Son yıllarda mart ayı, kadın ve toplumsal cinsiyet konularına farkındalık geliştirmek için zayıf da olsa birkaç adımın atıldığı bir dönem olmaya başladı. Ülkemizde kadına dair pek çok konunun tabu olması dolayısıyla bu konuyu gündeme taşımak bile başlı başına bir çabaya muhtaç. Sevgili Saim Koç ve Nil Gün’e bu konuda yazmam için Kuraldışı Dergisi’nin sayfalarını bana açtıkları için teşekkür ederim. Birkaç bölümden oluşmasını planladığım bu yazı dizisinin ilkini siz değerli okuyucularla 2024 yılı Mart ayı içinde paylaşıyor olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Bu dizide hem kavramlar hem de Türkiye’deki kadın hareketi tarihi üzerine çeşitli değerlendirmeleri okuma imkânı bulacaksınız, şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Kadın Temsili ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları
“Kadın temsili” ve “toplumsal cinsiyet” kavramları her ne kadar eksik olsalar da nihayet bu genel ve oldukça kapsamlı konuya giriş yapabilmek için uygundur. Kadın temsili genel olarak çeşitli yazılı veya sözlü metinlerde kadınların nasıl tasvir edildiğini, bulunduğu kültürde kadınların yerini ve rolünü ifade etmek için kullanılırken toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik cinsiyetten ayrı olarak, erkeklik ve kadınlık durumlarının toplumda nasıl algılandığını ve yorumlandığını ifade eder. Kişinin biyolojik cinsiyetiyle doğduğu bir gerçek olsa da bir kimse “erkek” veya “kadın” olmanın ne anlama geldiğini toplumdan ve onun sunduğu modellerden öğrenir. Bu erkek veya kadın olma kimliği, sabit bir kavramdan öte, hayat boyu süren bir deneyim ve değişim sürecidir; zamanla, bireyler “toplumsal cinsiyet kimliği” denilen, kendilerini erkek veya kadın olarak algılama biçimlerini geliştirirler.
Yüzyıllar boyunca, kadınlar görünür ve görünmez engellerle çevrili bir alanda kendi kimliklerini inşa etmek zorunda kaldıklarından toplumsal cinsiyetin inşası, özellikle kadınlar için daha da kritik bir önem taşır. Sanat eleştirmeni ve yazar John Berger, Ways of Seeing (1972, Penguin) adlı eserinde bu durumu açıklayan önemli bir çerçeve sunar. Berger’e göre kadınlar, erkeklerin belirlediği sınırlar içinde var olan ve sürekli olarak izlenen ve yargılanan varlıklardır. Bu durum, kadınların kendilerini hem özne hem de nesne olarak görmelerine ve algılamalarına yol açar. Bu bakış açısı ise hem erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkiyi hem de kadınların kendileriyle olan ilişkisini derinden etkiler. Kadınlar, genellikle bir arzu nesnesi olarak tasvir edildiklerinde erkek bakış açısına göre konumlandırılır. Özellikle bu durum ergenlik dönemindeki genç kızlar için çok daha zorlayıcıdır.
Birkaç yıl önce bir hijyenik ped firması “Always #LikeAGirl” (her zaman, kız gibi) sloganıyla oldukça çarpıcı bir araştırma paylaştı. Bir şeyi “kız gibi” yapmak; bir durumda “kız gibi” olmak sadece Türkçede değil pek çok dilde bir aşağılama ifadesi olarak karşımıza çıkar, firma bu yaygın aşağılama ifadesi ile küçük bir toplumsal deney gerçekleştirmiş ve bununla ilgili bir video yayınlamıştı (video linkine yukarıda tırnak içinde paylaşılan ifadeyle YouTube üzerinden ulaşılabilir).
Bu toplumsal deney, bir platforma davet edilen yetişkin kadın ve erkekler ile kız ve erkek çocuklarının katılımı ile gerçekleştirilmiş. Araştırmada önce, yetişkin kadın ve erkeklerden nasıl “bir kız gibi” koşulduğunu, kavga edildiğini ve top atıldığını göstermeleri isteniyor ve tahmin edebileceğiniz üzere bu katılımcılar birtakım kırılgan, zayıf, tuhaf ve elbette aşağılayıcı hareketlerle yapmaları istenen eylemleri gerçekleştiriyor. Bunlar toplumumuzda yaşamayı bir yönüyle kanıksadığımız “acı gerçekler” alanına giren hâllerden. Deneyin çarpıcı kısmı ise aynı soruların ergenliğe girmemiş küçük kız çocuklarına sorulduğu dakikalar; henüz toplumsal cinsiyetin bağlayıcı, sınırlayıcı kadın veya kız olma klişesiyle karşılaşmamış veya çok az karşılaşmış olan bu kız çocuklarına “kız gibi koş” dendiğinde var güçleriyle koşuyorlar; “kız gibi kavga et” dediklerinde ise tüm güçlerini gösteriyorlar. Daha sonra bu küçük kızlara “kız gibi koş” dediğimizde ne yapman gerektiğini düşündün diye sorduklarında ise daha toplumun dili ile zehirlenmemiş bir kız çocuğundan aldıkları cevap şu: “Koşabildiğim kadar hızlı koşmam gerektiğini düşündüm!”
Bir işi “kız gibi” yapmak ya da herhangi bir konuya “kız gibi” tepki vermek aşağılama ifadesi olmak zorunda değil; bu etkileyici araştırmaya imza atan firmanın da söylediği gibi gelin kuralları yeniden yazalım ve “kız gibi” dilimizde artık harika anlamlar ifade etsin.
Betül ÖZBAY