Mutsuzluğu eskiden beri içime dert bir çocukluk arkadaşım var. Biz çocukken de mutsuzdu, hâlâ da mutsuz. Kimilerine göre bebekken başına gelenler yüzünden, acemi ana-baba hasarı, kimilerine göre doğum travması… (ki iki aylık bebekkenki fotoğraflarında bile huzursuz, huysuz, ekşi bir ifade yüzünde)
Mutsuzluğu içime dert bu arkadaşım hayatındaki her adımı kitabına göre attı. Etrafındakilerde hayret veya hayranlık uyandıracak sivri bir yanı olmadı. Liseyi bitirince, üniversite, oradan Amerika’da mastır derken ömrünün sonuna kadar ödemekle yükümlü olduğu borcu boynunda, hayata atıldı. Hafta içi günlerinin on saatini kendisini manen tatmin etmeyen bir meşgaleye adadı: İşi.
Uzun zamandır aynı adamla birlikteydi. Evlendi. Düğün sırasında “Damat çok iyi çocuk canım, bakmayın. Bizim kıza iyi davranıyor” lafları kulaktan kulağa gereğinden fazla fısıldandı.
Anladık ki ailesi damadı benimsemekte zorlanıyor.
Tez zamanda anlaşıldı ki “bizim kız” da damadı pek benimseyememiş meğerse! Dünya evine gireli iki yıl olmamıştı ilk kriz patlak verdi.
Önce başladı:
“İletişim kuramıyoruz, kendimi anlatamıyorum, beni dinlemiyor, beni anlamıyor, beni merak etmiyor, benim istediğim hayat bu mudur, beni tutku ile sevecek başka bir adam dünyada var mıdır, var ise ona kaçsam kâr mıdır, zarar mıdır?”
Derken çıkardı baklayı ağzından:
“Ben başkasına âşık oldum! Kocam beni meğerse hiç tatmin etmiyormuş.”
Aile kadınlarını sardı mı bir telaş?
“Kızcağızım niye vardın bu adama öyle ise? Evlenirken belli değil miydi bütün bunlar? Dün tanışmadınız ya, sekiz senelik flört-söz-nişan maziniz var.”
Bizimki önce sus pus, gözler kıpkırmızı, derken fışkırıyor yaşlar… Bütün kadınlar bir ağızdan başlıyorlar bunun üstüne…
“Aman evladım, canım evladım, ne istiyorsan onu yap evladım, seni ne mutlu edecekse…”
“Bir adamın diğerinden farkı olmaz yavrum, koca dediğin bir ayrıntıdan ibarettir. Sen hayatın keyfini çıkarmaya bak.”
“Başkasına da varsan tutku biter kısa zamanda, evlilik bir yoldaşlık ilişkisidir.”
Ve saire ve saire ve saire…
Aile bilgelikleri bende dehşet uyandırıyor. Korodan fırsat bulduğum bir anda dalıveriyorum uzaktan:
“Kocana anlatsan” diyorum “bütün bu bize söylediklerini, içinde birikenleri, şüphelerini…?”
Dehşet sırası şimdi aile koromuzda.
“Aman haa! Olur mu öyle şey! Başka bir adamdan hoşlandığı söylenir mi hiç kocaya? Görülmemiş şey. Alimallah bırakır gider. Yok yok kesinlikle olmaz…Bırak bilmesin o bunları. Doğrucu Davut olmaya gerek yok.”
Pes etmeyeceğim daha…Çünkü koro haykırırken ağlamayı sürdüren bizim kızın gözlerinde ilk defa bir ilgi ışığı parladı ben konuşmaya başlayınca. Bizim kız bana güveniyor. Koroyu es geçip o ilgi ışığına konuştum ben de :
“Bir kere bu yeni adamla aranda bir şey geçmemiş. Kocana sadık kalmış mısın? Kalmışsın. Bu adam senin eşin, hayatta en samimi olabileceğin insanlardan biri. Senin duygusal olarak nerede durduğunu bilmek bir yandan onun hakkı. Öte yandan bu adam seni yaşam dostu olarak kabul ederken, zor zamanlarında sana destek olacağına söz vermiş kişi. Ona içinde bulunduğun durumu anlatıp yardımını istemekten daha tabii ne olabilir? Bu diğer adamda çekici bulduğun şeylere ihtiyacın varmış ki kapılmışsın. İletişim ve samimiyet ihtiyaçlarının karşılanmadığını da bu vesile ile dile getirebilirsin. Kocan senin neye ihtiyacın olduğunu bilmeden nasıl verebilir ki onları sana?’’
Baktım koro da susmuş beni dinliyor. Bizim kız,
“Anlamaz ki, ah o beni anlamaz ki” diye diye hafiften inlemeyi sürdürüyor ama ışık gözlerini ele geçirmiş bir kere.
