Balıkçılar gibi yogacılar da güneşi üstlerine doğurtmazlarmış.

Uyandığım saatlerde hava henüz karanlık. Şafağı da, gündoğumunu da yaşamayı seviyorum. O yüzden kısalan günlerde uyanmak hoşuma gidiyor. Yaz sabahlarının karanlığı erkenden bitiyordu.

Yanımda uyuyan sevgilimi dürtmeden usulca terliklerimin içine kayıyor, on dakika içinde evden çıkıyorum. İlk dersim 6:15’de. Yaşadığım şehirdeki bazı kahveler sabah altıda açılıyor. Günün ilk kahvesini yudumlarken kafenin penceresinden karanlığın aralanmasını, renklerin dünyaya dönüşünü seyrediyorum.

Sabahın ilk saatinde tek başıma kalmaya bayılıyorum.
 
Sonbahar münasebeti ile botlarımı ve kazaklarımı ortaya çıkardım. Stüdyoya yürüyerek gidiyorum. Yağmur sessiz. Erken sabahlarda sokaklar sessiz. Tek tük arabalar, bisikletler geçiyor yanımdan. Onlar bile sessiz. Havada nemli nane kokusu. Bir ben varım sanki âlemde, kafamın içi öyle bir sessiz! Sabah saatleri nasıl da eşsiz!
 
Lise birde neredeyse bilerek ve isteyerek matematikten ikmale kaldım. Bir inat tutturmuştum, matematik hayatta benim ne işime yarayacak, çalışmıyorum işte cinsinden. Yılsonuna kadar inadıma sadık kalarak kırmızı kalemle işaretlenmiş Matematik 3–4 ibareli karnemi eve getirdim. Annem biraz ağladı. Babam biraz buruk, bu kırık yüzünden ortalamam tuttuğu halde teşekkürü kaçırdığımın farkında olup olmadığımı sordu. 
 
Ben odama çekilip derhal matematik kitabındaki üniteleri saydım. Sonra yaz tatilinin haftalarını. Çabucak her sabah bir saat çalışırsam lise bir matematiğinin tamamını yutabileceğimi hesapladım. Kitabı defteri topladım, hadi Bodrum’a!

O zaman devre mülkler zamanı. Bizim Turgut Reis’te bir mülkümüz var, mayıs haziran aylarında bize ait. Geniş aile sıkış tepiş orada yaşıyoruz. Kahvaltı hazırlıkları sürüyor da sürüyor, tamamlanıp birlikte yememiz, sofrayı kaldırmamız, bulaşıklar, keyif kahvesi filan derken evdeki hareketin sonu yok. 
 
Hesap belli oysa ki. Her gün bir saat çalışılacak.
Yediye çeyrek kala kalkış, sekizde paydos. Başka yolu yok. 

İlk gün, geceliğim hâlâ üstümde, yüzümü yıkadığım gibi balkona çıkıyorum. Bodrum’da sabah. Güneş yumuşacık. Deniz süt liman. Ev sanki bomboş. Sokaklar terk edilmiş. İnsanlarından arınmış Bodrum’u ilk kez hissediyorum. Nasıl da güzel! Dünyada bir tek ben varım. Ben ve deniz… ki o nasıl güzel bir deniz! Bakmaya doyamıyorum. Meşhur meltemi geceliğimin içinde dolaşıyor, taze tenimde kıpır kıpır hisler bırakıyor. Tuz kokusu burnumda, çiçeklerin kokusuna karışıyor. Kuru değil ortalık. Canlı. Başka türlü canlı. Huzurlu canlı. İçime yayılan huzur yeni. On beş yaşın his debdebesinden arınmış, karşımdaki deniz gibi duru. Canlı huzur dalga dalga benliğime yayılıyor. Oh!
 
Sabahın sessizliğinde, maviyi ciğerime çeke çeke çalıştıkça çalışasım geliyor. Bir yıl boyunca kafamın hiç almadığını sandığım hesaplar oyuna dönüşüyor. Matematik ne kadar zevkliymiş! O bir saat hiç bitmesin, kimsecikler uyanmasın. Bitiyorsa eğer, hemen ertesi sabah gelsin! 
 
O yaz keşfettim işte yaz sabahlarında bir başka hale girdiğini insanın. 
 
Ayurveda ve Hatha Yoga metinlerinde sabahları altıdan önce uyanmamız öneriliyor. Güne zinde ve canlı başlamak için. Dünyayı saran enerji saat altıda su elementi Kaphanın etkisi altına giriyor. Altıdan ona kadar süren Kapha evresinde insan kendini ağır, tembel ve uykulu hissediyor. Dünyanın rüzgâr (hava) bazlı Vata enerjisinin etkisi altında olduğu sabah iki ila altı arasında uyanmaya alıştığımızda ise hem yerkürenin daha güçlü akan enerjisini yakalayabiliyoruz, hem de şafak sökerken dünyaya yayılan özel enerjiyle beslenebiliyoruz. 
 
Yogayla bir kez daha girdi sabahlar hayatıma. Şafakla gün doğumu arasındaki o eflatun zaman diliminde denize karşı uyandığım yazlarda, dünyanın yükselen enerjisi ile şakıyan kuşlara, su yüzeyine zıplayıp duran balıklara, bütün gün uyuyan köpeklerin birbirlerinin boyunlarına atlaya atlaya koşturmalarına baktım ve hep aynı selamı gördüm.

Surya Namaskara.

Güneşe selam!

Share This