Aydınlık güzeldi, ferahtı. Kocaman bir oh çekip derin bir nefes almıştı. Ama hala bir şeyler eksikti. Oyunun kurgusu gereği büyülü iksir bulunmalıydı ve geri dönüp ihtiyacı olanlarla paylaşılmalıydı. Oyunun ikinci bölümü için düğmeye basmak üzere yolu tesadüfen! bir falcıya düştü.
Bir arkadaşıyla çocuklarını parka götürdüler bir hafta sonu. Parkın tuvaletleri kapalı olduğundan çocukların tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak için arkadaşının arkadaşı olan bir bayanın evine gittiler.
Evde yoğun bir telaş vardı. Bayanın kızı başka şehirde olan okuluna yolcu edilmek üzere hazırlıklar yapılıyordu. Biz hemen çıkalım diye ısrar etmelerine rağmen bir kahve içmeden bırakmadı onları ev sahibi bayan. Kahve olur da fal olmaz mı. Arkadaşı ‘’Ayşe Abla çok iyi fal bakar, kapat da falına baksın’’ deyip kapattırdı fincanını.
Fala inanmamasına rağmen arkadaşının hatırı için kapattı fincanını. Ayşe Abla sanki ilahi bir kanaldan vahiy alır gibi içinde ne varsa fincanda bulup anlatıyordu hepsini bir bir. Fincan elinde bir aksesuar gibi hareketsiz duruyor ama o görünmez bir alandan okuyordu sanki olmuşları ve olacakları. Olmuşlar birebir tutuyordu. Olacaklar ise muallakta kalanlar, bir türlü olmasına karar verilemeyenlerdi.
‘’Biri var, sarışın ve geniş omuzlu bir adam. Sürekli senin peşinde dolanıyor. Dört katlı bir evi var bunun, en üst katı teraslı yarım kat. Ev iki yolun kesiştiği bir arazide ve deniz manzaralı. Bu evin ikinci katını yaparken bu kişi hep seni düşünmüş, seni hayal etmiş o evin içinde. Eğer evlenme teklifini kabul edersen çok mutlu olacaksın.’’ diyordu Ayşe Abla.
Evi görmüştü. Sarışın ve geniş omuzlu dediği adam evde yaptığı mangal partisine davet etmiş ve kız kardeşiyle bu davete katıldığında falda söylenenle birebir aynı olan evi görmüştü. Sadece bir eksik vardı. Tek bir yol geçiyordu evin önünden ve ileride yan tarafından geçip kesişecek olan yol henüz yoktu. Gelecekte yan taraftan geçecek olan yolu bile görmüştü. Tüyleri diken diken olmuştu falcıyı dinlerken. Fala olmayan inancı, asla dediği bir gerçeği daha ‘’çok mutlu olacaksın’’ sözlerinin kulaklarında çınlaması ve bedenini sarsıp durmasıyla sarsılıyordu. Nasıl olurdu da bu kadar ayrıntıyı bir fincanın içinde görebilirdi. Bu kadar ayrıntıyı birebir görebiliyorsa mutluluğu hakkında gördükleri de doğru olabilirdi. Eve döndüğünde bu şaşkınlığını kız kardeşiyle paylaşırken falcıda kendini tuttuğu gibi tutamıyor, bedeni ve ruhu çözülüyor, gözyaşlarına boğuluyordu. Falcının işaret ettiği mutluluğa kendini bırakmak istiyordu.
Karanlık bir tünel daha işaret ediliyordu ikinci bölümde. Tünelin sonunda ise mutluluk denen ışık göz kamaştırıyordu. Işık öylesine güçlü parlıyordu ve öylesine çekiciydi ki karanlığın içinden çıkabilecek her şeyi göze almaya ve hepsiyle savaşmaya değerdi.
Tünelin içindeki birçok karanlıktan bahsetti ona sarışın ve geniş omuzlu adam ama bana mısın demedi kadına. ‘’Benim üzerinden gelemeyeceğim hiçbir şey, anlaşamayacağım hiç kimse yoktur. Kendime güveniyorum, sonunda yeter ki mutluluk ışığı sarıp sarmalasın bizi.’’ dedi ve oyunun ikinci bölümü böylece başlamış oldu.
