Berin Yavuzlar Kuraldışı Dergi için sordu
Yarışmak, rakibe pusu kurmak değil kendini sınamak ve limitleri zorlamaktır, diyor Semih Saygıner ya da yabancıların deyişiyle “Mr Magic.” Daha önce kimsenin denemediği; imkânsız olduğu düşünülen vuruş teknikleri gerçekleştirdiği için bu lakapla anılan şampiyon bilardocunun belki de en büyük başarısı hiçbir zaman “Bay Sihir”in büyüsüne kapılmamış olması. Hayat ona hiçbir şeyi gümüş tepside vermese de o altın fırsatını görmeyi becermiş gerçek bir şampiyon.
Bilardo bir ne sporu? Hiç bilmeyen birine nasıl anlatırdınız?
Bilardo fizik, matematik, geometri içeren bir zekâ sporudur. Fakat sadece düşünmenin yetmediği, fiziki kondisyon ve kas kontrolü de gerektiren bir spor dalıdır. Bir spor dalıdır ama birçok spor dalında olduğu gibi sadece belirli bir uzuv kullanmazsınız. Bir de bu sporu yaparken “isteka” denilen bir alet kullanılır. Sürekli değişkenleri olan bir dal. Toplar asla aynı pozisyonda durmaz. Dolayısıyla ezbere dayalı bir oyun değildir. Farklı matematiksel hesaplar vardır ve akıl yürütmeniz, algılarınızı sürekli açık tutmanız gerekir. Aynı zamanda da kaslarınızın yardımıyla düşüncelerinizi gerçekleştirmeniz esastır.
Bilardonun sizi en çok etkileyen yönü nedir?
Sınırlı bir alan içerisindeki sonsuzluğu… Bilardoyu geliştirebilirsiniz her zaman.
42 özel vuruş tekniği geliştirmişsiniz. Sonsuzluktan kastınız bu mu?
Evet. Bilardoda karanlık bir nokta vardı kimsenin dokunmadığı. Daha önce kimsenin denemediği, gerçekleşmesinin mümkün olmadığı düşünülen vuruşlar. Ben bunları hayata geçirdim. O yüzden bana “Mr. Magic” (Bay Sihir) adını taktılar.
İlk başladığınızda da aynı özellikten mi etkilenmiştiniz yoksa öğrendikçe, yaşadıkça farklı bir yönünü de gördünüz mü?
O zaman daha çok bir oyun olarak hoşuma gitmişti; ancak daha sonra öğrendikçe o sonsuzluk beni çeken en önemli unsur oldu.
İstekayı elinize almak nasıl bir duygu? 81’den bu yana o duygu değişti mi?
Doğal olarak koşullar değişti ama içimdeki sevgi hâlâ aynı. Sanıyorum o sevgi olmasaydı başarı da istikrar da olmazdı hayatımda. Ben hep sevdiğim şeyin peşinden gittim.
Bilardo oynamanın bedene bir yararı var mı?
Evet, bedene yararları vardır, özellikle eğilip kalkma hareketleri bel kaslarını güçlendirir.
Yarışmak nasıl bir duygu? Hırslı olmayı gerektiriyor mu?
Yarışmak, bir hazırlık döneminin en son aşamasıdır. Kendini sınamak ve limitleri zorlamak bu yarışın en keyifli kısmı diyebilirim. Ama tabii rakibe pusu kurmak değil; ondan daha iyi olmak önemlidir. Bel altına vurmadan onu alt etmek… Ben yarışmalarda ne yapmamam gerektiğini öğreniyor, nerede hata yaptığımı buluyorum daha çok. Kaybettiğim zamanlarda da kendimi hiç kandırmam, ne oldu da kaybettim diye düşünürüm.
Başarı size ne katıyor? Derece alınca kanınız nasıl akıyor?
Bünyede taşımamak lazım kazanılanları, yoksa sıkıntı olur. O anda tabii ki başarmanın verdiği bir haz var fakat aslında o kendi kendinizi teyit etmek gibi bir şey. Ayıptır söylemesi evimde sadece kazandığım kupaların durduğu bir oda var. 350 kupa, 150 madalya… Sonuçta onları bir yere koymalıyım; ama o kadar. Ben günlük hayatımla spor hayatımı ayırmayı biliyorum. Her zaman ayırdım. Günlük hayatta Semih’im ben, bilardocu Semih değil.
En son Kolombiya’da şampiyon oldunuz. Bu işin bir sonu var mı? Her dağcının Everest hayali olduğu gibi, sizin de gerçekleştirmediğiniz bir hayaliniz var mı?
Öyle bir varış noktası yok bu oyunun sonsuzluğunda. O yüzden her gün yeni bir şeylerin peşinden gidebilir, yeni keşifler yapabilirsiniz o kapalı alan içinde. Bu yüzden en başarılı sporcu da olsanız oyunun sonunu getiremezsiniz. Örneğin ben 2004’te yılın oyuncusu seçildim ama bugün çok daha iyi oynuyorum. Geçen süre zarfında ilerledim, zayıf noktalarımı geliştirdim.
