Berin Yavuzlar Kuraldışı Dergi için konuştu

“Hayat bir koşu; el ele verdik, koşuyoruz.”

Onlar on yedi yıldır beraber, on dört yıldır evliler. İki çocukları var. Biri ünlü bir oyuncu, Levent Üzümcü; diğeri başarılı bir psikolog Ebru Tuay Üzümcü… Hâlâ beraber gülebilen, birbirlerinin gözlerinin içine bakan, adeta yirmi birinci yüzyıl masal kahramanları onlar. Ne şöhret engelliyor ne de değişen yaşam şartları. Çünkü onca yıl hem kendilerini geliştirmiş, çaba göstermişler hem de ilişkileri içinde Levent ve Ebru olarak var olmayı becermişler. Zaten onlara göre iyi ilişkinin püf noktası da bu.

On yedi yıllık bir beraberliğiniz var ve hâlâ çok özel bir ilişki yaşıyormuşsunuz gibi hissediyor insan, öyle mi?

Levent Üzümcü: Yaşadıklarımız çok nadir yaşanacak şeyler, evet. Ben hep şuna inanırım; doğru düzgün yaşamak çaba isteyen bir şey. Tabii ne ise doğru düzgün yaşamak… Herkese göre değişen “doğru düzgünlükten” bahsediyorum.

Ebru Tuay Üzümcü: Kişinin kendi istediği gibi yaşam kurması diyelim.

Levent Üzümcü: Öyle diyelim, evet. Sen nasıl yaşamak istiyorsan, o yaşantıyı sürdürmek çaba ister. Çaba sarf etmiyorsan, sonunda mutlu da olamazsın. “Hadi, dur bakalım, evlendim, çoluk çocuk sahibi oldum, bu da başıma geldi, hay Allah!” deyip hiçbir çaba sarf etmeyip mutsuz da olabilirsin. Ama “Ya hay Allah, şu yaşıma geldim evlenip, çoluk çocuk sahibi olamadım” deyip, mutsuz da olabilirsin. Mutsuz olmak istiyorsan, olmanın yolu çok. Her türlü hayat seni mutsuz edebilir. Ama mutlu olmak istiyorsan, gideceğin yolu biliyorsan, emek de sarf ediyorsan neden olmasın?

Ebru Tuay Üzümcü: Aslında şunu diyorsun; mutluluk insanın içinde. Dış etkenler tabii ki önemli ama sebep değil.

Levent Üzümcü: Sen mutlu olmayı becerebiliyor musun? Aslında önemli olan nokta o. Bütün her şeyi bir tarafa bırakın; seçtiğiniz meslek, eş, hayatta kendinize biçtiğiniz bütün her şey neyse onun için bir çaba sarf etmiyorsanız nasıl mutlu olmayı beklersiniz ki?

Bir ilişki içerisinde insanın kendi olarak kalabilmesi ne derece önemli?

Levent: Çok önemli.

Ebru: Çünkü düşünsenize ilişki dediğiniz zaman zaten dakika bir, kendinizle olan ilişki önce. Kendinizi sevmiyorsanız, doğal kabul etmiyorsanız, kusurlarınızla var olmayı beceremiyorsanız, o zaman başka bir yerden hırsınızı almanız lazım.

Yirmi bir yaşında bir erkeğin genelde uzun vadeli bir ilişki yaşamaya meyli olmuyor. Siz on yedi yıl önce hayata nasıl bakıyordunuz?

Levent: Şunu söyleyebilirim; birçok arkadaşım var, evli değiller. Pek çok arkadaşım var çocuk sahibi değiller. Kimisi evlenmek istiyor, olmuyor; kimisi evlenmek istemiyor, çocuk sahibi olmayı hiç istemiyor, kendi gerçeklerini kabul etmiş durumdalar ya da hayatın kendi gerçeklerini kabul etmiş durumdalar ve onun altında biraz da ezilmişlik var. Biz evlendiğimizde ben yirmi dört yaşındaydım. Ondan önce üç yıldır beraberdik zaten. Ben tamam dedim. Kendimi evlenecek olgunluğa gelmiş hissettim. Sizi başkası o olgunluğa gelmiş olarak hissetmeyebilir. Mesela birilerinin çocuğusunuz ya, onlar için hiç büyümüyorsunuz. Birilerinin kuzenlerisiniz, bir şeyisiniz ve onların gözünde hep oradasınız.

