Güven Duygusu kitabından
David Richo
Kuraldışı Yayınları
Bağlanma kuramı, ilişkilerimizdeki güven ve güvensizliğin çocukluğumuzla ilişkili olduğunu tanımlar.
Bağlanma kuramı, temelde, güven ve emniyet arayışı içindeki çocukların bakımlarını üstlenen kişilere psikolojik açıdan bağlandığını belirtir.
Psikolojide bağlanma, fiziksel ve duygusal açıdan bir başkasıyla yakınlaşmaya yönelik doğal arzumuzu tanımlamak için kullanılır. Bu, tarafların birbirinin ilgisini çekmesi ve birbirlerine karşılık vermesiyle gerçekleşir. Bağlanma karşımızdakini sahiplenmek veya denetlemek değil; tersine, sorumluluk ve duyarlılık sahibi olmaktır. Saplantılı düşüncelerin ve iç kemiren doyumsuzluğun eşlik ettiği zorlanmış bir bağlanma psikolojik alanda bağımlılığın işaretidir.
Sağlıklı ilişkiler birine can havliyle sarılmak yerine, ilişkiyi nazikçe kavradığımız, kafayı takmadan yüreğimizde taşıyabildiğimiz ve makul bir temasın ardından karşımızdakine bir türlü doyamadığımızı değil de, bundan tatmin olduğumuzu hissettiğimiz zaman gelişir. Sonuçta, muhtaçlıktan kurtulma hissi herhangi bir gereksinimin karşılanmasından daha değerlidir.
Ağlamak, bebeğin ebeveynini gereksinimlerinden haberdar etmek için başvurduğu, doğuştan gelen bir stratejidir. Bu aynı zamanda bebeğin güvenlik duygusunu geliştirmesini sağlayan bir tekniktir. Yaşamı boyunca acısını açıkça dile getirebilme değerinin göstergesidir. Ebeveynlerin tutarlı karşılıkları güvenli bir bağlanmayı isteklendirir. Bu da çocuğun özerkliğini geliştirir. Bunun sonucunda çocuk daha az ağlar ve kendi kendini düzenleme becerilerine daha sık başvurur. Yani kendini avutabilmeyi ve stresli zamanlarda duygularını düzenleyebilmeyi becerir. Özgüvene yol açan budur.
Ne olursa olsun, güvenmeyi öğrenmemiz için sürekli değilse de çoğunlukla hayatımızda uyum gereklidir.
Biz yetişkinliğe doğru ilerledikçe bağlılık göstergeleri de değişir. Örneğin, yürümeye yeni başlayan bir çocuk annesi odadan çıktığında ağlayabilir. Ama aynı durumla karşılaşan dokuz yaşındaki bir çocuk annesinin arkasından “Ne zaman döneceksin?” diye bağırmakla yetinir. Aynı durumdaki bir ergen hiçbir şey demeden, yalnız başına geçirdiği zamanın keyfini çıkartıp, ancak annesi eve tahmin ettiğinden geç bir vakitte dönerse bunun farkına varabilir. Bakıcılarıyla kurdukları ilişkilerde kaygılı olan çocuklar geliş gidişlerle bu kadar kolay baş edemez.
Çocuklar ebeveynlerine üç şekilde bağlanır: Güvenli, kaygılı-çekingen (güvensiz) ve kaygılı-ikircikli ya da dirençli (güvensiz).
İşte size, bağlanmaya yönelik bu çocukluk modellerinin yetişkinlik çağındaki ilişkilerde nasıl boy göstereceğine dair birkaç örnek:
Güvenli bir bağ kurmayı başaran çocuklar yetişkinliklerinde genellikle yüksek bir özsaygıya sahip olurlar. Hem kendileri, hem başkaları hem de ilişkilerine dair iyimser bir bakış açısı geliştirirler. Rahatça yakınlık kurar ve bunu özgürlüklerine karşı bir tehdit olarak algılamazlar. Eşleriyle ilişki kurarken yakınlığı ve mesafeyi dengelemeyi becerirler.
