“Ben hiçbir şeye kızmam. Kızıp da kendimi boşu boşuna neye üzeyim ki” diyor doksan kiloluk genç kadın.
“Kızacağımı hissettiğim zaman kendime sakin olmak için telkin yaparım. Kontrolü kaybetmemek gerekir” diyor oldukça kilolu restoran sahibi bir erkek.
Hatice, yüzüne yapışmış tebessümüyle çalıştığı bankada neşeli, yardım sever, sevecen bir insan olarak tanınıyor. Hem iş arkadaşları, hem banka müşterileri tarafından sevilen bir insan. İş yerinde herkesin doğum gününü hatırlayan odur, hemen her gün elleriyle yaptığı nefis börek çörekleri arkadaşlarıyla paylaşan odur. çevresindeki insanlara her an yardıma hazır olan odur. Yaz kış giydiği çadır elbiselerinin içinde “şişman insan mutludur” inancının canlı bir kanıtıdır Hatice.
Bir hafta sonu, Erenköy’de girdiğim bir dükkanda Hatice’yle karşılaştım. Bankasının müşterisiydim. Hal hatır faslından sonra evinin çok yakın olduğunu söyleyerek beni ısrarla kahve içmeye davet etti. Evin dağınıklığı karşısındaki şaşkınlığımı unutamıyorum. Koltukların üzerinde kendime yer açarak bir köşeye iliştim.
Kısacık süre içinde önüme çeşit çeşit çörekler konulmuştu. Yaşları on-on beş arasında değişen üç oğlu vardı. Kocası bir şirkette şoför olarak çalışıyordu. Sohbetimizin ana temasını, Hatice’nin kendi kiloları oluşturuyordu. Onlarla dalga geçiyor, espriler üretiyordu.
Bu sohbetten rahatsızlık duymaya başlamıştım. Bu arada Hatice sık sık mutfağa girip çıkıyordu. Bir ara su almak için mutfağa gittiğimde Hatice’yi elinde votka şişesinin kapağını kapatmaya çalışırken buldum. Suç üstü yakalanmış çocuk gibiydi. Ona votkayı doğru dürüst bir bardağa koyup içmesini söyledim. İtaatkar bir çocuk gibi denileni yaptı ve salona döndük.
Hatice hastalıklı bir anne ile despot bir babanın iki çocuğundan biriydi. Annesine annelik yaptığı, evin tüm işlerini üstlendiği bir çocukluk ve genç kızlık geçirmişti. Kendi istek ve ihtiyaçlarını dile getirmeye çalıştığı bir iki çabası babasının “bencillik” suçlamalarıyla susturulmuştu. Sadece babasının kızmaya hakkı vardı. Hatice için kızgınlık göstermek düşünülemezdi bile. Polis baba eve girdiğinde rakı sofrası hazır değilse, dayak hazırdı.
Hatice on beş yaşına geldiğinde, bir sabah annesini hasta yatağında ölü buldu. Annesinin ölümünden sonraki üç sene boyunca babasının despotluğu daha da katlanılmaz bir hal almıştı. Baba kızını resmen köle gibi kullanıyordu.
Hatice on sekiz yaşında kendisine ilgi gösteren ilk erkekle evlendi. Bir yakınlarının yardımıyla da eğitimi yeterli olmamasına rağmen bankaya girdi. Yardımseverliği, çalışkanlığı ve güler yüzüyle kısa zamanda herkes tarafından sevilen biri oldu.
Bugün otuz altı yaşında olan Hatice, biraz votkanın, biraz da benim teşvikimle aslında kocasını sevmediğini ama ona acıdığını söyledi. Ne de olsa kocası onu babasından kurtarmıştı. Kadehlerin sayısı arttıkça Hatice bir taraftan hayat hikayesini anlatıyor, bir taraftan da gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kocası eve gelene kadar onunla kalmaya karar verdim. Koca da Hatice gibi yumuşak görünümlü bir insan ve o da alkolik.
Yemekkolik, kızgınlığını her lokmayla birlikte yutar. İçindeki boşluğu yemekle (bazen hem yemek hem içkiyle) doldurmaya çalışır.
Kilo sorunu olan kişi çocukluğunda ya iyi, uslu, cici ve itaatkar olduğu için övülen çocuktur (böyle bir çocuk kızgınlığını ifade ederek kötü çocuk olmak ister mi? ) ya da kendi istek ve ihtiyaçlarını dile getirmenin karşılığını ceza ve şiddetle alan ve bencillikle suçlanan çocuktur.
Çocuğun her iki durumda da aldığı mesaj nettir. Olumsuz duygulara izin yoktur. (Kızgınlık olumsuz bir duygu olarak algılanır.) Onun duyguları önemli değildir. Sadece kendinden beklenen şekilde davranması daha güvencelidir. Olumsuz duygular denetim altında tutulmalıdır. Hatta yemekle iyice bastırılmalıdır.
Hatice hala “yardım sever, çalışkan ve iyi bir çocuk”. Yoğun değersizlik duygusunu (duygularının anne ve babası tarafından önemsenmemesi onun değersiz bir varlık olduğunun kanıtı) yüzüne yapıştırdığı tebessümüyle örtbas etmeye çalışıyor. İçindeki boşluğu ve kızgınlığı ise kilolarının içine gömüyor.
Kilolu kızgınlar, fikir tartışmalarına girmeyi pek sevmezler. Fikirlerinize karşı çıkıp sizi niye kızdırsınlar ki. Ne söylerseniz söyleyin, “çok haklısın” derler. Kızmak da kızdırmak da kötüdür. Hatta tehlikelidir.
Bedendeki her gram fazla yağ, dökülmemiş gözyaşlarının, ifade edilmemiş kızgınlığın sembolüdür. Hesaplaşmak zorunda kalmak, sevgi ve onayı kaybetmek, kilolu kızgınların en büyük korkularıdır.
Eğer kilolu kızgınsanız, kendinize sorun: “Kızgınlığımı ifade edersem kaybedeceğim en kötü şey ne olur?” Sizi sömürenleri mi kaybedersiniz? İşte sömürenleri mi? Aşkta sömürenleri mi? Arkadaşlıkta sömürenleri mi? Yoksa bu sömürülere karşı siz de onları kendi ihtiyacınız doğrultusunda iyilikle(!) mi sömürüyorsunuz?
Hadi bu gün bir değişiklik yapın. Bu kitapta size cazip gelen bir başka kızgınlık ifade yolunu seçin “iyi” olmak yerine “doğal” olmayı seçin. Unutmayın! Rejimle, değişik diyetlerle fazla kilolardan kurtulamazsınız. Kilolarınızın nedeni, yiyecek değil. Sizi yiyeceğe, buzdolabına yönelten içinize attığınız kızgınlıktır. Hadi, çıkın artık bu kısır döngüden. Çıkın ki yüzünüzdeki tebessüm içten olsun.