Ebru: Babam, “Ya bir askerliğini yapsın hiç değilse” dedi. Onu bile yapmamıştı.

Levent: Böyle bir tercihimiz oldu hayatta ve ben bu tercihimden dolayı hayatımın bir günü bile pişman olduğumu hatırlamıyorum. Bir gün bile “Keşke Ebru’yla evlenmeseydim” demedim kendi kendime.

Tartışmalarda bile mi? Tartışma oluyordur illa ki?

Levent: Hiçbir zaman söylemedim. En kötü, onu en kıracak lafımda bile düşünmedim. Aklıma gelmeyen bir şeyi bir argüman olarak kullanamam tartışma sırasında. Sinirlilik anında söylenmiş sözlerin bir gerçeklik payı vardır ya, çok az bile olsa. Ama hiç “Keşke karşıma çıkmasaydın, keşke başkasıyla evlenseydim” hiç olmadı. Hatta kendisi de bunu çok iyi biliyor. Bunu her zaman söylemişimdir. Pişman olduğum şeyler var hayatta yaptığım. Gerçekten. “Keşke o kedinin üzerine kor atmasaydım, yapıştı yandı kedi” dediğim, çok pişman olduğum şeyler var hayatta ama evlilik ya da Ebru’yla birlikte olmak, hayatı onunla birlikte sırtlanmak, yakınından bile geçmez.

SAYFA-BOLUMU

O zamanlar anlamış mıydınız birbirinizin farkını?

Ebru: Çok gençtik ama ikimizin de hızlı bir yaşamı olmuştu, kız arkadaş – erkek arkadaş anlamında. İlk defa gözümüzü birbirimizde açmadık ki bence bu çok iyi bir şeydi. Birlikte olmaya başladığımız zaman bunun yaşadığımız diğer ilişkilerden daha farklı olduğunu bilecek kadar deneyimimiz vardı. İçimizde kalmadı; “Evet, çok sevdim, çok âşık oldum ama bir tek onu tanıdım” durumu yok yani. O yüzden birbirimizi seçtik biz. Ayrıca biz yüksek enerjide yaşayan insanlarız. İkimizde de o var, bence o yüzden hayatımız keyifli. Macerayı seviyoruz, bir şeyleri beraber yapmayı, uygulamayı da seviyoruz. On dört yıl önce evet gençsin ama üç yıldır flört ediyorsun, okulun bitmiş, işin var. Hani o kadar da temelsiz değil. Ve hadi bu maceraya, bu yolculuğa birlikte devam edelim istiyoruz. Onun için de evlendik, çok da iyi yaptık. Dünyalar güzeli iki çocuğumuz var.

Levent: Evlendiğimde bütün arkadaşlarım şoke oldular. Çünkü herhalde evlenecek son adam bendim onların hayatında. E yani ortalıkta oturup caka satıyorsun, siyasetten konuşuyorsun, şundan bundan konuşuyorsun, anlatıp duruyorsun felsefe, politika… İnsanlar sende bir akıl olduğunu görüyorlar, bir de fikir olduğunu gördüler işte. O sizde varsa oluyor. Ben böyle bir yaşamı her zaman buldum hayatımda. İstediğim bir şeydi benim. Ben aile sahibi olmayı, baba olmayı çok istedim. Umarım isteyen herkes olur. Ama gerçekten isteyip de istemiyor numarası yapmak da çok kötü bir şey. Bu jenerasyonda çok fazla var o. “Olamıyor ve ben de istemiyorum o zaman” falan deyip, “Çocuk mu!” diye burun kıvırıyor, çocukluları aşağılıyorlar. Var öyle insanlar.

Kendinizi geliştiriyor musunuz?

Ebru: Genelde şu oluyor evliliklerde; bir kişi gelişmeye başlıyor, diğeri “Ben şahaneyim böyle, sen git kendini düzelt” diyor. Zaten sorun sende. Ben bunu çok görüyorum. Ne oluyor; bir taraf evet gelişmeye başlıyor. Belki hakikaten geri taraf oydu. Ama şimdi ne oldu? O gelişiyor, geçiyor diğerini. Bu sefer frekanslar gerçekten tutmamaya başlıyor ve aynı dilin konuşulmadığı bir ev olmaya başlıyor, yabancılaşma büyüyor ve insanlar belki yıllarını beraber geçirmişler, çocukları var ama iki yabancı haline dönüşebiliyorlar.