Çocukluklarında kendilerini güvende hissetmiş kişiler istikrarlı olurlar. Bu nitelikleri, yakınlığın iki vazgeçilmezini yerine getirebilmelerini sağlar: Gereksinimlerini belirtebilir ve bunları giderebilecekleri kaynakları başkalarına sorabilirler. Güvenli bir bağ kurmuş olan bu kişiler kendileri gibi istikrarlı ve eşit ölçüde yüksek özgüvene sahip eşlere ilgi duyarlar. Genellikle üstünlük kurma arayışındaki rekabetçi bir egonun değil, eşitliğe saygı gösteren, işbirliğine yatkın bir egonun sesine kulak verirler. Bunun nedeni kendilerine güvenmeleridir. Başkalarına güvenmelerini kolaylaştıran da budur. İlişkilerde, iddialaşarak zafer kazanmaktan ziyade yeni akıllarla odaklanmaya daha yatkınlardır.
Kaygılı-çekingen çocuklar bakıcılarından sürekli güvence, onay ve ilgi görmek isterler. Yetişkinliklerindeyse bunları eşlerinden beklerler. Başkalarına sıkı sıkıya sarılıp aşırı derecede tabi olabilirler. Genelde daha kötümserdirler. Kendilerine kolayca güvenemezler. Başkalarına da zor güvenirler çünkü onların sürekli sevgisini hak etmediklerini düşünürler.
Kaygılı-ikircikli çocukların bağımsızlığı zorlanmış bir bağımsızlıktır. Bu tarzı yetişkinliklerinde de sürdürebilirler. Kendilerinden emin ve başkalarıyla yakın ilişki kurmaya ihtiyaçları yokmuş görüntüsü çizerler. Genellikle asıl duygularını saklarlar. Birisi onları reddederse kendilerini tamamen uzaklaştırırlar. Bu da ilişkideki sorunları çözmeyi imkânsız hale getirir. Eşleri kendilerine sıkı sıkıya tutunacak olursa girdaba kapıldıklarını hissedip derhal alarm durumuna geçerek mesafeli ve saldırgan tutumlar sergilerler.
Bunlara ek olarak, bir de düzensiz kişi kategorisi vardır. Bu kişiler ne kendilerine ne de başkalarına odaklanabilirler. Çünkü bağlanma ve karşılık vermeye yönelik ilk deneyimleri endişe verici ve tuhaftır. Çocukluk döneminde, uzun süre maruz kalınamayacak türden, çaresiz bir korku yaşamış olurlar. Bunun sonucunda kolayca dağılıverirler. Güvenlikte olma duygusunun verdiği direnç ve ağırbaşlılıktan yoksun bulundukları için stresli durumlarla karşılaştıklarında dünyaları kararır.
Güvenli bir bağ kuran çocuklar kolayca sosyalleşip yaşıtlarının gözdesi haline gelebilir. Genellikle empati kurup başkalarını önemseyebilirler. Bağımsız girişimlerde bulunurlar ve keşfetmeye açıktırlar. Birilerine bağımlı değillerdir ama bağlanabilirler. Ne kabadayılık taslamaya ne de kendilerine kabadayılık taslanmasına göz yummaya yatkındırlar. Kabadayılar çoğunlukla kaygılı-çekingen, kurbanlarıysa kaygılı-ikircikli tiplerdir.
Narsis kişilik türü, çekingen bağlılıkla uyuşur. Başkalarına değil, kendine aşırı odaklanma ve kaçma tepkisidir bu. Sınır kişilik bozukluğuysa ikircikli bağlılıkla uyuşur. Bu da kendine değil, başkalarına aşırı odaklanma ve savaşım tepkisidir. Bunalım anlarında çöküntüye uğradığımızda düzensiz bağlılığın felç durumuna düşeriz. Felç durumu kendini parçalanma, kişilik çözülmesi ve donakalma tepkisiyle gösterir.
Güven eksikliği biz henüz bilinçli hale gelmeden epey önce sinir devrelerimize yer etmiştir. Bu nedenle güven korkumuzun “doğruluğu kesin” bir niteliği vardır. Olgunlaştıkça, hem eksikliklerimizin hem de bunların sağlıklı yakınlıklar kurmamızı nasıl kısıtladığının farkına varırız. Böylece iyileşme sorumluluğunu üstlenebiliriz. Odaklanacağımız nokta öç değil, iyileşmektir.
Güven sorunu yaşayan hiç kimsenin bunun sorumlusu olmadığını anlamak hem kendimize hem de başkalarına daha sevecen yaklaşmamızı sağlayabilir. Kimse başına gelenleri isteyerek yaşamadığına göre, herkes sevecen bir anlayışı hak eder. Bu arada, kendimizi geliştirme sorumluluğu hâlâ bize aittir.