Masallar…
Küçükken dinlediklerimizin bilinçaltımızı nasıl çorba ettiğini fark ettiklerim… Yine de büyülü dünyasından etkilendiklerim… Sonrasında yakın çevremdeki bazı çocuklara kendi uydurduklarım, daha insancıl, eşitlikçi, ilham verici olmasına özen gösterdiklerim…
Fakat yetişkinler için olan bu yeni formuna aşina değildim ta ki Nazlı Çevik Azazi’yi tanıyana kadar.
Sabancı Müzesi’nde Feyhaman Duran’ın “İki Dünya Arasında” sergisinde bir akşam masal anlatısı olacaktı. Kalktım gittim, iyi ki…
Sahnede uçuşkan kıyafeti, doğallığı, akıştaki hâkimiyeti ile bir kadın bizi Kaf Dağı ile denizin derini arasında bir yolculuğa çıkardı. Etkili ritimler eşliğinde ruhumuzu araladı.
Bu köşede de tanıtmak istedim hem kendisini hem bu işi.
Hayat hikâyesi bana “nerdeeeeen nereye” dedirtti Azazi’nin. Bu da hayalden hayata taşınan diğer yol hikâyeleri gibi etkili.
Sizin de hayalinize ilham olması dileğiyle.
Buyurunuz…
(Önemli not: SEIBA Hikâye anlatıcılığı olarak tanımlıyor. Yine de kullandıkları öğeler ve yarattığı etki itibariyle ben masal demeyi seçiyorum. Siz okuyucuların kafası karışsın istemem. Okurken masal ve hikâye tanımı cebinizde yan yana dursun. Aynı olduğunu varsayın bu söyleşide:)
Masalı kim, kime, neden anlatır?
Bir anlatıcı kendisini dinlemek isteyen bir çift kulak gördü mü ona anlatır. Anlatma ve dinleme edimlerinin gerçekleşmesinde gönüllülük esastır. Gönüller bir olunca masal da muhabbet için bahane oluyor aslında.
Bana kalırsa masal insanların birbirleriyle iletişim kurma aracı. İnsan ruhu, içinde bulunduğu evreni ve kendi iç evrenini anlama serüveninde imgeler yaratmış hep. Bu imgeler zamanlar boyunca simgelere dönüşmüş. Simgeler ise anlatılar üzerinden kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Fikrimce insan masalı; kendini, evreni, insan ilişkilerini, evrenin ve insan ruhunun temel ilkelerini anlamak için anlatıyor. Bu anlama çabası bir anlam arayışı aynı zamanda. İnsan bir anlam varlığıdır. Anlam üretemedikçe bu dünyadaki varlığı çekilmez olabilir. Masallar da hep bir anlama, anlamlandırma güdüsüyle anlatılagelmiş.
Masalın sizin hayatındaki gücünü nasıl fark ettiniz?
Yıllar önce Clarissa Pinkola Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabıyla tanıştım. O zamanlar İstanbul Üniversitesi’nde veteriner hekimlik okuyorum. Okuyorum ama aslında hekimlik yapmak istemediğimi çok iyi biliyorum. Kalbimin derinliklerinden gelen bir ses beni başka bir yere çağırıyordu ama oranın neresi olduğunu o zamanlar bilemiyordum. Bildiğim tek şey sanatla uğraşmak istediğimdi. Beni bu konuda yönlendiren, bana yardımcı olan hiç kimse olmadı. Deneme yanılma yöntemiyle buldum kendi yolumu. Bu yolculuk da tabii en büyük isteğim kendimi, kalbimin çağrısını anlamaktı ve bu çağrıya hayatımda yer açabilmekti. Clarissa Pinkola Estes’in bu kitabı benim için o dönem çok güçlü bir yol gösterici olmuştu. Masalların insan yaşamındaki rehber olabileceği gerçeğini bu kitap sayesinde keşfettim. Kitapla hemhal olduğum o dönem aslında kalbime masal tohumları ekilmiş. Bunu da yıllar sonra fark ettim.
Dönüşüm anınızı hatırlıyor musunuz?
