Çocuklarımız iç dünyalarında olup bitenleri sürekli davranışlarıyla bize anlatırlar. Bu şifreleri çözmeyi bilmediğimizde, davranışlarının özüne inemeyeceğimizden ihtiyaç duydukları rehberliği ve desteği onlara veremeyiz
Örneğin danışanlarımdan birinin ergenlik çağındaki çocuğu banyo yapmayı reddediyordu. Odası darmadağınıktı; evde geçtiği her yeri de savaş alanına çeviriyordu. Çocuğun davranışlarının altında yatan nedeni göremeyen annesi her gün oğlunu dağınıklığından ötürü azarlıyordu. Sonunda oğlunu cezalandırmaktan başka çaresi kalmadığını düşündü. Önce çocuğun cep telefonuna, sonra bilgisayarına ardından Play Station’ına el koydu. Bunların hiçbiri sonuç vermeyince, evden çıkmama cezası verdi; bu da durumu kötüleştirmekten başka bir işe yaramamıştı; çünkü çocuk, evi eskisinden daha fazla dağıtmaya başlamıştı. Sonunda çileden çıkan anne oğluna tokat atıp “Keşke hiç doğmasaymışsın” diye bağırmıştı. O an durumun kontrolden çıkmaya başladığını hisseden anne, profesyonel yardıma ihtiyaç duyduklarını anlamıştı.
Terapi esnasında anneye hiçbir çocuğun kötü kokmak, pislik içinde yaşamak ve çirkin davranışlar sergilemek istemeyeceğini anlattım. Kendi isteklerimizi onlara zorla yaptırmaya çalışmadan önce küçük çocukları izlerseniz, yaşamlarından ne kadar gurur duyduklarını görebilirsiniz. Yaptıkları basit bir çizimden, kendi elbiselerini giymekten, ayakkabı bağcıklarını bağlamaktan, yeni oyuncaklarından, yeni ayakkabılarından ya da yeni elbiselerinden gurur duyarlar. Kişisel gururunu hiçe sayacak şekilde davranıyorsa bir çocuk, iç dünyası tahammül edemeyeceği kadar bunalımlı bir yer haline gelmiş demektir. İç dünyaları böylesine karardığında, bu duygunun dış dünyalarını da etkilemesi kaçınılmazdır.
Annesi oğlunun davranışının başkaldırı değil, içindeki kaosun dışavurumu olduğunu görmeye başladı. Bu gerçeğin farkına vardığında, oğlunun düşmanı olmak yerine yaşadığı acıyı paylaşan müttefiki oldu. Odasının dağınıklığına odaklanmak yerine, neden düzenli olma isteğini yitirdiğini anlamaya çalıştı.
Anne oğlunun davranışını düzeltmek yerine, onun kendine güvenini kazanmasına yardımcı olmaya konsantre olduğunda, evleri oğlu için yeniden güvenli bir sığınağa dönüşmüştü. Yapmadığı şeyler üzerine dırdır yapmak yerine, anne oğluyla zaman geçirmeye, hatta normalde uzak durduğu bilgisayar oyunlarını onunla oynamaya başlayarak aralarındaki ilişkiyi güçlendirdi. Oğluyla yürüyüşlere çıktı, dışarıda yemek yedi. Yavaş yavaş oğlu kabuğundan çıktı ve kendisini rahatsız eden şeyler üzerinde konuşabilmeye başladı. Terapi sayesinde, geçmişte birbirlerini kırdıkları konuların üzerinde konuşmayı başardılar. Oğlu hislerini paylaşmaya başladıkça, olumsuz tavrı da yumuşadı. Bu süreç bir yıla yayılsa da, sonunda kendisine bakmaya, tam zamanlı bir işte çalışmaya başladı.
Bu yaklaşım, zaman alır. Ancak yüzeysel olmadığından, kalıcı sonuç verir. Güvenli ve sevgi dolu bir ortam yaratarak çocuğun potansiyellerini gerçekleştirmesine konsantre olur; her çocuğun kendi gelişimi için gereken bilgiye doğuştan sahip olduğu gerçeğini onurlandırırız. Ebeveynliğin, çocuğun davranışlarıyla verdiği ipuçlarını çözmeyi içerdiğini biliyor muydunuz?