Levent: Bu yine bizim jenerasyonda çok fazla var.

Ebru: Biz Levent’le ikimiz de sürekli gelişmeye bilinçli olarak önem veren insanlarız.

Levent: Mesela Batı kültüründe çok görülen bir şey var. Bebekten hemen sonra ayrılıyorlar. Çünkü doğum ister istemez peşinden zorluklar getiriyor.

Ebru: Türkiye’de de çok olmaya başladı.

Levent: Canım cicim halindeyken çocuk doğuyor, bir dayak yemiş gibi oluyor çift, şak ayrılıyorlar. Düşünsenize doğduktan sonra bir çocuğun yarattığı problemi çözmenin yolu ayrı olmak. Tabii ki insanlar ayrılır. Çok normaldir. Ama bununla baş edemeyip ayrılmak hiç hoş değil.

Ebru: Yüzde yüz demeyeceğim ama genel olarak bir sonraki insan daha iyi bir ilişki getirmiyor. Mutsuzum deyip ayrılıyorsun. Hayır, iki insanın birlikte mutlu nasıl olabiliriz diye gayret sarf etmesi lazım. Çünkü gerçekten gittiğin bir sonraki insan belki üç ay sana yeni gelecek ama dördüncü ay kendini iki sene önceki yerde bulacaksın. Bir önceki ilişkide geldiğin yerde…

Bir sonrakinde daha toleranslı olmuyor muyuz?

Ebru: Tabii ama sorun bir başka kişi bulmakta değil. Sorun senin kendi mutluluğunun yollarını bulmanda ve iki kişinin bir arada bir mutluluk yaratabilmesinde.

Levent: Maalesef muhafazakarlaşıyor Türkiye ve “Bak görücü usulü evlenenler boşanmıyor, anlaşıp evlenenler boşanıyor” gibi şeyler söylüyorlar ve sanki bu doğruymuş gibi bir hava yaratmaya çalışıyorlar.

Ebru: Çok normal…

Levent: Tabii ki çok normal çünkü birbiriyle anlaşarak evlenen insanların çoğunun ekonomik özgürlüğü var. Görücü usulüyle evlenenlerin ekonomik özgürlüğü yok. Kocasının dibinde oturuyor.

Ebru: Görücü usulünde tanımlar var. Araba satın alırken nasıl bakıyorsun; üç yaşında, otuz bin kilometrede diye, onun gibi… Esmer olsun, şu boyda, şu yaşta olsun, aman oğlan muhakkak devlet dairesinde olsun. Bu tanımları koyduğun zaman, uyanlar çiftleşiyor. Orada zaten bir sorun çıkmaz, beklenti o zaten. Ama işin içine iç dünyalar, birey, bireysel farklılıklar, kişinin hedefleri, korkuları, arzuları girdiği zaman; yani iki dünya bir araya geldiği zaman tabii ki kaçınılmaz olarak sorun potansiyeli daha yüksek ama birbirini tanıyarak evlenen çiftlerde gerçek yaşamı özümseme potansiyeli de daha yüksek. Orada değerlerin yaşaması da daha yüksek bir şans. Her şey daha zor ama daha gerçek. Öbüründe daha kolay. Tanımlar belli; karı-koca. Önemli olan Ayşe, Fatma, Hüseyin değil ki.

SAYFA-BOLUMU

Aile ve çocuk terapistisiniz. Mesleğiniz yararlı oluyor mu özel hayatınızda?

Ebru: Ben evde psikolog değilim tabii ki, eş ve anneyim. Fakat anlıyorum sorunuzu, tabii ki yarıyor. Çünkü kendimi sürekli olarak geliştirmek durumunda olduğum bir iş alanı. Sürekli kitap okuyorum, düşünüyorum, yeni bir şeyle karşılaştığım zaman hayatımda deniyorum. Kafa yoruyorum. Şimdi mesela Doğan Cüceloğlu’yla bir kitap yazıyoruz çocuk eğitimi üzerine. Anne babalara yönelik. Kendim yazarken acayip faydalanıyorum. Çünkü Levent’le tartıştığımız, kafa yorduğumuz şeyler hep bu gelişimle alakalı. Dolayısıyla çok faydalanıyorum.

