kadını. Peşinden Binbir Gece’nin Eda’sı gelince, zihinlere, “kötü karakter”lerle yerleşti Canan Ergüder. Onu televizyondan tanıdık ama tiyatro sahnesinde görülmeye değer çok özel bir oyuncu aynı zamanda. Garajistanbul’da sahnelenen iki oyunda oynuyor; Bomba ve Bayrak…  (Nisan sonuna kadar vaktiniz var kaçırmayın!)

Hikâyenle başlayalım mı?
Hep balerin olmak istiyordum ama sonra vücudum geliştikçe, büyüdükçe dedim ki ben balerin olamam. Yemek yemeyi seviyorum. O kadar fazla dikkat etmek de istemem. Benim için acı bir karardı. Gerçekten seviyordum. Belki o kadar da odaklı olarak sokulmamıştım işin içine. Annemle babam sadece harekete karşı bir yeteneğim olduğunu görüp, baleye göndermişler.

Bugün olsa bu kararı başka türlü alır mıydın?
Hayır, bana verilen vücut bu. Oyuncu olmaktan mutluyum şu an. Seviyorum oyuncu olmayı.

Baleden vazgeçişim “acı bir karar”dı dedin? On iki yaşındaydın ve ailenin içinde olduğu bir karar süreci…
Onlar inanamadı. Bir gün babam beni bale dersinden aldı, eve giderken “Ben baleyi bırakıyorum” dedim. “Neden?” dedi. “İstemiyorum, vücudum uygun değil” dedim.

Seçimlerinde böyle misin hep?
Karar noktasına geldiğim anda evet, o kadar siyah beyaz olabiliyorum. Ama oraya gelene kadar ohoo… Ne badireler, ne tümsekler…

Danışır mısın birilerine?
Danışırım ama yine de kendi bildiğimi okuyorum.

Oyunculuğa nasıl karar verdin?
Üniversitenin ilk yılından sonra, seçmelere katılıp bir oyuna girmiştim. Bu arada bütün bir yıl boyunca, çok acayip bir oyunculuk hocasından bahsedildiğini duyuyordum hep tiyatro öğrencilerinden. “Onu memnun etmek zordur” diye. Filmlerde olur ya gizemli hoca… Öyle bir hocamız vardı. Geoff Pywell.  Benim oyunumu gördükten sonra, telefon açıp, “Oyununu gördüm ve ilgilendim” dedi. Şaşırdım tabii. Zaten içimde vardı ama yavaş davranıyordum, atak değildim. Geoff , “Yaz sonu erken gel, para kazanmanı sağlayacağım. Bir oyunda seni de oynatacağım” dedi. Profesyonel oyuncularla bir oyundu. Kendisi de oynayacaktı. Bana başrolü verdi. Ben uçtum! Çok zevkliydi provalar…

Sonra?
O gece Geoff bana kolunu atıp, bir başkasına, “Ne kadar harika değil mi?” dedi. Arkasında durduğu başka bir öğrencinin ne kadar büyük hayal kırıklığı yaşattığını anlattı. “Eğer ciddi isen arkanda durmaya hazırım” dedi. Ardından bir başka oyunun mülakatları vardı, Geoff’in de seçmelerine yardım ettiği. Bu oyunda (Bloody Poetry) üç kadın rolü vardı. Bunlardan Harriet rolü benim için çok ilgi çekiciydi ama tek sahnesi vardı. Bir monolog… Sonra da hiç görünmüyordu. Ben o rolü istiyordum. Bana en istemediğim rol verildi. Kararın Geoff’den çıktığını öğrendiğimde ona çok sinirlendim! Bana “Anlamıyorsun o rol en zoru, senden başka kimseye bunu oynatamam ama sen oynayabilirsin” dedi.  Çok sinirlenmiştim. Ertesi gün, sabah hâlâ sinirli halimle oturuyorum. Telefon geldi. Oyunculardan biriydi. “Sana acı bir haberim var, otur lütfen” dedi. Geoff ve ailesi ölmüştü. Geoff, karısı, on bir yaşındaki oğulları… Trafik kazası…

Bana çok şey öğretti.

