Yüzyıllar boyunca milyonlarca kitap yazılmış. Şimdi internet var. Bilgi giderek daha da yaygınlaşıyor. Peki, İnsan bilgiye daha kolay ulaştığı için bilgeliğe de erişebiliyor mu?
Öğrenciliğimde sevdiğim derslere çoğu zaman fazladan çalışmam bile gerekmedi. Dersi yaşamak ve severek takip etmek sınavı geçmeme yetiyordu. Öğretmenime güvendiğim, öğrettiklerine inandığım anda başarım garanti oluyordu. Ama okulda cesaret üzerine bir ders yoktu…
Yıllar sonra, hayatta pek çok aşamayı geçtiğimi düşündüğüm bir dönemde, bildiklerimin büyük bir sürprizle hayatıma giren oğlum Ozan’ın bana öğrettiklerin yanında ne kadar aciz kaldığını fark edecektim. O doğduğunda, ilk on gün, nerdeyse 24 saat, başında ağlayarak Allah’a “beni bu hediyeye layık görmesi için ne yaptığımı” sorup durdum. İlk göz göze geldiğimiz andan itibaren bir daha hiç kopmayacak bir bağ kuruldu. Yeni öğretmenimle böyle tanıştım.
Ozan sakin bir bebekti ama derin bakışları vardı. Anlıyor ama itiraz etmiyor gibiydi. Onun bir derin kabulleniş hali vardı. Ama bu sevdiği şeylere tutkuyla yaklaşmasını engellemiyordu. Bildiğim, önem verdiğim şeylerin, mesela kariyerimin artık çok boş geldiğini hissetmeye başladım. Bu arada dışarıdan kolay görünen annelik durumunun hiç de sanıldığı gibi bir şey olmadığını anlıyor, 38 yaşında gelen bu acemilikle büyük mücadele veriyordum.
Birlikte parka gittiğimiz günler en güzeliydi. Bir ağacın altında o uyurken, ben kitap okuyordum. Uyandığında kuşlar, bulutlar, çimen ve toprakla ilgileniyordu. İnsanlarla kurduğu iletişim farklıydı, sanki ara sıra başka bir dünyaya gidiyor, yapayalnız bir evrende yaşıyordu. Çok sessizdi. Hele de benim gibi çenebaz bir annenin bebeği için fazla sessiz. Diğer çocukların görünce kendinden geçtiği oyuncaklara pek yüz vermiyordu.SAYFA-BOLUMU
Önceleri belirgin olmayan, tam da anlam veremediğim şeylerdi bunlar. Zamanla konuşmasındaki gecikmenin etrafta bana sürekli söylendiği gibi “erkek çocuktur açılır” türü geçici bir şey olmadığını anladım. Bu süreçte “Sanırım aklımı kaybediyorum” diye düşündüğüm gün çoktu.
Bazı tanışmalar zordur. 2008’in Aralık ayında otizmle tanışmak da zor oldu. Önce çok korktum. Hayatımdaki pek çok korku, bu büyük korkuyu görünce girecek delik aradı, kayboldu, gitti. Sonra anladım ki “bozukluk” otizmi tarif etmek konusunda yetersiz bir kelime. Biraz sancılı olsa da, bu durumdan da öğrenecek çok şeyler olduğunu gördüm. Öncelikle ona dair hiçbir şey bilmediğimizi anladım. Çünkü otizm de içine kapanıktı. Otizmle ilişki kurmak için de otizmin dilini öğrenmeliydik.
Bazı bitkiler vardır sadece güzel çiçekler açmaz şifa da verir. Benim oğlum da sanki bana böyle bir şifa elini taşımıştı. Geçenlerde kardeşim “Abla sen eskiden agresif biriydin. Şimdiyse o sinirli hallerin gitti tamamen değiştin” dedi. Haklıydı, eskisi kadar kırılmıyordum kimseye. Artık herkesin kendince haklı olduğunu, aslında herkesin sadece korktuğunu anlamıştım. Herkes bir şeylerden korkuyor ve kendini korumak için de diğerlerini korkutmaya çalışıyor.
Sanırım bir zamanlar “uzaktan cesur” olan ben, otizmden “gerçek cesaret” konusunda çok şey öğrendim.
Otizm bana elinde bir ateş topu varmış gibi hissederken bile kızgın olmamayı, kendini hiç eğilmez bir ağaç sanırken bile eğilmeyi ama kırılmamayı öğretti.
Otizm bana kendimi öğretti. Beni yok etti, seni öğretti.