Şu an geriye dönüp geçtiğimiz yüzyıllara bakınca en yetenekli kadınların bile küçük görüldüğünü, göz ardı edildiğini, tarihten silindiğini görebilir ve hayretler içinde kalabiliriz. Önyargılar ve engeller o kadar açık ki bu adaletsizlik görülüp, telafi edilmeye çalışıldığında bu bir dereceye kadar teselli ediyor. Bu örnekler arasında Nobel Ödülü’nde göz ardı edilen Lise Meitner’ın adını periyodik cetvelde meitneriyum’a veren bilim insanları da yer alıyor. Müzelerde eserlerini göremesek de bazı müze mağazaları, Rönesans’ın unutulan kadın ressamları için büyük kadın sanatçıların yer aldığı kahve kupaları ve kitaplar satıyor. Peki, küçümsenen 19. yüzyılın sıra dışı kadın yazarlarına ne oldu? Onların eserlerini göklere çıkarıyor ve sınırlandıkları için üzülüyoruz. Yeni genç okuyucular (ve hatta bazı akademisyenler) Jane Austen ve Charlotte Brontë’ye sevgilerini gönderiyor ve Charles Dickens’ın onların yazılarından bir iki şey öğrenmiş olmasını diliyorlar.
Fakat olaylar doğrudan önümüzde gerçekleştiğinde, neler olduğunu fark etmek daha zordur. Hiç kimse açık bir şekilde, “Onu bir kadın olduğu için görmezden geliyoruz” demiyor. Kadının küçük görülmesinin, silinmesinin veya erkekler kadar iyi olmadığının söylenmesinin ardında, her zaman varsayımsal bir neden bulunuyor. Çapraz ateş altında olan kendi yetenekleriniz veya başarınız olduğunda, önyargıyı fark etmek daha da zordur. Vurdumduymaz değilseniz veya güçlü bir egonuz yoksa en azından bir yanınız, olan biteni gerekçelendirir ve erkeklerin haklı olduğuna inanır. O kadar da iyi değilsinizdir.
Bu yüzden biyokimyacı Jennifer Doudna’nın hikâyesini izlemek benim için aydınlatıcı oldu. Tarihin ön sıralarında oturup, bir hikâye yazılırken ve tekrar yazılırken gerçek zamanlı olarak izliyormuşum gibi hissediyorum.
Doudna, Berkeley, Kaliforniya’daki laboratuvarında çalışırken DNA’nın bir parçasını çıkarıp başka bir parçayla değiştirdiğinde, genetik yapıların değiştirilebileceğini fark etti. CRISPR adı verilen teknik, bilim alanında yüzyılın en büyük dönüm noktalarından biri olarak adlandırıldı. Genler hayatın temel yapıtaşları, bu yüzden bunları değiştirebilmek ve parçaları yerlerinden oynatabilmek deyim yerindeyse biyolojinin kutsal kâsesi. Doudna’nın tekniği sıtma taşımayan sivrisineklerden genetik hastalığı olmayan bebeklere kadar birçok şey getirebilir. Günün birinde kahverengi gözlerinizi maviye çevirebilirseniz (kontak lens kullanmadan), Doudna’ya teşekkür edersiniz. “Tasarım ürünü bebekler” yaratma konusunda dünya genelinde ifade edilen endişe de Doudna’nın temelini attığı araştırmanın bir sonucu. Çok sayıda insan onun yarattığı dönüm noktası üzerine bir şeyler inşa ediyor. Dehanın bir numaralı işareti de etkilerinin yankı uyandırması.
Doudna yapabildiği şeyi ve bu dönüm noktasının gidebileceği yerleri fark ettiğinde “kesinlikle bir evreka anı” yaşadığını söylüyor.
Doudna, Avrupalı bir meslektaşı olan Emmanuelle Charpentier ile birlikte çalışıyordu. Dünyayı değiştiren iki kadın. Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği iki kadın, zamanın en büyük bilim insanları arasında. İki kadın dâhi.
Daha heyecan verici ne olabilir?
2014’te Doudna ve Charpentier, bilimdeki en büyük başarılar için sadece birkaç yıl önce verilmeye başlanan Breakthrough Ödülü’nü kazandılar. Bir grup Silikon Vadisi milyarderi tarafından finanse edilen Breakthrough Ödülleri’nde adaylık herkese açık ve kazanan 3 milyon dolarlık muazzam bir ödül alıyor. Ödülün üç farklı kategorideki madalyaları hızla en çok beğenilenler arasında yer aldı. Ödülün arkasındaki genç teknoloji meraklıları, dâhileri Nobel Komitesi’ne göre çok daha hızlı ve işe daha az eski usul siyaset karıştırarak bulabiliyorlardı. Geleceğe dönük bir perspektifle ve hem erkek hem de kadınların dahil olduğu bir kurulla, bu ödüllerde kadın dâhileri tanıma konusunda bir sorun yaşanmadı.