Dönüşüm anımı çok iyi hatırlıyorum. Az önceki sorunun cevabında bahsettiğim o dönem 19-20 yaşlarıma denk düşüyor. O dönem bir yandan fakülteye devam ederken bir yandan da kendimi ifade edecek sanatsal yollar arıyordum. Tiyatro, dans ve yaratıcı drama alanında uzun yıllar eğitimler aldım ve bu alanda çalışmaya başladım. 2007 yılının Eylül ayında Berlin’e gittim. Berlin Sanat Üniversitesi’nde tiyatro pedagojisi masteri yapmak için düşmüştüm yollara. Yetenek sınavlarından geçip 2008 yılında eğitim programına başlayınca aslında yaşamımın daha önce hiç tahmin etmeyeceğim bir yöne doğru evrilmeye başlayacağını hiç bilemezdim. Biz bu eğitimde disiplinler arası çalıştık. Her türlü sanat dalıyla ilgili eğitimler alıyor, öğrendiğimiz bu ifade biçimleri ile çağdaş tiyatro pratikleri yapıyorduk. Bu disiplinlerden birisi de hikâye anlatma sanatıydı. Bir sömestr boyunca her hafta Avrupa’nın farklı şehirlerinden gelen profesyonel anlatıcıları dinledik. Bu süreçte hikâye anlatma sanatına vuruldum. Yıllardır aradığım, ama ne olduğunu tam olarak bilemediğim sanatsal ifade biçimini bulmuştum. Ondan önce oyunculuk yapmıştım. Dans etmiştim. Ama hiçbiri tam olarak kendimi adayacağım bir yol olmamıştı. Anlatma sanatı deneyimlediğim ve öğrendiğim tüm sanatsal disiplinleri kendi çatısında toplayan ve bunları aşan bir yapıya sahipti. Aştığı nokta benim için dinleyen ile aramızdaki duvarın kalkmış olmasıydı. Anlatıcı bir performans sanatçısı olarak direk dinleyicisinin gözlerinin içine bakıyor ve onunla çok samimi bir diyalog kurabiliyordu. Bu beni çok etkiledi ve o günlerde ben de anlatıcı olmak istediğime karar verdim. Bu kararı verince sonrası çorap söküğü gibi geldi diyebilirim J
Kurucusu olduğunuz SEIBA’yı anlatır mısınız?
SEİBA Uluslararası bir Hikâye Anlatıcılığı Merkezi. Türkiye’nin sadece hikâye anlatıcılığı sanatı alanında çalışmalar yürüten ve bunu uluslararası düzeyde yapan ilk ve tek kurumsal yapısı diyebilirim. SEİBA’yı öğrencilerim Ayşe Senem Donatan ve Şeyda Çevik ile birlikte kurduk. İlk fikir 2014 Ekim’inde kalbimize düşmüştü ve birlikte kurduğumuz hayallerle bu fikri geliştirdik. 2015 Ağustos ayından beri de aktif olarak çalışmalar yürütüyoruz. SEİBA hayali sürekli yenilenen, değişen, dönüşen bir yapıya sahip.
Biz SEİBA bünyesinde geleneksel bir sanat olan hikâye anlatıcılığı sanatını yaşadığımız modern dünyada yeniden yorumlamaya çalışıyoruz. Gelenekten bağımızı koparmadan çağın dinamiklerine uygun ve ihtiyaçlarına karşılık gelen anlatı dilini oluşturmaya çalışıyoruz. Bir yandan bunun sanatsal formunu, ifade biçimini ve pedagojik metodolojisini ararken bir yandan da yaptığımız çalışmaların felsefi bir alt yapısını oluşturmaya çalışıyoruz.
Merkezimizde hem çocuklara hem de yetişkinlere yönelik uluslararası eğitim programlarımız ve anlatı etkinliklerimiz mevcut. SEİBA Maya mitolojisinde yaşam ağacı demek. SEİBA Ağacımızın gölgesinde yaş, cins, dil, ırk ayrımı yapmadan tüm insanlarla buluşmaya, birlik olmaya, masalların, mesellerin çatısında hemhal olmaya niyet ederek yürütüyoruz çalışmalarımızı. Biz Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaşı Veli’nin torunlarıyız ve anlattığımız hikâyelerde bu büyük ariflerin birlik sözlerini hatırlamaya ve bu yaşam felsefesini yaymaya niyet ederek çalışıyoruz.
Başkalarının masal ile dönüşümüne eşlik ettiniz mi?
