Elimdeki fenerin düğmesine basar basmaz ışık karşı duvarda beliriveriyor.
Hıza bakın, saniyede 300.000 km!
Bu, ulaşılabilecek en büyük hız ve bu hızda maddeler enerji formatına dönüşüyor.
Işık hızıyla 14 milyar yıl gitseniz dahi evren devam ediyor.
Bizim gibi ortalama ömrü 70–80 yıl olan varlıklar için ne büyük mesafeler ve zamanlar bunlar… Aslında, Ortaçağın sonuna kadar evrenin sınırının tüm yıldızların asılı oldukları bir küre olduğu sanılıyordu.
Bu düşünce 16. yüzyılda teleskoplarla yapılan ilk gözlemlerle değişti çünkü çıplak gözle görülemeyen yıldızlar teleskopla görülüyordu ve evrenin derinlemesine uzadığının farkına varıldı.
20. yy. başına kadar gök bilimcilerin en iyi öngörüleri Samanyolu galaksisinin tüm evrenimiz olduğuydu.1924 yılında Andromeda bulutsusu içinde bireysel yıldızların varlığı kanıtlanınca o zamana kadar gaz bulutu sanılan bu oluşumun dev bir yıldız kümesi olduğu anlaşıldı.
O zamandan bu zamana evrende çeşitli biçim ve boylarda milyonlarca galaksi olduğu anlaşıldı. Güneşimiz de Samanyolu galaksisindeki tespit edilebilmiş yaklaşık yüz milyar yıldızdan sadece biri. Güneşten sonra bize en yakın yıldız olan Proksima güneşten 270 bin kez daha uzak.
Andromeda ise galaksimiz Samanyoluna yaklaşık 2 milyon ışık yılı uzaklıktaki en yakın galaksi. (1 ışık yılı yaklaşık 10 trilyon km dir)
Galaksiler de galaksi kümelerini oluşturur ve galaksi kümeleri de süper kümeleri. Bizim de içinde bulunduğumuz süper kümenin genişliği 150 milyon ışık yılı.
Şimdi sıkı durun, elimde bir harita var National Geographic tarafından yayınlanmış… Evrenin gözlemlenebilen yarıçapının yalnızca yüzde birini gösteriyor ve galaksi kümeleri ancak birer nokta şeklinde gösterilebilmiş.
Kafamda canlandırmaya çalışıyorum bu inanılmaz büyüklüğü, trilyonlarca yıldızı, katrilyonlarca olası gezegeni… Sonra Samanyolu galaksisinde milyarlarca yıldızın içinde Güneşimizi görüyorum minik bir nokta olarak, diğer yıldızlarla beraber devinim içinde, yaklaştıkça etrafında dönen 9 gezegenden biri olan Dünyayı görüyorum.
Daha da yaklaştıkça insanlar ve diğer canlılar gözüküyor uzaktan, çok ilginç bir şekilde hiçbir canlının aynısı yok, fiziksel ve düşünsel olarak hepsi eşsiz.
Fakat çoğunluğu evrenin bir parçası olduğunun bilincinde değil, insanlar bollukları paylaşmayı becerememişler, bazıları açlık çekerken bazıları müthiş servetlerine rağmen paylaşmayı reddediyor.
Bazıları ise fark yaratmış, harcında yıldız olduğunun farkında, duygu ve düşünceleriyle büyümüş, ışık saçıyorlar yıldızlar gibi ve bu ışık tüm evrene yayılıyor.
Carl Edward Sagan “Soluk Mavi Nokta” adlı kitabında şöyle diyor Dünya için: “ Sınırları bilinmeyen evrende, galaksiler arasında ve güneş sisteminde dünyamızın yeri, uzaktan soluk mavi nokta olarak dahi fark edilemeyen ve matematiksel bir bütünlük ifade etmeyen bir toz tanesi kadar.“
Dünyaya uzaydan bakınca sınırlar, ırksal ve dinsel ayrımlar ne kadar akıl dışı gözüküyor değil mi?
Biz, bu muazzam evren içinde fiziksel olarak çok küçük olabiliriz, matematiksel bütünlüğümüz de olmayabilir fakat duygu ve düşüncelerimizle o kadar büyük olabiliriz ki fiziksel küçüklüğümüzün hiçbir önemi kalmaz.
İnsanoğlunun yaşam serüveni bu büyük evren içinde bir göz kırpışı kadar kısa.
Var oluşundan itibaren milyarlarca yılda evrenin katrilyonlarca gezegeninde o kadar çok uygarlık gelişip yok olmuş ki..
Ömrümüzün kısalığını idrak edip her bir dakikasını an’da dolu dolu ve coşkuyla yaşamamız gerektiğini anlamamız için ara sıra büyük resme bakmamız gerekiyor herhalde.