Yalnızlık duygusu, insanın duygularının yelpazesi içinde belki de en “komünist” duygudur. Çünkü zengin-fakir, güzel-çirkin, genç-yaşlı ayrımı hiç mi hiç yapmadan kendisini eşit bir biçimde ifade eder.
Örneğin; çağımızın en yaygın hastalıklarından “stres”, kent yaşamında köy yaşamından çok daha yaygın olduğu halde, “yalnızlık” için böyle bir ayrım söz konusu değildir.
Yalnızlık deyince duygusal yalnızlığı insanın duygu dünyasında kendisini yalnız hissetmesini kastediyoruz tabii ki. Fiziksel tek başınalığı değil.
Kalabalık içinde kendini yalnız hissetme duygusunu hiç yaşamamış insan var mıdır bu dünyada?
Eğer kişi, kendisini ya da başkalarını yalnızlık hissetmediği konusunda aldatmaya çalışmıyorsa, “kalabalık içinde yalnızlık” duygusu ona yabancı gelmeyecektir.
“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz,” diyor Özdemir Asaf. Gerçekten de yalnızlık, duygularımızı içtenlikle paylaşacak birinin olmaması demektir. Her insan, kendisini yargılamadan dinleyecek birine ihtiyaç duyar.
Bir insanın zamanını ve ilgisini bizi dinlemeye ayırması, bizi anlamaya çalışması, “iyi ki varsın” demesi bize değerli olduğumuz duygusunu verir.
İnsan, değer verdiği birini bilmeye, anlamaya, tanımaya çalışır. Ona emek verir. Kendi iç dünyasını da içtenlikle paylaşır. Bize güven duyduğunu gösterir.
Yaşamımızda böyle birinin olmaması ise, yoğun yalnızlık duygusu yaratır.
İnsanların büyük çoğunluğunun belki birçok tanışı vardır, arkadaşı vardır ama tek dostu bile yoktur -seni, senin kadar önemseyen, duygularına değer veren bir dost.
Böylesine dostluk çıkarlara ya da kendi yalnızlığımızı avutma çabasına dayanmaz.
Temeli sevgidir dostluğun.
Dost, insanın aynı ya da karşı cinsten arkadaşı olabilir. Eşi veya sevgilisi olabilir. Ünlü şair Aragon, “Ben ancak dostumla yatarım,” diyerek, cinsel birlikteliğin temelinde dostluk olmasının, “olmazsa olmaz” bir koşul olduğunu dile getiriyor.
Çiftlerin birbirlerinin dostu olmadığı evlilikler ise, tüm dünyada yaygın biçimde görülüyor. Evli olmanın, yalnızlığa çare olmadığını da yaşayan bilir. Buna rağmen sırf yalnızlıktan kurtulacağı umuduyla evlenen nice insan var.
Dostluk, sevginin var olduğunun göstergesidir. Yalnızlık ise sevginin olmadığının. Bu yüzden kabullenilmesi en zor duygudur.
Kızgınım, üzgünüm, mutsuzum demek daha kolaylıkla söylenir de, “yalnızım” demek çok zordur. Çünkü, bu dile getirilmekten korkulan sözcük, “kimse beni sevilmeye, değerli bulmaya layık görmüyor” demenin özetidir.
Bu nedenle de yalnızlık biraz da sevme korkusu değil midir? “Ya beni sevmeyen bir insanı seversem… Ya sevilmezsem… Böyle bir risk alacağıma, yalnızlığın dehlizinde kalmayı sürdürürüm. Hiç olmazsa yalnızlığıma alışkınım” diye düşünür yalnız insan.
Bu korkularını bilinçli olarak dile getiremese, hatta bilincine bile çıkarmamış olsa hissedilen korku, sevme-sevilmeyle ilgilidir.
Yalnızlığını yadsıma konusunda insan çok yaratıcıdır. Bir tanıdığım gündüzleri bir şekilde oyalanıyor ama gecenin yalnızlığını akşam sekizde yatağa girerek uyutmaya çalışıyor. Bir başkası, günübirlik yatak arkadaşlıklarıyla yalnızlığını gidermeye çalışıyor. Ona “nemfoman” diyorlar, “kolay kadın” diyorlar.
Aslında açlığını çektiği şey cinsellik değil, cinselliğini kullanarak gördüğü geçici ilgi. Erkeklerin ilgisini çekecek başka bir şeyi olmadığını kabullenecek kadar kendisini değersiz görüyor. Onunla yatmak için söylenilen bir iki tatlı söz, ona kısa bir an için bile olsa, önem verilen, sevilen kişi olduğu duygusunu yaşatıyor.
Kimileri akşamları o bar senin, bu bar benim geziyor, alkole sığınıyor, kimileri komedyen kişiliğiyle ilgi odağı olarak yalnızlığının acısını biraz olsun hafifletmeye çalışıyor.
Gülen palyaçoların ardında ağlayan bir insan vardır.
Teknolojik iletişimin olağanüstü hız kazandığı günümüzde, duygusal iletişimsizlik yani yalnızlık duygusu da aynı hızla insanlığın ortak kaderi haline geliyor. Bu hastalığın bulaşmadığı insan sayısı, sevmesini gerçekten bilen insanların sayısıyla eşit.
İnsanın kendisini aldattığı bir başka konu da, sevme yetisine sahip olduğunu sanması…
Sevme olgusu, her insanın içinde potansiyel olarak var. Ama ortaya çıkması, ifade bulması için, kendini tanımak için emek vermesi gerekiyor. Piyano çalmak yeteneğine sahip bir insan, nasıl bu konuda ders alarak, pratik yaparak, çalışarak, emek ve zaman harcayarak kendini eğitme sürecinden geçiyorsa, sevmeyi bilmek için de emek, çaba ve kendini tanıma süreci gerekli.
İnsan genellikle bilinmeyenden, bilmediği şeyden korkar. Sevmeyi bilmeyen insan da, her bilinmeyenden korktuğu gibi sevmekten de korkar.
Bu yüzden sevgiyi, sevmeyi bildiği konusunda kendisini aldatmaya çalışır. En çok ihtiyacını duyduğu şeyi bilmediğini kabul etmek ona acı verir. Ve acı duyduğunu yadsır.
Oysa kabullenme farkındalığın ve sevgiyi bilme sürecinin başlangıcıdır.
Ama çoğu insan uzun vadede haklı olmayı seçer… Ve haklı olarak ölür.
En sık tekrarlanan söz ise “Ben sevmeyi biliyorum ama hep insanlardan kazık yiyorum”dur.
Çünkü sevginin bir alışveriş olduğu sanılır.
Oysa sevgi sevgiyi çeker.
Sevgi sevgiyi üretir.
Sevme korkusu sağlıklı iletişimi, içtenliği, yakınlaşmayı, güveni engeller.
Sonuç: Yalnızlık.
Kaynak: Yaşam Cesurları Sever/ Nil Gün