Evet. Yıllardır pedagoji alanında eğitimler alıp veriyordum. 2011 yılında Almanya’da hikâye anlatıcılığı alanında eğitimler vermeye başladım. Türkiye’de de bu alanda ilk eğitimimi 2012 yılında verdim. Özellikle uzun süreli çalışma fırsatı bulduğum öğrencilerimin dönüşümlerine birebir tanıklık ediyorum. Bunların hangisini örnek vereceğimi bilemiyorum. Aslına bakarsınız bu dönüşümler hakkında konuşmak bana mı düşer onu da bilmiyorum. En iyisi sözü öğrencilerime bırakmak. Belki bir gün onlarla da sohbet etme fırsatınız olur, onlar da yaşadıklarını söze döker.
Masalları siz mi yazıyorsunuz?
Hayır. Ben şifahi gelenek ürünlerini anlatıyorum. Sözlü gelenekte ağızdan ağıza, kulaktan kulağa, gönülden gönüle aktarılmış o kadar muhteşem masallar, meseller, hikâyeler var ki onları anlatmak bana yetiyor şimdilik…
Çocukluğumuzda dinlediğimiz masalların en masumu hangisi sizce ya da ürkütücü olanı?
Çocukken masal dinlemedim. Radyo tiyatrosu dinleyerek büyüdüm. Ama çocukluğumda dinlediğim veya okuduğum hikâyelerden ürktüğümü hiç hatırlamıyorum. Bu arada belirtmem gerekir ki ben bir sokak çocuğu gibi saatlerce dışarıda oyun oynardım. Bıkıp usanmadan oyunlar oynardık. Eve sadece yemek yemeye ve uyamaya giderdik. Bu oyunlarda doğa en büyük oyun arkadaşımızdı. Belki de oyun ve doğanın yardımıyla yaşamın içindeki doğal döngüleri ve dönüşümlere tanıklık edip her şeyin akıp gittiğini, değişip dönüştüğünü deneyimliyorduk. Hiçbir şey olduğu yerde kalmıyor. Üzerimde olumsuz anlamda iz bırakan yaşantılar oyun ve toprak sayesinde akıp gitmiş olmalı ki bu sorunun cevabını düşünürken olumsuz bir şey hatırlayamadım.
Anlatıcı olmayı hayal etmiş miydiniz?
Hayır:) Ama o beni hayal etmiş olmalı. Anlatıcılık sanatı pusuda benim Berlin’e gitme kararı almamı bekliyormuş sanki. Ben bambaşka bir şey için yola koyulmuşken, varlığından dahi haberdar olmadığım bu sanat ile karşılaşıp ona vuruldum. Beni kendine âşık etti yani. Bundan dolayı diyorum bence o beni hayal ediyormuş ve istediğini aldı. Kendimi bu yola koşulsuz teslim ettim diyebilirim. Kalbimin en büyük arzusu buymuş. Bunu yıllar sonra anladım. Bir de 2012 yılında babam bana dedemin, yani kendi babasının da bir anlatıcı olduğunu söyledi ilk defa. Dedem düğünlerde davul çalarmış, bir de başka köylere masallar anlatmaya gidermiş. Tuhaftır ki bize hiç masal anlatmadı. Biraz zor ve hüzünlü bir yaşam öyküsü var. Kimileri yaşadığı zorluklardan ve acılardan bal süzerek yaşlanıyor. Benim dedem bunlardan değildi sanırım. Yani o yaşadığı onca acıdan sonra zor bir yaşlı olmuştu. Biz çocuklarla da diyaloğunun pek iyi olduğunu söyleyemem. Dedem o zorlu yaşamında hep tek başına kalmış ve içinde yaşadığı toplum tarafında pek anlaşılmamış ve dışlanmış. O yalnızlığı içinde anlattığı hikâyeler ruhunun kendini ifade aracı olmuş olmalı. İçimdeki güçlü bir ses bana, dedemin hikâyesinde tamamına eremeyen hikâye anlatma sanatının benim yaşamımda tamamlanmak için karşıma çıktığını söylüyor. Bu kendimce uydurduğum bir hikâyede olabilir. Öyle olsa bile, ne önemi var ki. Ben ruhumun derinliklerinde bu sesi duyuyorum ve bu bana hayallerimi gerçekleştirmek için güç veriyor.
Anlatırken, anlattığınızı görüyor, dokunuyor yaşıyor musunuz?