Birbirinizin hangi tarafını seversiniz?

Levent: (Gülüyor) Ben gideyim sen söyle, sen git ben söyleyeyim.

Ebru: Bir kere Levent benim hayatta görüp görebileceğim en iyi kalpli insanlardan biri. Sonsuz bir empati kurabilme gücü olan, yardım etme potansiyeli olan biri. Yardıma ihtiyacı olan biri varsa bakıp geçmez Levent; durur, ilgilenir. Çok iyi kalplidir. Ona inanılmaz derin bir sevgi duyuyorum bu yönüyle ilgili olarak. İkincisi de; biz birlikte çok gelişebilen iki insanız. Bu genelde erkeklerde daha zor olabilen, hele hele bizim kültürümüzde az görülen bir şey. Ben ona çok rahat bir fikir açabilirim. “Düşünelim” der. Kafasına yatmasa bile her şeyi konuşabiliriz. Bir de ben hep şunu söylerim; Levent Üzümcü dışında Türkiye Cumhuriyeti’nde herhalde kimseyle evlenemezdim. Çünkü ben bireyselliğime, kendi özgürlüğüme düşkünüm. Kadın olduğumun bilincindeyim ve ben var olabiliyorum onunla ilişkimde. Beni kısıtlayıp, üzerimde hegemonya kurma durumu asla yok. İkimiz de kendimiz olarak var olabildiğimiz ama tabii ki birlikte daha mutlu olduğumuz bir ilişki içindeyiz.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Levent: Ben asla akılsız bir kadınla yapamazdım. Onun aklını, fikrini, yaşam bilgisini çok severim. Yaşam bir bilgi birikimidir ya. Herkes yaşadıklarından bir şey öğrenebilir; kimisi kullanabilir, kimisi kullanamaz kimisi de hiç öğrenemez. O benim için çok önemli. Ama en önemli şey, hepsinden daha önemli şey şu… Ben hep şeyi düşünmüşümdür: Ondan iyi bir eş olur mu, iyi bir anne olur mu, iyi bir teyze, iyi bir hala olur mu? Sadece o da değil, iyi bir anneanne, babaanne olur mu? Bunların cevabı evet. Herkesin karşısına çıkacak bir şey değil ama bazen insanlar ellerindekini değerlendirmeyi de bilmiyorlar.

Tanınmış bir oyuncuyla beraber olmak nasıl bir şey? Bir kadın olarak sizde tedirginlik yaratıyor mu?

Ebru: İki şey söyleyeceğim. Birincisi tanınmışlıkla ilgili; biz zaten Levent’le çok dışadönük ve sosyal insanlarız. Biz bir yere çıkarız mesela, hemen oradaki bütün esnafla tanışırız. Terziyi ziyaret ederiz, bakkalla muhabbet kurarız ve komşularımızın kapısını çalar, kendimizi tanıtırız. Dolayısıyla biz şimdiye kadar yaşadığımız her mekânda bir tanınmışlık ve tanıma duygusuyla yaşadık. Ekstradan ün gelince çok tuhaf gelmedi. İkincisi, tedirginlik oluyor mu? Ya olmuyor. Gerçekten olmuyor. Çünkü bizim aramızda o kadar özel bir şey var ki. Beraber bir yaşamı paylaşmışız, kurmuşuz. Diğer şeyler; çok güzel kadınlar mesela… Teraziye koyduğumuz zaman; gerçekten bizim birtakım değerlerimiz var ve onlar yaşayan değerler, vitrin değerlerimiz değil onlar bizim. O yüzden hayır, öyle bir endişem gerçekten yok.

Özellikle Avrupa Yakası dönemi sizin evli olmanız çok hayal kırıklığı yaratmıştı insanlarda.

Levent: Anlamıyorum, evli olmasam senin bir şansın mı var? Anlamıyorum neden böyle bakıyorlar…

Ebru: Bu hayal kırıklığına ben de şahit oldum. Bir yılbaşı Türkiye’deki yabancı kadınların kermesine gitmiştik.

