Doğumla ilgili eski kitapları okuduğunuz zaman, doğum hep bir sanat olarak anlatılırdı. Bugünün teknoloji imkanları yoktu. Doktor ve ebelerin tanıları, sadece muayene ve hislere dayanıyordu. Hissetmek önemliydi. Ve sezaryen sadece gerçekten gerekli olduğunda başvurulan bir uygulamaydı.
Ultrason yoktu. Bebeğin pozisyonu elle muayenede anlaşılıyordu. Kardiotokograf denilen bebek kalp atışları ve kasılmalarını yazan monitörü yoktu. Bebek tahta bir alet yardımı ile kulakla dinleniyordu. Kuvözler yoktu. Bebekler ısınması için anne veya yakınının sıcak tenine emanet ediliyordu. Hatta hastaneler yoktu. Kadınlar evin ve sevdiklerinin sıcaklığıyla doğumu karşılıyorlardı.
Her şey daha doğaldı. İnsancıldı. Sıcaktı. Doğumda sevgi her şeyin üstündeydi. Dokunmak vardı.
Anneler doğuma hep hazırdı.
Onlar bebeği için çalışan aktif annelerdi. Doğum onların işiydi. Doğumu başkalarından beklemezlerdi. Anneye saygı vardı. Anneye duyguları ve hissettikleri soruluyordu. Onun yüzüne bakılıyordu. Hareketlerine bakılıyordu. Annenin bu davranışlarından doğumun gidişi hissediliyordu.
Hatta bebeğe saygı vardı.
Bebekler sevgi denizinde doğuyorlardı.
Sarılıp sevgiyle karşılanıyor, hemen anneyle buluşuyorlardı. Kopmayı değil, buluşmayı yaşıyorlardı. Dünyaya ilk adımlarında dokunulmayı, güveni ve sevgiyi hissediyorlardı.
Ama her şey bu kadar da tozpembe değildi. Doğumda işlerin ters gittiği çok anlar vardı. Zor doğumlar vardı, ölen anneler ve bebekler vardı. Hastalıklar vardı. Sakat doğan bebekler vardı.
Teknolojinin gelmesi ile anne ve bebek ölümleri azaldı. İlaçlarla hastalıklar ve kanamalar azaldı. Erken doğan bebek artık ölmedi. Annesi ile bir ömür hayat yaşadı. Teknoloji sayesinde birçok hayat kurtuldu.
Teknoloji geldi ama birçok şeyi de götürdü. Doktorlar artık anneye sırtlarını döndüler. Teknolojik aletler ve müdahaleler onları esir aldı. Dokunmak kalktı. Hissetmek kalktı. Anneye hiç danışılmamaya başlandı. Ne istediği, nasıl bir doğum hayal ettiği sorulmadı.
Anneler tüm kontrolü doktorlara bıraktılar. Bedenlerinin kontrolü artık onlarda değildi. Hatta duyguları bile teknolojiye teslimdi. Makine ne derse oydu. Anneler hislerine güvenmez oldu.
Doğumda risklerin kalkması adına sezaryen oranları inanılmaz rakamlara ulaştı. Nerdeyse bir nesil sezaryenle doğdu. Bunun toplumsal etkileri hiç araştırılmadı.
Bebekler artık yalnız kaldı. Anneleri yerine aletler, hortumlar, yanan-sönen ve ses çıkaran makinelerle bağ kurar oldular. Bebeklerin doğumda her şeyin farkında olduğu, bir birey olduğu unutuldu. Onun ne isteyebileceği sorgulanmadı.
Doğum sanat olmaktan çıktı. Teknolojik bir karar aşamaları zinciri oldu. Doğumlar şemalar ve çizelgelerle yönetilir oldu. Doğumdaki duygular unutuldu.
Şimdi ben doğum sanatını yeniden hatırlamak ve sizlerle paylaşmak için eski kitapları okuyorum. Sanatını en iyi şekilde yapmış ebelerle konuşuyor ve öğreniyorum. Doğum sanatının sırlarını ebelik kitaplarının satır aralarında arıyorum.
Doğum sanatının yeniden konuşulur ve uygulanır olmasını diliyorum.
Doğumlarda teknolojinin anneyi esir almasını değil, ona yol gösterici olmasını diliyorum.
Annelerin kendi bedenlerinin kontrolünü yeniden ele almalarını istiyorum.
Annelerin içlerindeki doğurma gücünü açığa çıkarmalarını istiyorum.
Anneliğin yeniden aktif yaşanmasını hayal ediyorum.
Doğum sanatını ve onun hayatımıza kattıklarını geri istiyorum.