Sosyolojiyi nasıl seçtin?
Konservatuara girsem mi diye düşünmüştüm. Geoff demişti ki -aldığım en önemli derslerden bir tanesi idi bu- “İnanılmaz iyi bir okula girdin. Teknik açıdan kendini her zaman geliştirirsin, yeteneğin var. Ama bilgini en fazla üniversitede enginleştirebilirsin. Oyuncu olarak donanımlı olmanı sağlayacak şey senin eğitimin. Oyunculukta kas geliştirmen gerekecek ve sende o kaslar var.”

İlgi alanıma en yakın gelecek şey psikoloji ve sosyolojiydi. Sosyolojiyi seçmemin tek sebebi, psikolojiden kötü not almamdı! Evet, insanları dinlemeye yeteneğim var ama kavram kısmını anlamıyordum. Çok matematik var işin içinde, kurallar… Tez yazmaya da niyetim yoktu. Ben daha çok hikâyelerle ilgiliydim. Sosyoloji çok uygun geldi. Çok önemli hocalarımız vardı. Tiyatro ile birleştirmek istiyordum ve okulda bu imkânımız vardı. Alanların bir şekilde örtüştüklerini kanıtlayabilirsen buna hak kazanıyordun. Bunu sunduğum dekan onayladı. Sosyoloji ve drama üzerine eğitimimi tamamladım.

Geoff’in dediği oldu mu? Bugün oyunculuğunda iyi ki sosyoloji okudum noktasında mısın?
Tabii ki. Daha geliştirmek de istiyorum. Bazen çok tembelleşiyorum. Özellikle işim olmadığı zaman daha tembel oluyorum. Mesela şu an Türkiye’nin yakın tarihi konusunda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Umarım gerisi de gelir.

Türkiye’ye dönüşün nasıl oldu? Bıçak Sırtı ile mi?
Evet. Şans eseri oldu ama bir anda değil. Amerika’da garsonluk yapıyorum o sırada.  Bir depresif oluyorum bir tekrar savaşmaya karar veriyorum. Seneler geçiyor bu arada. Ben ablama fotoğraflarımı bırakmıştım, reklam sektöründedir o da. Bunları, Ömer Faruk Sorak’a vermiş. Ömer Faruk Sorak tanıdığı birine vermiş. O bir başkasına… Yaklaşık üç sene sonra aradılar. Türkiye’ye gelmeme altı ay vardı. O zaman geldim, aradım, buluştuk. TMC’de Sevilay Hanım beğenmiş beni. Bıçak Sırtı için düşündüklerini söylediler. Sonra “Olmayacak” dendi. Ben de Amerika’ya dönmüştüm o arada. Bende de o kadar çok böyle hikâye var ki ipin ucunu hemen bıraktım. “Üzülmeye gerek yok, değmez, zaten Türkiye’de ne yapacağım?” diye. İki ay sonra, çekimlerden bir hafta önce “Sana Serra’yı teklif ediyoruz, beş gün içinde gelmen gerek” dediler.

Böyle şeyler en umutsuz anlarda gelir ya bazen, öyle bir vazgeçmişliğin var mıydı?
Çok zordu! Evliyim o sırada. Karar vermem zor oldu. Teklif gelmişti sonunda ama beklemediğim bir yerden… Türkiye diye değerlendirmemek saçmalık olacaktı. Kendimi hâlâ garson olarak konumlandırıyordum… Ben ne zaman hayatımı yaşamaya başlayacağım diye düşündüm. O zaman Türkiye ise Türkiye. İşimi yapar dönerim…

Kararlarını sorguladığın bir süreç miydi?
Sorguladığımın bile farkında değildim. Türkiye’ye geldim ve burada yaşama isteği uyandı içimde. Başta kimseye anlatamıyordum. Kendimi çok yalnız hissettim. Eşime, aileme anlatamam… Ben de bilmiyorum o sırada bunun ne demek olduğunu. En yakın arkadaşlarımla paylaştım, onlar yargılamadıkları için. Biliyorsun öyle bir kültürde yaşıyoruz ki hemen sorgulamalar… Peki ne olacak, Amerika ne olacak vs. Bazı insanlar bundan zevk alabiliyor, biraz kötü niyet olduğunu düşünüyorum. O sırada Bıçak Sırtı bitti, ardından Bin Bir Gece teklifi geldi. Bir hafta bile işsiz kalmadım.