Adam kadını tünelde kendi oyunuyla baş başa bırakıp, Play Stationdaki sanal oyunlarına daldı. Kadın kendi içindeki ve dışındaki tünellerde gerçek sandığı bir savaş verirken adam sanal şavaştan başını kaldırmıyordu. Kadın hem tüneldeki mücadelesini sürdürüyor hem de falcının işaret ettiği mutluluğu yakalamaya çalışıyordu. Adam oyunundaki mumyayı bir türlü ele geçiremiyordu. Bana ve mutluluk oyunumuza ne zaman sıra gelecek der gibi, ‘’oyunun bitmesine daha ne kadar var’’ diyordu kadın ara sıra. Az kaldı, diyordu adam ve az sonra bitiyordu oyun. Kadın sevinçle ‘’bitti mi’’ diye sorduğunda, ‘’bu bölüm bitti şimdi bundan sonraki bölümde sıra’’ diyordu adam. Kadın kursağında takılı kalan sevinci göz yaşlarıyla boşaltmak üzere tek başına çekiliyordu yatak odalarına. Bir yandan kendi arkasından dönen acı dolu ve gerçek sandığı oyunları bitirmeye çalışırken bir yandan da adamın sanal oyunlarının bitmesini bekliyordu kadın. Bittiğine sevinmiyordu artık.
Bittiğinde hemen yeni bir oyun daha alıyordu adam ve aynı hırsla devam ediyordu oynamaya. Gerçek bir dokunuşu ve mutluluğu sanal mutlulukla değişiyordu. Tüneldeki karanlıkla mücadeleyi kadına yıkıp kendi sanala sığınmış, kendi karanlığından, kendi gerçeğinden sanala kaçıp duruyordu. Kadın da hak etmemiş değildi aslında. ‘’Ben yaparım, ben üstesinden gelirim’’ i öyle bir söylemişti ki adama gerçeği bana bırak sen sanala kaç demişti adeta. Adam da onu yapayalnız ve savunmasız bırakıp sanala kaçıp duruyordu.
Evleninceye kadar savaşıp durduğu karanlıkla kadın savaşıyordu nasılsa artık. Karanlığı üstlenmiş ve adama sadece kendisini mutlu etme işini bırakmıştı kadın. Dışarıdaki savaştan onu soyutlamış olsa da adamın içindeki savaş dışarı sanal savaş oyunlarıyla çıkıyordu. Adam; mumyayla savaşıp dururken, kadın; ona tarih öncesinden kalma gibi gelen mumyalanmış, katı bir gerici zihniyetle savaşıyordu.
Çok geçmeden kendi başına verdiği savaştan yorgun düşüp hastanelik oldu kadın. Ama adam yorulmak nedir bilmeden sabahlara kadar oynuyordu. Hastaneden çıktığı o gün, iyi olmasına rağmen sabahtan akşama kadar yataktan çıkmadı ve savaşmayı bırakıp teslim olmayı seçti. Bunu nasıl yapacağını, nerden başlayacağını tekrar tekrar kurguladı. Önce savaştığı kişilerin yalancılıklarını ve iftiracılıklarını kabul edecekti. Onu hastanelik eden de basitçe yalan söyleyip iftira atmalarını kabullenememekti. Değiştirmeye çalışıp kendini hastanelik edeceğine, yalancılıklarını ve iftiracılıklarını kabullenip kendi keyfine bakacaktı.
Adamla mutlu olma hayallerini de yıktı o gün. Kendi kendisiyle mutlu olmaya karar verdi. Adama vermek istediği ve oyun bitmediğinden dolayı veremediği ilgiyi ve sevgiyi kendisine vermeye karar verdi. Sinir krizleri içinde hastaneye giden bedeninden ve ruhundan eser kalmamıştı. Bir ucu hastalık bir ucu şifa olan sihirli değnek, geçirdiği sinir krizi sonucu elindeydi. Koca gün değneği evirdi çevirdi her iki ucunu da iyice inceledi. Şifa olan ucuyla kendine dokundu durdu. Yaşamına o uçla dokunmak üzere bambaşka biri olarak yataktan çıktı.
Yine yalan söylediler, yine iftira attılar. Hastane öncesi olduğu gibi delip geçemedi bu yalanlar ve iftiralar kadını. Aldığı kararla önce sadece değip geçmesine izin verdi kadın. Kabullendikçe ise dokunamadan yarı yoldan geri dönmeye başladı yalan ve iftiralar.
Kadın savaşmayı bırakıp kabullendikçe, sevmek ve sevilmek için adamı beklemeyi bırakıp kendini sevdikçe karanlık tünelden ışık hızıyla geçip tünelin sonundaki ışığa ulaştı.
