Sokakta çocuk sesi duyulmuyor. Körebe, kovalamaca, sek sek, yakar top oynamıyor kimse. Çocuklar nerede oynuyor bilen yok.
Çatık kaşlı yüzlerle mi karşılaştılar o gün yoksa? Oyunlarını yarıda kesip evlerine mi döndüler? O gün mü anneler ve babalar bir daha çocuklarına dışarıda oynama izni vermemek üzere sözleştiler?
Başlarına her an bir olay gelmesinden endişeliydiler. Gazete sayfalarındaki parçalanmış bedenler yeni felaketlerin habercisiyken nasıl içleri rahat edebilirdi. Üstelik bunu çocuklara anlatmak hiç de kolay değildi. Nasıl anlatılabilirdi ki vahşet onlara?
Oyun dendi mi unuturdu kendini çocuk. Kırmızılar tutulur, portakallar soyulup baş uçlarına konur, Ayşe teyzenin bahçesine girilip elmaları alınır, kremalı börekler sütlü çörekler afiyetle yenirdi. Birinin gözleri bağlanır, biri kendiliğinden gözlerini yumar, biri ebe olup kovalarken diğeri hiç yakalanmayacakmış gibi kaçar, biri çizgiye bastığında,diğeri top değdiğinde yanardı.
Aynı anda basıldı internetteki arama tuşuna bir gün.
Zamanın çocukları sanal arkadaşlar,sanal hayvanlar ve sanal bebeklerle oynadı. Onlara masal okunmadı, paylaşmayı tatmadılar, sevgiyi yaşamadılar. Kurulmuş hayaller verildi küçücük ellerine. Yerde sek sek çizgilerini, gökte uçurtma iplerini görmediler. Çocuklar kandırıldı başka bir oyunla.
Klavye kullanmayı öğrenen minicik çocuklar oynayıp eğleniyorlar bilgisayarlarıyla. Zekaları, zihin ve el becerileri geliştiriliyor. Sevimli filler ve köpeklerle dolu rengarenk Comfy ülkesiyle , renkli tuşlara basarak diledikleri karakteri ekrana getirebiliyor, harika müzikler dinleyebiliyor ve etraflarındaki şekiller hakkında eğlenerek bilgi sahibi olabiliyorlar.
Ve her geçen gün daha da tembelleşiyor çocuk. Kapatıyor perdelerini annesine ,babasına ve en acısı kendisine.Gözleri matlaşıyor perde gerisinde.
***
Ah çocuklar! Zıplayan filler görmüşlerdi ama bir şeyi kaçırmışlardı : Onlar ne oyunun bir parçası olmuşlardı ne de oyuncu. Halbuki oyunun kuralları hiç değişmemişti.
Uçurtmanın ipleri teker teker kaydı ellerinden. Çok sürmedi yolculukları.