“Özlerim yine de ben toprağımın cansuyunu. Tersine dönse dünya, yağmurlar fışkırsa toprağımdan gökyüzüne. Her damlaya bir yanımı katsam, onlar da ben de bin parça, aksak yaşamın kaynağına. Kavuşsam artık koptuğum o en büyük damlaya,” demiştim son yazdığım yazıda ve gectigimiz akşam az kalsın o büyük damlaya kavuşuyordum…
Kavuşmayı hala istiyorum ama henüz değil…
O akşam gizli buzlanma ve fren olayının birleşmesi sonucu ciddi bir trafik kazası geçirdim, araba perte çıktı ve ben burnum bile kanamadan arabadan çıktım (emniyet kemeri takılıydı).
Benim olduğum şoför koltuğunun önündeki ve yanındaki kısım dışında arabanın her yerinde hasar var. Şans eseri benim değil diğer taraf çarptı ağaç ve direklere. Yolda dalgındım, sinirliydim ve bu nedenle aslında tehlike arz ediyordum, sonra düşününce bunun farkında olduğumu ama diğer düşünce silsileleri arasında bunu çok net algılayamadığımı farkettim. Neyse çok şükür başka bir araca çarpmadan ve ne kendime ne başkasına zarar vermeden bu kazayı atlatmış olmamdan ötürü mutluyum. Öte yandan trafik gibi başkalarının hayatından da sorumlu olduğum bi alanda bu şekilde dikkatsiz ve cahilce hareket etmiş olmaktan ötürü son derece üzüntülüyüm ve kendime çok kızgınım.
Bir süredir özensiz yaşıyordum, yorulduğum ve bıktığım bir dönemdeydim. O akşam da istemediğim bir yere sırf “hayır” diyemediğim için gitmekteydim. O gün tüm aklımda olan şey o gün kar yağdığı, kar lastiğimin olmadığı ve yola çıkmamam gerektiğiydi, hatta bizim semte gelen bir kaç arkadaşı uyarmıştım aman yollar buz diye.
Tüm gün aklımda olan şey kar ve tehlike idi. Sanırım kendi içimde zaten başıma geleceği biliyordum.
Arabayı nasıl özensiz, dikkatsiz, dalgın, orada ama orada değilmişim gibi sürüyorsam, nasıl hayır diyemiyorsam, nasıl ki içten içe bir hınç duyuyorsam hayatımı da bir süredir bi o kadar görev gibi, orda bulunup ama orada olamayarak yaşadığımı farkettim.
Belki hayatın sorumluluğunu almak istemeyişim de vardı sürücülüğümün sorumluluğunu almamamda.
Kaza anı çok ilginç, tehlike anı olduğu için tüm herşeyimle ve her duyumla oradaydım, camların hangi sırada nasıl patladığını, yanımdaki cam da patlayacak mı diye korktuğumu, patlamayınca rahatladığımı, ağaçlara vurdukça çıkan sesi, döndükçe arabanın yönünün ne tarafa doğru çevrildiğini herşeyin farkındaydım, zaman genişledi kocaman oldu, işin tuhafı dingindim, paniklemedim sadece izledim. Hayatı da böyle tüm duyularımla “orada” olarak yaşasam demek ki bir ömre belki 10 ömür sığdırabileceğimi farkettim.
Bir de tuhaf bir teslimiyet vardı içime, belki de içten içe zarar görmeyeceğimi de biliyordum, bir güven hissi vardı izlerken olanları.
Hayatı yaşarken de en kötü anlarımda dahi keşke sakince izleyebilsem ve güvenebilsem ki bir nedeni var herşeyin, teslim edebilsem kendimi.
Bu kaza gibi yaşamdaki diğer kazaları da o zaman rahat atlatır ve yalnızca almam gereken dersime odaklanırdım. Bir de kazadan hemen önce nasıl iç sesim bana tehlikedesin demeye çalışırken ben onu duyamadıysam, hayatımda da o kadar çok şey var ki “gereksiz yere korkuyorsun”, “yapabilirsin”, “hayır bunu istemiyorsun ki sen şunu istiyorsun”, “sana inanıyorum” diyip de bana bir sesini duyuramayan iç sesim, ne kötüdür o ses geçirmez korku duvarı. Çoğu zaman gerçek hayatta da çakılmak gerekmiyor mu o sesi duyabilmek için.
Ne istediğinize dikkat edin gerçekleşebilir deniyor ya, içten içe gerçekten Tanrım ben yoruldum dedim, o da ben senden vazgeçmiyorum, sen de vazgeçme dedi.
Her bir uzvum sağlıklı olduğu ve hayatta olduğum için şükrediyorum, her konuda artık daha sık şükretmeyi aklıma getiriyorum.
Daha almam gereken upuzun yolu gördükçe ve çaba göstermem gereken yığınla konu karşısında yorgundum ama şimdi olaya farklı şekilde bakmayı seçiyorum. Adım adım ilerlediğimi biliyorum, elimden gelenin en iyisini yaptığımı ve istenildiğimi biliyorum. Evren beni istediği için buradayım. Bebeğin ilk adımlarını atarken tutmakla tutmamak arası destek veren bir annenin özenini kendime gösteriyorum.
“Açı doyurduğumda,
hakareti affettiğimde,
düşmanımı sevdiğimde…
bunlar güzel erdemler.
Fakat ya dilencilerin en fakirinin,
suçluların en gaddarının da
kendi içimde olduğunu fark edersem.
Ya şefkatime en muhtaç kişinin sevilmeye
en muhtaç düşmanımın kendim
olduğumu fark edersem ne olacak?” demiş Jung.
Ben şimdi kendime şefkat göstermeyi seçiyorum.
Kendiniz için iyi şeyler düşünün, emniyet kemerini mutlaka takın.