Bilimi havalı göstermek için Breakthrough Ödülleri seremonisi birçok ünlünün katılımıyla TV’de yayımlandı. Uzmanlar (ya da sadece bilim meraklıları) buna bilim alanının Oscar ödülü diyorlar. Ödülü aldıkları törene, Doudna ve Charpentier şık elbiseleri ve ışıltılı gülümsemeleriyle katılmışlardı. Bunu gerçek Oscar ödüllerinde uyarlayabiliriz. Doudna, Nancy Meyer romantik komedisinde oynamış bir Hollywood aktrisinin sofistike duruşunu yansıtıyordu. Charpentier simsiyah saçları ve Fransız zarafetiyle sevilen film Amélie’nin güncel versiyonunda oyuncu Audrey Tautou’nun yerini alabilirdi.
Videoyu izlerken, astrofizikçi Jo Dunkley’yi ziyarete gittiğimde hissettiğim, bir dâhinin böyle göründüğünün kafama dank etmesini sağlayan anı hatırladım. Dâhi kadınları o kadar uzun zamandır görmezden geliyoruz ki kim bilecek?
Hepimiz “yürü be kızım” gururuyla fazla heyecanlanmadan önce, Doudna ve Charpentier’nin zaferinin kısa süre içinde, ataerkil ve erkekliğin verdiği yetkiye dayanarak, afallatıcı bir biçimde hakarete uğradığını bildirmem gerekiyor. Doudna ve Charpentier çığır açtıktan hemen sonra, bazı erkekler hikâyeyi yeniden yazmak için konuya dahil oldular. Tarihte çok sık olduğu gibi, övgünün çoğunu almak istediler.
Çatışma, dâhi imajımıza daha iyi uyan genç ve çok etkileyici bilim insanı Feng Zhang’ın keşfiyle başladı. Yani sonuçta, o bir erkek (muhtemelen kapüşonlu giyiyor). On bir yaşındayken Çin’den ABD’ye geldi ve Harvard ve Stanford’da dereceler aldı. Massachusetts, Cambridge’deki iyi finanse edilmiş Broad Institute’de çalışarak, belirli bir memeli hücresinde (CRISPR-Cas9 adı verilen) bu işlemi kullanarak Doudna ve Charpentier’nin yaptığının bir benzerini keşfetti. Zhang çalışmaları için patent başvurusunda bulundu, fakat Doudna ve Charpentier 7 ay önce başvurularını sunmuşlardı. Broad’daki deneyimli uzmanlar Zhang’in başvurusunun hızlandırılmasını istedi. Hızlandırıldı. Patenti aldı.
Bilimsel keşifler gibi patentler de karmaşıktır ama bu hikâyenin tam tersi açıdan anlatıldığını hayal edebilir miydik? İki erkek yüzyılın keşfini yapıyor. Bir kadın bunu alıp bir sonraki aşamaya getiriyor. O zaman patenti kimin alacağını düşünüyoruz? Bu durum sonucunda karmaşık bir dava açıldı ve uzmanlar Broad’ın tutmaya çalıştığı patentin değerinin milyarlarca dolar olabileceğini söyledi.
Benim endişem para değil (onlara bir şey olmaz), bu keşfin yıllar sonra nasıl açıklanacağı. Tarih her zaman bizim istediğimiz kadar net değildir. Ayrıca artık bildiğimiz üzere bazen bir hikâyenin anlatıcısı hikâye kadar önemli. Şu an, üstü kapalı ya da açık manevralarla kadınları sahadan atmak için klasik bir oyun oynanıyor.
Doudna ve Charpentier’yi küçümsemek için gösterilen çabaların en açık örneği, Broad Institute Başkanı EricLander tarafından yazılan bir makale. Kendisi saygın bir bilim insanı ama beni affedin; ben onu Harry Potter’daki Karanlık Lord, Voldemort gibi görüyorum. 2016’daki makalesi CRISPR yöntemine katkıda bulunan insanların tarihinden bahseden genel bir makale gibi görünse de açıkça tek bir amacı vardı, o da altın kaz Zhang’i yüceltip kadın bilim insanlarını küçümsemek. Onlardan neredeyse hiç bahsetmedi. Makaledeki güleryüzlü, mesleki ton -Hepimiz bu işin içinde beraberiz!- her şeyi daha da beter hale getirdi. Doudna ve Charpentier’nin hiçbir şekilde özel görünmediğinden emin olmak için binlerce kelime yazmış ve olabildiğince fazla kişiden bahsetmiş gibiydi.
