Julie yeni 6 yaşına bastı. Öğretmeni gelmemiş. Anaokulunun küçük sınıfına bir ziyaretimde bana eşlik etmesini teklif ediyorum. Okul psikologu olduğumdan, gerçekten de 3 yaşında Benjamin adlı bir çocuğu ziyaret etmem gerekiyor. Müdür birkaç gündür bana bu çocuğu işaret ediyor: Çocuk sabahtan akşama ağlıyor ve konuşmak istemiyor.
Julie’yle beraber Benjamin’i sınıfından almaya gidiyoruz. Gözleri kıpkırmızı, benzi soluk, çok üzgün bir havası var.
Üçümüz birden küçük bir masaya yerleşiyoruz. Benjamin’i bize büyük kederinin sebebini anlatmaya ikna etmek için boşa uğraşıyorum.
Benjamin gözlerini Julie’den ayırmıyor. Julie ona soruyor: “Neden ağlıyorsun? Kötü rüyalar mı görüyorsun?” Benjamin başıyla onaylıyor. Julie bir kâğıt almasını ve “kötü rüyasını” çizmesini teklif ediyor. Benjamin canlı renklerde, kırmızı ve turuncu iki tane korkunç canavar çiziyor. Julie ona “Bak işte, bu iki canavar kâğıtta tutsaklar. Artık çıkamazlar. Ama iyice emin olmak için, sımsıkı kapalı parmaklıklar koy ki (siyah keçeli kalemle) canavarlar oradan hiç çıkamasın” diyor.
Benjamin dediğini yapıyor. Parmaklıkları çizer çizmez, suratında bir gülümseme belirmeye başlıyor. Resimdeki parmaklıklar tamamlandığında Julie devam ediyor: “Gördün mü, canavarlar gerçekten de kâğıtta hapis oldular, artık geceleri gelemezler, kâğıda yapıştılar. Ama daha da huzur bulman için, kâğıdı param parça edeceğim ve çöpe atacağım, böylece geri gelmeyeceklerinden emin olabilirsin.”
O günden sonra, Benjamin’in “canavarları” onu bir daha geceleri rahatsız etmiyorlar. Bu küçük çocuk, bir başka çocuğun varlığında güven buldu.
Artık bir çocuk bana işaret edildiğinde, asla “kötü rüyasını” resmetmesini istemeyi unutmuyorum. İşte bir örnek: Ciddi bir kâbus yaşayan Romain’e, Julie’nin tekniği yardımcı oldu.
Romain 8 yaşında. Ebeveynleri tuhaf bir davranış keşfediyorlar: Sürekli etrafına meydan okuyor ve hayatını tehlikeye sokabilecek riskler alıyor. Sınıfta ise durağan, hayal dünyasında.
“Kötü rüyasına” dair bir resmi şu şekilde anlatıyor: Bu bir kas geliştirme yarışması. Annemi kalabalıkta kaybettim.” Ailesinden bahsediyorum. Bana annesinin “birilerinin bulduğu” bir çocuk olduğunu söylüyor ve başka bir şey demiyor.
Ebeveynlerle buluşuyorum ve çocuğun önünde annenin “terk edilmişliği” konusunu açıyorum. Annesi gülümsüyor: Annesini 20 yaşındayken kaybetmiş, ancak hiçbir zaman terk edilmemiş. Görüşme ilerledikçe 3 yaşındayken büyük bir mağazada annesinin elini bırakınca kaybolduğunu anlatıyor. Genç kadın, oğluna sık sık: “Elimi bırakma, yoksa benim annemi kaybettiğim gibi beni kaybedersin” dediğini anlatıyor. Bu tehdidin karşısında Romain, kendisine büyük ve yenilmez olduğunu kanıtlamak üzere, bu şoku atlatabilecek güçlü bir kişilik oluşturmaya koyulmuş.
Romain’in resmi bir yarışma temsil ediyor. Bu, kendini özdeşleştirdiği en güçlü, ideal adam imgesi; her yeri kaslı, bahtsızlığa karşı savaşabilecek kadar güçlü.
İntihar girişimini andıran davranışların sanki sihirli değnek değmişçesine birden sona ermesi için sadece çocuğa güven vermek yetiyor.
Çocuğun önünde kullandığımız sözcükler sıklıkla bize ihanet ederler.
Gelecek bize, yeni teknolojilerin yardımıyla bu dehşetengiz canavarları sanal olarak hapsetme ve onları yine sanal bir çöp kutusunda yok etme imkânı sunuyor…