İyi günler öncelikle. Sonralıkla bugünkü konumuzu açıklıyorum: Bekleyememek. Lüzumsuzsa… Lüzumsuz beklemek. Lüzumsuzsa bekletme canım kardeşim! Neden bekletiyorsun ki? Neden yani? Bu konuya değinesim var çok fena. Lüzumsuz bekleme nedir? Genel olarak birinin keyfini beklemektir. Senin beklemene gerek olmadığı hâlde senin işini görecek olan kişinin keyfinin henüz gelmemiş olmasıdır.
Bekleme konusundaki takıntım hep bir yerlere yetişme derdimden ya da hedefe kilitlenmiş olmamdan kaynaklıdır büyük-ihtimal-sanki. Ha bir zamanını ayarlayamama durumum var, kronik. Buna da bir başka yazımızda değinirim kısmetse. De herkes mi “yavaş” şehir hayatında? Evet stresliyim, kabul ediyorum. Ancak bir Seferihisar olamadım şu ana kadar. Bisikletle gitmiyor içimdeki hücreler, toplu taşıma için jet kullanıyor. Ha sanırsınız atom karınca gibi oradan oraya tüm işlerimi hızla hallederim. Yok yok tam tersi. Elim ağırdır. Yavaş akar kanım. Ancak iş dış dünyayla ilişkilere gelince bir jetgiller moduna geçesi olur içimdeki hücrelerin. Durum özeti bu şekilde. Tekrar ancak ki ve tekrar belirtmek isterim ki bu, lüzumsuzca bekletildiğim anlarda atağa geçen bir sendrom. Bilim beni incelese mi acaba? Dileğim incelenmeye layık bulunursam o keyfinin gelmesini beklediğimiz arkadaşın ruh hâlinin de benzer şekilde ve öte yandan incelenmesi. Ümit dünyası işte. Hani sabah erken saatte uyanmışım da içim içime sığmıyor gibi bir ümit sarmalı şu an bu bilimin kıyısındaki duruşumun sebep olduğu duygu karmaşası.
Ha bir de market alışverişinde en tahammül edemediğim de tek tartısı olan ve ille o tartıda tarttırılmak zorunda olduğu için beklediğimiz meyve sebze alışverişi! Bana “Süt ve süt ürünlerini sen al Müge” desinler. Amenna! Ya da “Temizlik malzemeleri sende, Müge!” desinler. Başımla beraber. Orada da misal her kasada tartısı olan diğer marketlerimizi örnek alsak? Tamam burada bir keyif gelmesi beklemiyoruz. Ancak hani müşteri dostu bir kafa yapısına kavuşulsa, alan memnun satan memnun olsa daha iyi değil miydi? Aklıma geldi, paylaştım bu son kısmı.
O vakit “İşte hayat yine akıp gidiyor!/ İşte hayat böyledir deniyor/ Zaman her şeyi siliyor!” der, İlhan İrem’i anar ve müsadenizle huzurlarınızdan ayrılırım. Zengin kalkışı oldu bu sefer ama hasta ziyaretinin de kısası makbuldür. Oldu, çok teşekkürler! Bunu saymam, gene yazarım. Bir de burada birbirimize bir söz verelim: Lütfen birbirimizi lüzumsuz bekletmeyelim. Çünkü “işte hayat yine akıp gidiyor!” Öyle değil mi? Oldu, gerçekten çok teşekkürler!