Amerika’ya dönecektin halbuki, değil mi?
O teklif de gelince bir anda… Ben ne yapıyorum? Bunu da kabul etmek istiyorum! Benim için oyunculuktan para kazanmak, Türkiye’de olmak, burada olmayı ne kadar özlediğimin farkına varmak…  Bu yükü taşıyamadım. Amerika’ya gittim.  Ama orada mutsuz olduğuma karar verdim. Tabii bir taraftan bir şeyi isteyince diğer taraf dışta kalmaya başlıyor. Çok zorlandım karar verirken. Ama geldim. Bu kez, bir tiyatro oyununda olmak isteğim canlandı. Hatta ablama, “Tiyatroda oynamak istiyorum” diyordum. Tam kafamdan bunlar geçiyordu ki Berkun Oya aradı. O sırada Bayrak’ı yazmıştı. Uzun zamandır da benim oynadığım karakteri arıyormuş. Okumak üzere oyunu aldım, taksi ile dönerken trafikte kırk beş dakikada okuyup Berkun’u aradım: “Ben bunda oynamayı çok çok çok istiyorum” dedim.  Öyle bir şey hissettim ki! Maalesef her işte o olmuyor!

Bu duyguyu, bedeninin neresinde hissettin?
Kalbimde! Ve karnımda… Buradan çekiliyorum. O zaman yapmak zorundayım. Bayrak benim için öyle bir oyun!

Bir yandan da settesin.
Bu oyun için sette de çok emek verdim. Bir oyunda oynadığınız zaman, çekim günlerini ayarlamak dizi ekibi için zorlaşıyor. Ama hiçbir zaman onlara sorun çıkarmadım. Onlara da, “bu oyun benim için çok önemli olacak biliyorum” dedim. Ve Afife Jale aldım!

Bomba’yı da izledim.  Berkun Oya, Garajistanbul, senin oyunculuğun… Bunların toplamının bana verdiği “düzenin dışında olmak” hali…
Berkun Oya bunu anlatan bir cümle kullanıyor çok. “Ben tiyatroda insanların algısını bozmak istiyorum” diyor. Çünkü insanları tiyatroya getirebilmek için algı bozan oyunlara ihtiyacımız var. Bir oyuncu ismiyle değil de Berkun Oya oyunu izliyorum demek… Berkun inanılmaz iyi bir yazar. Böyle yetenekleri sulamak lazım!

Bir oyunun on dakika olması bile başlı başına bir algı kırılması…
Bomba oyunu benim de algımı bozdu. Kafamızda duyduğumuz seslerle konuşmak… Türkçe ifademin buna yetmeyeceğini düşündüm. Korktum. Ama Berkun güvendi.  Berkun’a çok büyük saygı duyuyorum onu asla yarı yolda bırakmam. O yüzden evet dedikten sonra çalışacağım ve yapacağım dedim.

Hayat sana ne ifade ediyor Canan?
Hayat ne ifade ediyor? Ben böyle sorulara hiç cevap veremiyorum. Bilmiyorum. Bazen düşünüyorum; “Bütün bunların ne anlamı var? Neden bir şey yapmak zorundayım? Neden dünyaya geliyoruz?” Ama kafayı yememek için daha fazla sorgulamamak lazım. Bazen de bu dünyaya bir imza atarak gitmiş olmayı istiyorum.

Seni destekleyen, destek aldığın bir felsefen var mı?
Yok. Genelde öyle şeylere takılmıyor kafam.  “Ah bu cümle beni anlatıyor” demiyorum genelde.