Makalenin önyargısı o kadar rahatsız ediciydi ki, sosyal medyada herkes galeyana geldi. Ve sosyal medyada bilim insanları hedef oluyorsa, olağandışı bir şeyler var demektir. Çok beğenilen genetikçi ve Berkeley öğretim üyesi Michael Eisen, bu yazıyı “en itici bilim propagandası” olarak adlandırdı. Eisen bir Berkeley partizanı olabilir, ancak Johns Hopkins Üniversitesi’ndeki tanınmış bir öğretim üyesi olan ve tartışmadan bağımsız olan Nathaniel Comfort da benzer şekilde sinirliydi. Genetik araştırmalar üzerinde birçok yazısı olan Comfort, makaleyi objektif bir noktadan analiz etti. Babacan tavrı ve herkesi olaya bir şekilde dahil etmesine rağmen asıl amacı kadınların başarısını yermekti. Buna eski bir İngiliz makalesinden aldığı “Whig Tarihi” adını verdi. Bunun, tarihi politik bir araç olarak kullanıp “statükoyu makul göstermenin, içinde bulunduğu kurumun sadakatini toplamanın ve güç sahiplerinin hâkimiyetini haklı çıkarmanın” bir yolu olduğunu açıkladı.
Karanlık Lord, güç sahibi erkeklerin klasik bir örneğiydi. Statükoyu nasıl manipüle edip kendi lehine çevireceğini biliyordu. Bulunduğu kurumun çok parası, gücü ve iyi bilim insanları vardı. Başka kimsenin zafer kazanmasını istemiyordu. Kadınları tarihin sayfalarından atıvermek için neredeyse hiç çaba göstermeniz gerekmez.
Dr. Comfort okuyucuların “hikâyedeki cinsiyet dinamiklerine dikkat etmesini” önerdi. “Kazananlar tarihinin hâlâ erkeklerin tarihi olma eğiliminde” olduğunu vurguladı. Birkaç kadın bilim insanı Broad’da kadınların desteklendiğini söyleyerek savunmaya geldi. Bundan şüphem yok. #MeToo hareketinin bize gösterdiği gibi, erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkiler karmaşık olabilir. İktidarda olan erkekler, kadınlara karşı bazı durumlarda cömert ve düşünceli olabilirler. Sonra da işlerine geldiğinde, kötü, kadın düşmanı gerizekâlılara dönüşebilirler.
Doudna-Charpentier hikâyesi, Lise Meitner, Fanny Mendelssohn, Mileva Marić ve şimdi ve tarih boyunca karşılaştığım birçok kadın gibi yankıları olan, çok tanıdık bir döngünün hayli üzücü bir parçası. Her nesilden erkek, zeki kadınları baltalamak ve bazı bilgilerine de el koymak için kendi yolunu buluyor. Bir bilim insanı olmadığım ve haksız sonuçlar çıkarmak istemediğim için moleküler biyolog (ve eski Princeton rektörü) Shirley Tilghman’dan bana yardım etmesini istedim. Eskiden Broad Institute’te bir kurul üyesi olduğunu biliyordum. Ama kadın, güç ve liderlik konusundaki açık görüşmelerimizi dikkate aldığımda kadın, erkek ve haksız kazanç dahil her konuda hayli adaletli olduğunu da biliyordum. Bana CRISPR keşfinin incelikli yönlerini açıklayabilir miydi? Kim ne yapmıştı? Övgüyü kim hak ediyordu? Konuya getirdiği basit açıklama şu şekildeydi: Zhang, deney tüpünde iyi çalışan bir sistemi (Doudna-Charpentier keşfini) alıp bunun canlı bir hücrede çalışmasını sağlamıştı.
“Arada kaldım, çünkü Jennifer ve Emmanuelle’in yaptığı çığır açıcı; Feng’in yaptığı da çığır açıcı” dedi.
Eric Lander’ı seven ve ona hayranlık duyan Tilghman, CRISPR tartışması konusundaki korkunç duruşu konusunda onunla defalarca konuştuğunu söyledi.
“Eric tanıdığım en zeki insanlardan biri ve o makaleyi yazmayacak kadar zeki” dedi.
“Ama o makaleyi yazdı” dedim.
“Evet, yazdı” dedi iç çekerek “ve ne yaptığını tam anlamıyla biliyordu.”
Tilghman mücadelenin şimdi Nobel Ödülü’nü kimin kazanacağı üzerine olduğunu kabul ediyor ve Karanlık Lord’umuz oğlu için sert bir mücadele veriyor. Bir yönetim kurulu üyesiyken, Tilghman’ın inanarak ilgilendiği konu Broad’ın zaferini görmekti. Ancak daha önce bu bölge savaşlarını gören bilim alanında bir kadın olarak, daha umutlu bir görüşe sahipti.
“Jennifer Doudna zorlanıyor ama bilim topluluğu onu destekliyor” dedi. “Bu sefer, iyi bir kadının yok olmasına izin vereceklerini sanmıyorum.”