Türkiye’de hak ettiğiniz noktada olduğunuza inanıyor musunuz? Sizden başka bilardo oyuncusu bilmiyorum. Bu bir anlamda başardığınızı gösteriyor olabilir mi? Veya popülerlikten başka bir arayışınız mı var?SAYFA-BOLUMU
Popüler kültür diye bir şey var bu ülkede ve maalesef “hak edilen nokta” hep çok popüler olmakla elde edilebilirmiş gibi geliyor insanlara. Ben öyle düşünmüyorum; işimi en iyi şekilde yapmayı, gelişmeyi ve öğrenmeye açık olmayı çok önemsiyorum. Ancak Türkiye’de artık kriterler değişmeye başladı. Adam gibi işini yapan başarılı insanlar yerine, olay yaratan, gündem ile ilgili saçmalayan insanlar fazlaca göz önünde oluyorlar. Yani ne kadar saçmalarsan o kadar popülersin gibi bir durum var artık. Üstelik Türkiye’de bir konuda ünlenmek için o konuda iyi olman da hiç gerekmiyor ve bu durum da bizi her konuda geriye götürüyor. Benim açımdan bakacak olursak, bilardoyu kahve algısından çıkardığıma inanıyorum. 80’lerde bilardoya iyi gözle bakılmazdı ülkemizde. Oysa bugün her şey değişti. 1993’te de Türkiye Bilardo Federasyonu’nu kurduk, Türkiye’de bilardo dünyayla aynı konuma geldi.
Keyif için hâlâ bilardo oynuyor musunuz? Yoksa mesleki deformasyondan nasibinizi siz de aldınız mı?
Evet, yaptığım antrenmanlar esnasında yeni şeyler keşfetmeyi ve kendimi geliştirmeyi seviyorum, bu da benim hâlâ bilardodan keyif almamı sağlıyor. Ama tabii arkadaşlarımla çıkalım, bilardo oynayalım durumu yok. Her iki taraf için de keyifli olmuyor. Boksör düşünün, vurmuyor. E kötü oynuyor rolü mü yapayım? Öyle olunca da kızıyorlar.
Sanırım bilardo çok yüksek konsantrasyon gerektiriyor. Özel hayatınızda sorunlar oldu mu etkileniyor musunuz?
Profesyonel hayatta bu tarz etkileri en aza indirebilmek çok önemli. Bunun için yaptığınız şeye iyi odaklanabilmeniz lazım. Mecbursunuz buna. Tabii ki ben de etkileniyorum bir şeylerden ama yola devam etmek lazım.
Özel hayat demişken, bilardodan öte tutku var mı? Aşk bilardonun önüne geçebilir mi? Arada kaldığınız, anlaşılamadığınız oldu mu?
İkisini ayırabilen ve iki tarafa da gereken önemi, hassasiyeti gösterebilen kişiler böyle sorunlar yaşamaz diye düşünüyorum. Ben meslek hayatımla özel hayatımı ayırarak bugüne kadar ikisini de çok iyi dengeledim diyebilirim. Eve iş getirmem, bilardoya da o konuları götürmem. Çok kolay değil, kabul ediyorum ama kız arkadaşımla yedi yıldır beraberiz ve bunu başardık.
Bilardo tutkunuz sebebiyle yaşadığınız bir kayıp ya da keşke’leriniz var mı?
Yaptıklarından pişman olan ya da “Keşke şöyle olsaydı” diyen biri değilim. Ancak 14 yaşında annemle babamı bir kazada kaybetmenin verdiği bazı psikolojik sorunlar ve hemen arkasından gelen bilardo tutkusu, okul hayatımı çok böldü ve eğitimime devam edemedim. Çocukken sevgi eksikliği duydum, takdir görmedim fakat iyi oynadıkça alkışlandım. Alkışlandıkça bilardo benim için vazgeçilmez bir hal aldı. Yoksa kriminal sorunlar yaşayabilirdim. Beni bilardo kurtardı fakat işte o arada okulu unuttum. Keşke okuyabilseydim. Bu arada bilardo tutkusunun yanında, yıllar süren bir antrenman dönemi ve peşi sıra bugünlere dek uzanan bir profesyonel spor hayatından bahsediyoruz. Yıllarca Avrupa’da oynadığım ligler ve dünyanın çeşitli ülkelerinde katıldığım turnuvalar yüzünden çok seyahat ettim. Hayatımın büyük bir bölümünü, antrenmanlarla seyahatler kaplıyordu. Bu da kendime ayıracağım zamanı kısıtladı ama ben ona rağmen zamanı doğru kullanıp, profesyonel spor hayatımın içine birçok farklı şeyler de katabildim; yani okumadım ama kendimi geliştirmekten de vazgeçmedim.
Ne gibi özverilerde bulundunuz bu noktaya gelmek için?
Başarıya giden yolda hiçbir şeyi özveri olarak görmedim. Bu bir yaşam şeklidir ve öyle kabul etmek zaten insanı başarıya götürür.
Müzik ve oyunculuk hayatınızın neresinde peki? Müzikle uğraşmak size ne veriyor?
Müziği çok seviyorum. Bu bünyeden çıkan duyguyu aktarmak istiyorum, o kadar. Çok çalışıyorum, daha da iyi olacak. Şarkı Söylemek Lazım yarışmasından 4 yıl sonra albüm çıkardım. Bekledim bilhassa. Kendimi yeterli hissetmek istedim. Türk müziği albümüydü. Şimdi bakınca hatalar görüyorum. O zamandan bu zamana çok daha ilerledim. Özellikle de gitarda ama henüz kimseye çalmadım.
Neden? Çok mu mükemmeliyetçisiniz?
Kendimi birilerine çalacak kadar iyi bulmuyorum. Ayrıca hava da atmak istemedim gitar çalarak. Bunu daha çok kendim için yapıyorum.
Nasıl bir albüm var aklınızda?
Albümden çok single da olabilir. Türk sanat müziği söylemeyeceğim kesin. Pop ağırlıklı romantik aşk şarkıları olmasını düşünüyorum.
Son olarak uzun vadede hayattan ne bekliyorsunuz?
Bir şey beklemiyorum, tam tersi hayatın benden beklentileri olduğunu düşünüyorum. Bedel ödeyen, çalışan herkes hasattan payına düşeni alır. Ben aldım, şimdi hayat benden bekliyor.