Düşünüyordu da aşk acısı denilen kavramdan bir kere geçmişti ama tam geçmişti. O zamanlar onun gözünde ondan başkası yoktu. Hatta ”Ben onsuz yapamam, yaşayamam, başka biriyle olmaz,” diyordu.
Onun için günlerce, haftalarca hatta aylarca ağlamıştı. Bu hali onun kendi kabuğuna çekilip erkeklerden soğumasına neden olmuştu. ”Erkek milleti değil mi, gerçekten seven, gerçekten değer vereni yok bunların içinde,” diyordu. Varsa bile onlarda istisna durumuna düşüyordu.
Kendisini şanssız gördüğü için ”Zaten öyleleri de beni bulmaz,” diyordu.
Halbuki, geçmişte sürekli korktuğu şeyler üzerinde yoğunlaştığı için bu insanı kendi düşünceleriyle çekmişti. Kendisine dönüp baktığında kırılmış bir kalp ve değmeyecek bir insan için boş yere akıtılan gözyaşlarını görüyor ve pişman oluyordu. Nasıl olmuştu da bir yabancının gelip kendi kalbini kırmasına izin vermişti?…
Aşka karşı bu kadar güçsüz müydü?…
Evet güçsüzdü çünkü aşk nehrinden ilk defa geçmişti.
Umutsuzdu, bir başkasına güvenemediği için, tekrar üzüleceğini düşündüğü için kimseye kalbinin kapısını açamıyordu. Taa ki yeni bir umut ışığı doğana kadar.
Sonunda güzel bir ışık çıktı karşısına. Uzun bir aradan sonra kalbinin kapısını büyük bir umutla tekrar araladı. O kaskatı kimsenin dokunamadığı kalbe, o, gelip bütün varlığıyla dokunabilmeyi başarmıştı.
Artık, geçmişe bakıyor ve çoğuna gülüp geçiyordu. Çünkü büyüdü ve olgunlaştı; iyiyi de kötüyü de kendi düşünceleriyle kendisine çektiğinin ve şansı da şanssızlığı da kendisinin yarattığının farkına vardı.
O artık geçmişte takılıp kalanlardan değil ileriye bakıp gülümseyebilen insanlardan. Eğer sizlerin içinde de geçmişe takılıp ilerleyemeyenler varsa bir an önce sizi geçmişten kurtaracak bir ışık bulup o ışık sayesinde geleceğe gülen gözlerle bakın…