Aynılıklar mı zıtlıklar mı?
Zıtlıklar evet. Hayatımda genel olarak zıtlıklar yaşıyorum zaten. Bir gün tamamen pozitif ertesi gün tamamen negatif olabiliyorum. Gelgitlerim çok fazla. Çok büyük çalkantılar yaşayabiliyorum içimde. Bazen çok sıkılıyorum kendimden.  Burçlara inanmam diye başlıyordum eskiden konuşmalarıma. Ama şimdi inanıyorum.  Mesela Ay tarafından yönetiliyor Yengeçler. Gelgitlerimin fazla olması… Bazı şeylerin kontrolümün dışında geliştiğinin farkındayım. Ve kabullenmek en akıllıca olanı. O zaman daha az sorguluyor insan. Ben acayip sorgulayan bir insanım. Bazen yoruyorum kendimi açıkçası.

Çevren yorulur mu bundan?
En yakınımdaki insanı, annemi yorabilirim. Erkek arkadaşımı yorabilirim. Babam beni hem öyle kabul etmiştir hem de bu durumla kendisi yüz yüze kaldığında kabul etmez. “Neden bu kadar duygusal bakıyorsun her şeye” der.

Pişmanlıkların var mı?
Yok. Pişmanlık yaşamayan bir insanım. Kendimle ilgili bunu söyleyebilirim. İnanmıyorum pişmanlıklara… Ben çok geçmişe yönelik yaşamam. Keşke böyle yapsaydım demem. Yapmışım ve bu noktadayım.

Peki yaptıklarınla mı gurur duyarsın olduğunla mı?
İkisi de olabilir. Sonuçta yaptıklarım, olduğumun bir parçası… Samimi yaşarım. Her zaman doğru algılanmıyor ama samimiyimdir.

Canan Ergüder dendiğinde oyunculuğun dışında neyle anılmak istersin?
İnsanlara yardım etmeyi seviyorum. İlgi alanım çocuklar ve kadınlar. Türkiye’de bir sosyal proje yapacaksam kültürü ile biraz daha fazla bağdaşmam gerekir gibi bir his var içimde. İstanbul’da yaşayıp, dışındakini ayrı görmek… Halbuki hepimiz aynı kültürün içindeyiz. Yakındığımız her şey kültür olarak içimizde var. Dolayısıyla her kesimden insanda görüyoruz. O yüzden genel bir şey yapabilmek istiyorum. Kendimi İstanbul kadını olarak çok da soyutlamadan, insanları daha iyi anlayabilirim diye düşünüyorum.

Sosyal sorumlulukta bir ilgi alanım daha var: çevre.  Bu konuda çok fikir var kafamda. Mesela bu şehirdeki araba sayısı! Azalmak zorunda. Çok büyük bir, lüks içinde yaşama özentiliği var bu şehirde. Bunu özenti haline getirmeden yaşamak mümkün! Eminim sen de farkındasın. “Neden bu araba trafikte?” ya da “Neden bu kadar araba trafikte?” Doğru dürüst şehir planlaması yok. Neden apartmanlar böyle? Neden, neden, neden?  İstanbul’da hemen uygulanacak kararlar olsun isterdim. Aile başına tek araba olsun mesela. İkinci arabaya yüklü bir vergi olsun. Bunu da sadece İstanbulu daha yaşanır kılmak için yapılıyor diye anlatmak ve herkesi bu karara ortak etmek.

Bir ara ilgi alanında “şifacılık” olduğunu söylemiştin.
Amerikalı bir tiyatrocunun otobiyografisinde rastlamıştım. Kitap içinde devamlı çıkıyordu bu şifacılık olayı. Kendisini yakından tanıma fırsatım oldu. Etrafına ışık saçan bir kadın o. Tiyatroya öğretmen olarak geliyordu. Engin bir bilgisi vardı. Bu kadından çok şey öğrenirim hissini veren biri. Benim de öyle bir kabiliyetim olabileceğini hissetmiştim. Kimseye de söylediğim bir şey değildi. Sadece isimleri araştırdım. Barbara Brennan bu konuda takip ettiğim isimlerden. Daha az çalkantılı olduğum bir zamanda böyle bir şey yapmak istiyorum. Zamanı var.

Son olarak, çağrışımlar…
Sahne… Işık
Acı… Boşluk
Aşk… Sıcak
Hayat… Dalgalar
Korku… Karnımın düşme hissi
Ölüm… Rahat
Aile… Olması gereken
İnsan… Samimiyet

Share This