Bunu söylesem de, çocuklar duygularını anlatmak için mantık ya da entelektüel teoriler kullanmadıklarından davranışlarının altında yatan anlamı çözmenin bir ebeveyn için oldukça zahmetli olabileceğini kabul edenlerin de başında geliyorum. Birçoğumuz kendi davranışlarımızı bile anlayamazken, başkalarınınkini nasıl anlayabiliriz ki?
Yetişkinler olarak birçoğumuzun acılarını ifade etme biçimleri oldukça sorunlu. Örneğin, acı çektiğimizde, acımızı sözle ifade etmek yerine bir bara gidip tüm gece içiyoruz. Ya da başkalarıyla birlikte olup eşlerimizi cezalandırıyoruz. Peki, çocuklar da arabaya atlayıp bara gidebilirler mi? 1000 dolar çekip kumar oynayabilirler mi?
İncindiklerinde çocuklar da aynı şeyleri hissederler; sadece duygularını gizlemek için huysuzluk yaparlar, terbiyesiz sözler söylerler ya da bize dil çıkarırlar. Sorunlar büyüdüğünde daha riskli davranışlar sergilediklerinden ergenlik çağındaki çocukların uyuşturucu kullandıklarını, aşırı derecede alkol tükettiklerini ya da önlerine gelenle yatıp kalktıklarını görebilirsiniz. Bunlar yardım çığlığı atan ama seslerini duyuramayan çocuklardır.
Davranışın altında yatan mesajı aldığınızda, yüzeydeki davranışın anlamını fark ettiğinizde davranış bozukluklarının da katlanarak arttığının ayırdına varırsınız. Durup dururken evden kaçıp kendini kaldırımlarda bulan kız aslında bu duruma bir gecede gelmez. Şu an içinde bulunduğu duruma ebeveynleriyle yaşadığı, sesini duyuramadığı sayısız etkileşimin yıllar içinde birikmesiyle gelmiştir.
Başlarda çocuğun ne hissettiğini anlamanın ne kadar zor olabileceğinin bir göstergesi olarak ebeveynler sık sık bana şu soruyu soruyorlar: “Çocuğum beni deli etmek için sürekli dilini dışarı çıkartırken ne hissettiğini nasıl anlayabilirim ki?” Bunu söyleyen ebeveynler çocuğun dilini çıkartmasına odaklandıklarından altında yatan nedenlerin farkına bile varamıyorlar.
Bu sorunu yaşayan ebeveyne çocuk saygısızlık yapsa da bunun yüzeysel olduğunu anlatıyorum. Çocuğun davranışına tepki verdiğinde davranışın sürmesine neden olacağı konusunda uyarıyorum.
Ebeveyn itiraz ediyor: “Dilini çıkardığında onu azarlamam gerekmiyor mu? Normal ebeveynlerin vermesi gereken tepki bu değil mi?”
“Disiplin yoluyla çocuğunuzun dil çıkarmasına engel olabilirsiniz” diye anlatıyorum. “Ancak davranışının altında yatan neden ortadan kalkmadığı için çocuğunuz başka bir alışkanlık edinecek. Siz davranışının altında yatan sebebi keşfetmediğiniz sürece de, yaramazlıkların sadece biçimi değişecek.”
Bu annenin, oğlunun davranışının altında yatanları anlamasına yardımcı olmak için şunları söylüyorum: “Oğlunuzla etkileşiminiz bilinçaltınızda yatan senaryoyla başladı – sadece bunun farkında değildiniz. Senaryonuza göre, sizin isteklerinizin yerine getirilmesi gerekiyordu. Yerine getirilmediklerinde bunu bir meydan okuma olarak gördünüz. İsteklerinizin anlaşılır olduğunu iddia etseniz de, oğlunuz için öyle olmadı. Aranızdaki iletişim de bu noktada bozulmaya başladı. Zihninizdeki senaryoya uyulmadığını fark ettiğinizde oğlunuza belki öfkeyle, belki iğneleyici sözlerle, hiç kuşkusuz kimi zaman da belli belirsiz bir düş kırıklığı içinde tepki verdiniz. Bunu fark ettiğinde o da tepkinizi geri püskürtmeye başladı. Elbette bu da rahatsızlığınızı artırdı. Zihninizdeki film günlük hayatta karşılığını bulmadığında başlayan süreç, kendini sürekli tekrar eder oldu.”
