Rüyamda, kocaman bir evimiz varmış. Deniz kenarında geniş bir bahçenin içindeki bu güzel ev, uzun yıllar önce dedelerimin dedeleri tarafından yapılmış. Babam, annem, kardeşlerim, amcamlarım, halalarım, kuzenlerim, büyük, küçük bu evde bir arada yaşıyormuşuz. Çok kalabalık, oldukça fakir ama birbirine bağlı bir aileymişiz.
Evin lideri olan babam, bizi neredeyse her akşam salona toplayıp konuşma yapıyormuş. Nasıl giyineceğimizden yemeğin tuzuna, temizlik kurallarından uyku saatlerimize her şeyin doğrusunu o biliyor ve bize anlatıyormuş.
Biz bahçedeki çimenlerde neşeyle koşturup, meyve ağaçlarımızın gölgesinde dinlenirken bir gün kötü bir şey olmuş. Bir kız kardeşim okuldan dönerken bazı erkekler ona laf atıp sataşmışlar. Kötü şeyler söylemişler. Kardeşim de kendini savunmuş ve kavga etmişler. Bunu öğrenen babam kardeşimize hepimizin önünde kızıp onu bodruma kilitlemiş. Bunun haksızlık olduğunu söylemeye çalışan aile üyelerini de onun yanına yollamış. Sonra da bu konu hakkında konuşmamızı yasaklamış.
Bir gün yabancı adamlar gelip bahçemizin en güzel köşesini telle çevirmişler. Babam orayı onlara satmış, artık orada onlar koşup oynayacaklarmış. Bize yasakmış. Birkaç gün sonra babam bahçenin başka bir yerine kendine yeni bir ev yapıp oraya taşınmış. İçi bizim fakir evimizde olmayan güzel eşyalarla doluymuş ama bizim girmemiz yasakmış. Sadece babamın çok sevdiği bazı kardeşlerim oraya girebiliyorlarmış. Evet, babam yalnızca bazılarımızı seviyormuş. Bazılarımızaysa hep bağırıyormuş. Bu duruma isyan eden bazı kardeşlerimi babam yine bodruma kilitlemiş.
Bir gün kız ve erkek kardeşlerimle hep beraber bahçede oynarken çok gürültü yapmışız ve kahkahalarımız babamı rahatsız etmiş. O günden sonra erkekler ön bahçede oynarken biz kızlar arka bahçede oynamaya başlamışız. Sonra koşarken çarpıp yaralanmayalım diye babam bütün meyve ağaçlarını kesmiş. Yağmur yağdığında çamur olmasın, biz de kayıp düşmeyelim diye de çimenleri söküp beton dökmüş. Dışarıdan bizi rahatsız etmesinler diye de yüksek duvarlarla çevirmiş.
Beton toprak gibi değilmiş. Düşmekten dizlerimiz hep yara olmuş ve biz de koşup oynamayı bırakmışız. Bahçemizin en güzel köşesinde başkaları oynarken biz dışarıyı görmeden betonda oturup onlara bakıyormuşuz. Meyve ağaçlarımız olmayınca meyve de yokmuş. Pazardan biraz meyve alınsa da çok pahalıymış ve yalnızca babamın evine gidiyormuş.
Hayatın tadı tuzu kalmamış, ev halkı çok mutsuzmuş ama babam mutsuz olduğumuzda bize kızıyormuş. Bunu yüksek sesle söyleyen kardeşlerimi bodruma kilitliyormuş. Daha ne yapsınmış. Her şey güzelmiş. Ona göre biz sorun çıkarmak istiyormuşuz. Oysa biz sadece ağaçlarımızın gölgesinde tüm kardeşler bir arada neşeyle koştuğumuz günleri istiyormuşuz. Bir baba kendi evlatlarına nasıl böyle davranır anlayamıyormuşuz. Bunu hak etmiyormuşuz ve bu sevgisizlik bizi çok mutsuz ediyormuş. Mutsuz olunca birbirimizle daha çok kavga ediyormuşuz. İyice huzursuz, iyice mutsuz oluyormuşuz. Babam bizi barıştırmak yerine azarlıyormuş.
Bazı kardeşlerim, özellikle de çok kitap okuyanlar, evden taşınmışlar. Başka yerlere kaçmışlar. Bazı kardeşlerim ise dayanamayıp kendi canlarına kıymışlar. Ben de şimdi elimde ucu sivri bir kalem banyoda aynanın karşısında olduğuma göre. Bileğimden kanlar aktığına göre… Ben de mi yoksa?
Sıçrayarak uyanıyorum. İstanbul’da yatağımdayım. Ter içinde kalmışım. Yorganı üzerimden atıp kalkıyorum. Bir bardak su içip salona geçiyorum. Tekrar uykuya dalma düşüncesi korkutuyor. Televizyon. İyi fikir. En azından kafamı dağıtır.