Evet. Ben anlattığım hikâyenin içinde yaşıyorken o da benim içimde yaşıyor. Bu bir diyalog. Hikâye ile anlatıcının, anlatıcı ile dinleyicinin, dinleyici ile hikâyenin arasında sürüp giden bir diyalog; dans etmek gibi. Bir anlatıcı olarak hikâyem ile muhabbetim sağlam olmazsa, onu kendimden bir parçaya dönüştüremezsem, onun dünyasında yaşayamazsam seyirciyi hikâyenin dünyasına götürmem, hikâyeyi de seyirci/dinleyicinin dünyasına getirmem mümkün değil. Yalnız belirtmek isterim ki sürekli bir trans hali yaşamıyorum. Zaten bu mümkün de değil. Anlatırken iki dünya arasında gidip geliyorum. Hikâyenin dünyası, yani hikâyeni zamanı ve mekânı ile içinde bulunduğum zaman ve mekân arasındayım. Bazen sadece hikâyenin dünyasında oluyorum, bazen de oradan kopup dinleyicilerim ile birebir diyaloğa geçiyorum. Dinleyicilerim bana laf atabiliyorlar veya ben onlara laf atıyorum, böylece muhabbet ilerlerken hikâye de her dinleyici kitlesi karşısında yeniden yazılıyor. Yani anlatıcılık hikâyenin dünyası ile kendi yaşadığımız o “an”daki dünya arasında gidip geldiğimiz bir sanat. Bizler bu iki dünya arasında haber taşıyoruz. Tıpkı Yunan mitolojisindeki Hermes gibi.
Hayallerinin önüne engel olarak maddi kaygıyı koyar birçok insan. O yüzden, hayalini hayata geçirmiş herkese soruyorum bu soruyu. Siz para kazanma kaygısı yaşadınız mı? Bunu nasıl aştınız?
Elbette yaşadım. Memur bir babanın kızı olunca kendi hayatımı keşfetme yolculuğumda da hep kendi paramı kazanmak zorunda kaldım. Bunun için hangi işlerde çalışmadım ki? Gelinlerin ellerindeki çiçekleri yaptım, tezgâhtarlık, satış elemanlığı, mutfakta aşçı yardımcılığı, anketörlük, temizlik elemanlığı, çocuk bakıcılığı neler neler yaptım. En son Berlin’de öğrencilik yaparken 4 yıl boyunca garson olarak çalıştım. Yaptığım tüm işleri hep kalbimin derinliklerinde yatan sanat yapma istencimi gerçekleştirmek için yaptım. Onlar benim için hep bir araç oldular. Yeter ki beni mutlu eden şeyi yapayım, onun yanında da gerekirse çok az uyur ekmek paramı çıkartırım diye düşünürdüm hep. Memur bir baba, ev hanımı bir annenin çocuğu olunca kendi kazancını sağlayacak yolları hep buluyorsun. Bir de belirtmek isterim ki Allah’ın sevgili kulu olmalıyım bana hep burs da çıktı. Yani hem burslarla hem de yaptığım işlerle geçimimi kendi kendime sağladım.
Özellikle belirtmek istediğim bir şey var. Ben anlatıcılığı, tiyatro pedagojisini veya dramayı acaba beni geçindirir mi, ona göre yapayım mı yapmayayım mı diye hiç düşünmedim. Sanatla uğraşmayı hep çok sevdim. Bu uğraşlarım bitmesin diye yan işler yaparak geçindim. Ama kalbim hep yaptığım sanatsal işte oldu. 2008’den beri de Hikâye Anlatma Sanatı için atıyor bu kalp. Galiba siz işinizi, aşkla, samimiyetle yapınca bir şekilde yollar da açılıyor ve bir bakmışsınız işinizi yaparken ekmek paranızı kazanır hale geliyorsunuz.
Anlatıcı olmak isteyenler nasıl bir yol izlesin? Sizi ve programlarınızı nereden takip etsinler?
Öncelikle bol bol hikâye anlatıcılarını dinlesinler. Bu yolda dinleme pratiği yapmak çok önemli. Anlatma pratikleri yapmak ve bu sanatın inceliklerini öğrenmek isteyenler de bize sitemizden (www.seibaanlatimerkezi.com) veya facebook adresimizden (www.facebook.com/seibaanlatimerkezi) ulaşıp eğitimlerimize kayıt yaptırabilirler.