Bir ağaçtı bu ışık ve bilgi yüklü elmaları olan. Elmaların ışığı ruhunu kamaştırdı, bilginin tadı ruhunu sulandırdı kadının. Bir an önce bir tane koparıp ruhuna indirmek için can atıyordu kadın. Kimseler görmeden kopardı, oracıkta indirdi ışık ve bilgi yüklü elmayı ruhuna. Ruhundaki açlık bir parça da olsa yatıştı. Ama öylesine açtı ki ruhu, kışkırttı kadını ”git ve fırsat buldukça doyur beni” dedi.
Kadın fırsat buldukça bilgi ağacına (bilgisayara) koşar oldu. Kopardığı ışık ve bilgi yüklü elmaları yedikçe kendi özündeki ışık gözlerinden, bilgi dilinden dışarı vurmaya başladı. Adam kadındaki ışığın yükselişini kötüye yorup, kadının ezberini bozan yeni bilgiyi tehlikeli bulmaya başladı. Bilgi ağacına yaklaşmasını ve elmalardan koparıp yemesini yasakladı. Kadın, adamın da ışık ve bilgi yüklü elmalardan yerse onu anlayacağını düşünüp, adamın yasakladığı elmayı adama yedirmek için uğraştı durdu. Kendine yaptığı iyiliği adama da yapma çabaları kadının cennetten kovulmasına sebep oldu.
Falcının söylediği mutluluğu bulmak için gittiği cennet sokaktaki evden, adamın yasakladığı bilgi ağacından ve elmasından uzak durmadığı için iki yıl önce yine bir 7 Aralık günü adam tarafından kovuldu.
Işık ve bilgi yüklü yasak elmanın tadını almıştı kadın. Bir türlü paylaşamadığı mutluluk gibi yasak elmayı da adamla paylaşmayı başaramamıştı. Adam ya bilgi ağacından uzak duracaksın ya da çekip gideceksin burdan deyip kadını keskin bir yol ayrımına getirmişti. Yalancı cennetten kovulmayı göze alıp, yediği ışık ve bilgi yüklü elmaların verdiği güç ve cesaretle gerçek cenneti bulmak için yola çıktı o gün kadın. Kendine gerçek cennetin yolunu açan bilgi ve ışık yüklü yasak elmaya nasıl ulaşacağını biliyordu artık.
Karanlık bir tünele daha girmekten korkmadı kadın. Ama bu kez yediği yasak elmanın yükselttiği ışığıyla tünelden geçmesi ve tünelin sonuna varması çok kolay oldu. Tünelin sonuna vardığında kendi cennetinde bir elma ağacı olarak buldu kendini. Yediği elma yüreğinde kök salmıştı. Kök salmakla kalmamış, ışıktan ve bilgiden elmalarını yiyecek cesareti olanlara sunmak üzere çiçek açmıştı.
Falcının söylediği ”evlenme teklifini kabul edersen çok mutlu olacaksın” cümlesinden beklediği görünen sanal mutluluğu değil görünmeyen gerçek mutluluğu yakalamıştı kadın.
Bugün sanal cennetten kovuluşunun ikinci yıldönümü kadının. Onu kovan adammış gibi görünse de kendi içindeki Tanrı tarafından kovulduğunu, adamın sadece buna vesile olduğunu biliyor.
Falcıyı ve adamı buna vesile eden kendi içindeki Tanrı’ya şükrediyor.
Kendini sevmekle başlayan, kendine güvenmekle beslenen, kendine inanmakla tamamlanan varoluş serüvenine çıkış yolculuğunun ikinci yıldönümünü ”Son Havva” diyerek ilham veren içindeki bilgeyle kutluyor.
Yıldönümün kutlu olsun Son Havva.
Son Havva mı dediğinizi duyar gibi oluyor kadın. Ama kadın içindeki O’nun yalancısı ya da doğrucusu. Siz nasıl kabul ederseniz öyle olsun diyor.
Biz Son Havva’lar Adem’lerimize-adamlarımıza yediremedik ne yazık ki yasak elmayı. Biz mi başaramadık, Ademler-adamlar mı direndi yoksa günümüzün Havva’ları tek başına kovulup, bu yolculuğa yalnız mı çıkmayı seçti? Bunu da ben de Son Havv’lardan biriyim diyenler düşünsün ve bulsun.