Gündüz yayınlanan bir yarışmanın tekrarı var. Olur. Kızlar giyinip yerlerine dizilmişler. Esmer güzeli bir kız en şirin sırıtışıyla jürinin karşısında. İlk jüri üyesi kızın eteğini çok kısa buluyor. Söylediğine göre 60’larda kalmış bu miniler. Günümüzde bu şekilde sokağa çıkıp tacize uğrasaymış, sonra ne olacakmış? Suçu, tahrik olan zavallı adama mı atacakmışız?
Kızcağız eteğini çekiştirirken sunucu gerginleşen ortamı sakinleştirmek için bir espri yapıyor. Yarışmacı tam gülmeye başlamışken bu kez ikinci jüri üyesi söze giriyor. Böyle genç bir hanıma herkesin içinde kahkaha atmak yakışıyor muymuş? Kendine bir çeki düzen versinmiş.
Son jüri üyesi kıza yaşını soruyor. 28. Hmm, yaşı da epey varmış. Evli mi peki? Hayır, bekar. İşte bu olmadı. Bu yaşa gelmişsin, evlenip yuva kuracağına…Tövbe tövbe. Kızım sen bir an önce çok seçici olmadan talibini bulup evlenmeye bak. Bu yaşta seni alan adama minnettar ol ve doğurmaya başla. Toplumda bir yerin, bir sıfatın olsun. Bu yaşta bekar bekar hiç tarz değilsin.
Bir dakika ben bu sesi bir yerden tanıyorum.
Kanalı hemen değiştiriyorum. Haberler. Fakat o da ne. Burada da aynı ses konuşuyor. Hayır konuşmuyor, haykırıyor: Bakınız 14 yaşında bir kız çocuğu babası yaşında tam 26 erkekle kendi rızasıyla beraber oluyor. Bu rezaleti herkes öğreniyor, televizyonlarda haber oluyor. Bu davranışını onaylamadığımız halde biz bu kızcağıza sahip çıkıyoruz. Niyeeeeeee? Çünkü biz, tüm özgürlükler gibi cinsel özgürlüğün de teminatıyız.
Yo bu gerçek olamaz.
Bilmiyorum. Olabilir de. Yok yok, olamaz. Yani tamam biri çıkıp böyle bir şey belki söyleyebilir de… İnsanlar bunu alkışlayabilir mi? Olabilir, aşkın gözü kördür. Hatırlasana sen ne saçmalıklar yapmıştın o çok aşık olduğun zamanlarda. İyi de gözü körse kulağı da mı duymuyor? Hem biz aşka hangi ara geldik. Tecavüz değil miydi konu?
Zap. Bir dizi. Adam bağırıyor. Bu çocuk kimden? Gayrimeşru çocuğunu da al, defol evimden. Benim senin gibi kızım yok. Dan. Dan. Dan. Diğer kanalda başka bir dizi. Üç el kurşun sesi ve yere yığılan adam. Son sözleri: Ben senin babanım yavrum. Katil ve maktul gözyaşları içinde kucaklaşırken kararan ekran. Geç.
Topluca delirmiş olabilir miyiz?
Reklamlar. Üzerinde yerleri süpüren beyaz bir gece kıyafeti ve temizlik eldivenleriyle bir kadın. Mutluluğun sırrını bulmuş: Bakterilerden temizlenmiş bir klozet. Son teknoloji ürünü bilmem ne klozetlerinde kanal olmadığından bakteri de yokmuş. Alsam mı eve bir tane? O kadın kadar mutlu olacaksam eğer.
Bir dakika. Aynı kadın şimdi kırmızı halıda. Ne oluyor? Reklamın devamı mı? Yok aynı kadın değil. Lady Gaga’ymış bu. Oscar töreni bu gece miydi? Geç.
Yemek programı. Bu olur. Bir dakika. Bu aynı zamanda bir yarışma. Beş yarışmacı en güzel çilekli pastayı yapmaya çalışıyorlar. Süper, sakinleşmek için buna ihtiyacım vardı. Yarışmacılar hamurlarını hazırlayıp çileklerini doğrarken sunucu tek tek masaları dolaşıp onlarla şakalaşıyor. Görünüşe bakılırsa o sağdaki teyzenin pek şansı yok. Ben bile görebiliyorum bunu. Arkadaki sakallı ise çok hızlı. Ellerini takip edemiyorum. Doğradığı çileklerden elleri kıpkırmızı. Sunucu yanına gelince ellerini havluya siliyor ama havluyla beraber elleri şimdi daha da kırmızı. Ellerinden düşen kırmızı damlalar yere çarpıp ekrana sıçrıyor. Çilek suyu değil bunlar, kan.
Tanıyorum bu sakallı adamı ben. Özgecan’ın katili bu. Parmaklarından süzülen kan yerde bir göl olmuş. Yerden sıçrayan damlalar birkaç saniye içinde ekranı kıpkırmızıya boyuyor. Sakallı adam ekranın diğer tarafından gözlerimin içine bakıyor.
Kalbim sıkışıyor. Nefes alamıyorum. Boğuluyorum. Galiba öldüm ben. İnsan rüyasında ölemez ki. Mümkün değil bu. Öyleyse? Aman tanrım. Yoksa… yoksa tüm bunlar kötü bir rüya değil mi?
Ne olur bu bir rüya olsun.