Anne bana şaşkınlık içinde baktı. Söylenenleri duyduğu kesindi. Sözlerimi sürdürdüm: “Oğlunuzu ne kadar fazla cezalandırırsanız, o ölçüde size karşı gelecektir. Bu deliliğe son vermenin yolu, oğlunuzun ondan istediklerinizi kabul etmediğini anlamaktan geçiyor; çünkü ev işlerinin sizin gözünüzde ondan daha önemli olduğunu anladığından sizi artık duymazdan geliyor. Evdeki sorumluluklarını yerine getirmesine gerek yok anlamı çıkmasın. Öncelikle oğlunuzla aranızdaki bağlantıyı yeniden kurmalı, yeniden birlik olmalısınız; böylece sizin ondan istediklerinize değer verecektir. Ev işlerini, siz ipleri elinizde tuttuğunuz için zorunlu kıldığınız görevler değil, kendini eve katılımı olarak görmesi gerekiyor. Onun katılımının önemini anlamasına yardımcı olmak sizin sorumluluğunuz.”
Çocuğun davranışının ondan istediğimiz basit bir işle ilgili olduğunu düşünmek anlaşılabilir. Gözden kaçırdığımız şey, çocuğun istediğimiz şeye değil, isterken kendisine yansıttığımız enerjiye tepki verdiğidir. Çocuğun yanıtı, odasını toplamak ya da bulaşıkları makineye yerleştirmek gibi görünen düzeyde değil, duygusal düzeyde şekillenmektedir.
“Peki, saygısızlık yaptığında nasıl davranacağım?” diye soruyor anne.
“Şimdilik saygısızlıklarının ya da olumsuz davranışlarının üzerinde durmayın. Size bir etki yapmadan yanınızdan geçip gidiyorlarmış gibi, yoklarmış gibi davranın. Sizinle arasındaki bağ koptuğu için acı çektiği gerçeğine odaklanın. Acısının derinlerine inmeye çalışın. Ancak bunu yaptığınızda, görünürdeki davranışını, herhangi bir bozukluğa neden olmadan ele alabilirsiniz.”
“Söylediğiniz çok ironik” diyor anne, “bana kabalık yaptığında kendisini incinmiş bir çocuk gibi hisseden benim.”
“Kesinlikle” onaylıyorum. “Bilinçaltımızdaki gündemimizi gerçekleştiremediğimizde, incinmiş bir çocuk gibi hissederiz. Çocukken incinen gururumuz iyileşmediğinden, herhangi biri yaramıza dokunduğunda, şiddetli tepki veririz. Bu nedenle çocuklarımız bizde böyle bir öfkeyi canlandırabilirler.”
Çocuklarımıza öfkelenmemizin nedeni kendi acımızın yüzeye çıkmasıdır. Genellikle bu acının tohumları, kendimizi birçok açıdan güçsüz ve çaresiz hissettiğimiz on yaşından önceki yaşlarda ekilir. Yeniden kontrolü ele geçirmeye çalışan yetişkin benliğimiz, içimizde uyanan savunmasızlık hissini şiddetle yok etmeye çalışır. Çocukken asla yapamadıklarımızı, artık yetişkin olarak yapabiliriz. İşin trajik yanı ise, hapsedilmiş duygularımız yanlış kişiye patlar. Ebeveynlerimiz yerine, çocuklarımız hedefimiz haline gelir. Nesiller boyu ailelerde aynı davranış biçimlerinin ortaya çıkmasının nedeni de budur.
Çocukluğumuzdan gelen acıları gün ışığına çıkardığımız ve onlarla yüzleştiğimiz ölçüde, çocuklarımızın gerçek hislerini kavrayabilir ve bu duyguları taçlandıracak tutumları takınabiliriz.