“Her şeyim var benim mutlu olmak için. Ne hakkım var şimdi gidip de ona hayatımdan şikâyet etmeye? Ne istediysem verdi bana bu adam. (Burada benim sol kaşım benden izinsiz yükseliyor). İşim, param, evim, güvencem… herkesin hayal ettiği hayatı yaşıyorum. (Sol kaşa bu defa izin veriyorum, kalksın). Size söylerim ben başkasına vuruldum diye? Neden başıma geldi bunlar benim?’’
Böhöööööööö!
Richard Freeman yogayı “kavramlardan ve fantezilerden arınmış halimizi olduğu gibi görme özgürlüğü” diye tanımlar. Çocukluk arkadaşımın canını yakan şey kendi mutsuzluğunu kabul edemeyişi. Bir kere kabul etse, belki kendi mutsuzluğunun sorumluluğunu ele alacak. Ama daha çok uzaktayız o noktadan. Beyaz orta sınıf fantazisinin mutlu olmak için yeterli olduğuna dair inancı kendi ruh halini olduğu gibi görmesini engelliyor.
Eskiden mutsuzluğuna bir neden bulması kolaydı. Param yok, işim yok, kocam yok, evim yok…Şimdi artık hepsi var maalesef. Bahanesi yok. Mutluluğa dair bildiği bütün formülleri tükettiği için ne yapacağını bilmiyor. Bundan sonra o pasif, hayat aktif duruma geçiyor. Hayat artık yarattığı ve sorumlu olduğu bir şey değil, başına gelenlerden ibaret.
Böhööööö!
Bizim kız yine kapandı ağlıyor ya, aile kadınları hemen sahnemi çalıyorlar.
“Dur dur, ağlama kızım. Bir sıkıntıdır geçer. Mutlu olursun yine… Evlilikte olur böyle şeyler. Ciddiye alma fazla.”
Kız kendini keşfediyor. Bir susun ya! Belki tam da şimdi, doğum travması mutsuzluğunu yenecek bir adım atacak. Özgürlüğe giden ilk adım ayaklarımızda prangalarla yaşadığımızın farkına varmak değil mi?
Ne fayda? Bizim kız susmadıkça, onlar da susmuyorlar. Ailelerin çocuklarının özgürlüğünü ellerinden almaları katman katman bir süreç.
Bu sahneden aylar sonra bir akşam ikimiz yemek yiyoruz. Bizim kız ile kocası bir daire almak üzereler. Sanırsınız ki bütün dertler tarih oldu. Aile kadınları haklı çıktı. Bir buhranmış geçti. Oysa ben biliyorum haftanın her günü işe gider gitmez arıyor öteki adamı.
Kendimce çok mantıklı bulduğum soruyu soruyorum:
“Şimdi siz bu daireyi alıyorsunuz ya, boşanırsanız daire kimde kalacak onu belirlediniz mi?”
Aaa, vay ne negatifmişim! İlk evlerini satın alırken ayrılığı düşünmek olur muymuş?
Hayret bir şey!
“Kızım sen değil misin her Allah’ın günü ayrılığı ciddi ciddi düşünen?”
Sus pus. Gözler kırmızıya dönüyor.
“Konuştunuz mu kocanla hiç bu konuyu?”
“Hayır. Ne diyeceğimi bilmiyorum”
‘’Şöyle demeye ne dersin? Sevgili koca -ben neden bilmiyorum ama- bu evlilik içinde çok mutsuzum. Bu konuda ne yapacağımı bilmediğim için çaresizim. Senin yardımına ihtiyacım var. ’’
BÖHÖÖÖÖÖÖÖÖ!
Hay Allah! Bizim kız mutsuz olduğu gerçeğinden kaçarak yaşamaya öyle alışmış ki yaldız katmanını bir tırnak darbesi ile kazımak yetti karmaşaya.
Bağırmak istiyorum ona:
Ayıp olan mutsuzluk değil, mütemadiyen kendini ve kocanı kandırarak yaşadığın bu yalan ayıp.
Odanın ortasında koca bir fil, bunlar etrafında dolana dolana yaşamlarını sürdürüyorlar. Kalben bir bağ kuramıyoruz bari mortgage kâğıtlarımız üzerindeki ortak ismimiz bizi bağlasın. Belki ileride bir de çocuk yaparız, biraz daha dolanırız birbirimize. Dışarıdan. Ama içeriye kimse dokunmasın.
Sonra şunu düşündüm: Diğerinin gölgesi bana bu kadar zahiri ise, benim gölgem de dostlar tarafından net bir şekilde gözlemleniyor olsa gerek. O yüzden diyorlar zaten yoga ancak diğerinin var olduğu yerde başlar diye.
Bugün hocam Zhander Remete şehrimize geliyor. Önümüzdeki on gün boyunca kendi gölgelerimizi görebilelim diye öyle bir eğip bükecek ki… Kör noktamızda saklı koca filleri görmek kısmet olacak mı bir sonraki yazıda anlaşılacak bakalım!