Levent: Beni oraya götürdü!

Ebru: Orada inanamadım; Endonezyalı bir grup kadın üzerine saldırdı Levent’in. Hepsi yıllardır burada yaşıyorlar, eşleri Türk filan. Neyse sonra çıktılar, üç tane Rus kız geldi. Ama nasıllar biliyor musunuz…

Levent: Üç değil, beş.

Ebru: Boylu, güzel kızlar… Yanına gittiler, bir tanesi kolunu attı falan; “Yalnız mısın?” dediler.

Levent: (Kahkaha atarak) Ben de korktum, “Hayır, karımlayım” dedim.

Ebru: Bir anlığına içime ilkel duygular oturdu.

Levent: Eyvah Ruslar geliyor!

Ebru: (Gülerek) Ama tabii ki bir anlığına…

Levent: Şaka maka deminkine ek olarak şöyle de bir durum var; ben hani çok ünlüydüm de Ebru benim hayatıma girdi ve ben “Ya acaba benimle ünlü olduğum için mi beraber oluyor” havasında değildim ki. Bakıyorsunuz insanlara görüyorsunuz, bir ünlü birisiyle birlikte. Ne kadar zordur düşünsenize o insan için. Acaba benimle şöhretim ve param için mi birlikte? Çünkü bakıyorsun ki o iki insanın normalde birlikte olma ihtimalleri yok.

Ebru: Olsa bile, o kişi bile bilemeyebilir. Yani ben bundan neden hoşlanıyorum? Hepsi birbirine girer. O karizma, o bilmem ne hepsi.

Çok fazla mutsuz ünlü var. Sonunda anlaşılıyor kimin ne beklediği.

Levent: Bizim öyle bir sorunumuz yok. Biz evlendiğimizde benim bir tane yırtık ayakkabım vardı. Sıkıntılarından bir tanesi de budur insanın. Bizim öyle bir şeyimiz yok. Biz birlikte yoruluyoruz hayatta. Hayat bir koşu; biz de el ele verdik, koşuyoruz.

Ebru: Bir de biz iyi arkadaşız. Scrabble oynamaya bayılırız, puzzle yapmaktan hoşlanırız, ne bileyim, bir yere gideceksem “Yaa sen de gel” yaparız. Yani birlikte olmaktan hakikaten ben keyif alıyorum. Arkadaşlığından da keyif alıyorum Levent’in.

Levent: Ben birlikte olmaktan çok keyif alıyorum. Asıl önemli nokta da bu.

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/on-yedi-yildir-asik-levent-uzumcu-ve-ebru-uzumcu/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/on-yedi-yildir-asik-levent-uzumcu-ve-ebru-uzumcu/" data-text="On Yedi Yıldır Âşık, Levent Üzümcü Ve Ebru Üzümcü" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/on-yedi-yildir-asik-levent-uzumcu-ve-ebru-uzumcu/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>Kendi planlarına göre astronot, babasına göre bilgisayar mühendisi olacaktı.<br /> İkisinin de yakınından bile geçmedi. <a href="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/berinfacebook.jpg"><img loading="lazy" decoding="async" class="alignright size-full wp-image-3426" title="berinfacebook" src="https://dergi.kuraldisi.com/wp-content/uploads/sites/4/2016/05/berinfacebook.jpg" alt="" width="180" height="240" /></a></p> <p>Önce azıcık İspanyol Dili ve Edebiyatı okudu, sonra soluğu Mimar Sinan’da aldı, seramik okudu. O aralar yazmaktan ve okumaktan anladığı çıktı ortaya. Üniversiteyle birlikte çeşitli dergilere çeviri, derleme, editörlük derken önce Discovery Channel, ardından <em>National Geographic</em> dergisinde çalıştı. Sonra soluğu <em>Marie Claire</em>’de aldı. Orada da yazdı, çizdi, bol bol röportaj yaptı, sanat yönetmenliği ve moda editörlüğüne girişti.</p> <p>Bugünlerde serbest gazetecilik yapıyor, bir internet portalını idare ediyor ve ucundan kıyısından sanat yönetmenliğine devam ediyor.</p> <p>&nbsp;</p> <p>berin.yavuzlar@gmail.com</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This