Birkaç gün önce izlediğim bir filmde yer alan bir cümle beni çok etkiledi. “İnsanlar için yaktığınız her ışık sizin de yolunuzu aydınlatır.”
Bütüne katkının zaten o bütünün ayrılmaz bir parçası olan bireye de katkı sağlayacağını bize hatırlatan ne güzel bir ifade. Ancak bizler, ne zaman ki, o bütünün her birimizin içinde zaten var olduğunu unutup, boşlukta tek başına asılı şekilde yaşama tutunduğumuzu zannetmeye başlıyoruz, işte o zaman öncelikli çabamız kendimize katkı, -daha doğrusu çıkar-, sağlamak üzerinde yoğunlaşıyor. Üstüne üstlük, çağımızda bireysellik, üstün bir özellik, başarının anahtarı, özgürlüğün ve bağımsızlığın olmazsa olmaz koşulu olarak pompalanıyor her birimize. Bireyselliğin desteklendiği gelişmiş toplumların ekonomideki, demokrasideki, insan haklarındaki üstünlükleri üzerine nutuklar atılıyor.
“Ben” ve “Biz” kavramlarına yüklediğimiz anlamlar ve bu kavramların değerlerimiz içindeki öncelik sıralaması ne kadar belirleyici yaşamımızı nasıl şekillendirdiğimizde. Belki de doğu kültürü ile batı kültürünü birbirinden ayıran en belirleyici özellik bu. Biri “ben”i yaşamının odağına yerleştirerek, onun çıkarı ve başarısı için “biz”i göz ardı etmeyi bir değer yargısı haline getirmişken, diğeri “biz”in koruyucu şemsiyesi altında “ben” olmaktan vazgeçmeyi salık veriyor öğretilerinde. Batı kültürü bu haliyle insanları cesur, özgür ve güçlü kılarken bencilliğe, acımasızlığa ve yalnızlığa sürükleyerek parçalıyor. Doğu kültürü ise hoşgörü, şükran ve paylaşmayı ilke haline getirirken insanları, haksızlığa uğrayan, seçimlerini diledikleri gibi yaşayamayan, gelişemeyen sürüler olmaktan koruyamıyor.
Bana göre, her ikisinde de eksik bir şeyler var. “Biz”in olmadığı yerde “ben”in tek başına var olmak için türlü savaşlara baş vurması ve “ben”in olmadığı yerde “biz”in amaçsız, iradesiz, seçimsiz bir sürüye dönüşmesi gibi. Bir üçüncü yol olmalı. “Ben” ve “biz”in el ele yürüdüğü. Başkaları için yaktığımız ışıkların kendi yolumuzu da aydınlattığı.
Dünyanın en zengin, en güzel, en başarılı insanı da olsak, sahip olduklarımızın gerçek değeri tüm canlı evreninde yarattığı katma değer ölçüsünde belirleniyor. Ve bize kendimizi değerli hissettiren de sahip olduklarımızın maddi karşılığından çok, yarattığı evrensel katma değer. İşte tam da bu yüzden para ve güç tek başına mutluluk getirmiyor, o para ve gücü ne şekilde kullandığımız mutluluğumuzda belirleyici oluyor. İşte tam da bu yüzden, paylaşmanın mutluğunu hiçbir şeye değişmiyoruz, karşılık beklemeden verdiğimizde içimiz tarif edilmez bir huzurla doluyor. Mum dibini aydınlatmaz demiş atalarımız. Yani, başkalarına rağmen kendimiz için binlerce mum yaksak da aydınlanamıyoruz, yaktığımız her mumla sadece biraz daha eriyoruz, kendimizi yakarak tüketiyoruz. Ancak, sadece kendimiz için değil, evrensel fayda için yaktığımız mumlar yolumuzu aydınlatıyor.
Yaşam hiç kolay değil. Hepimizin, yaşam yolculuğumuzda karanlıkta kaldığımız, yolumuzu, yönümüzü şaşırdığımız, bir ışığa ihtiyaç duyduğumuz dönemler oluyor. İşte böyle dönemlerde, çoğumuz, kendi içimize dönüp, tüm enerjimizi ve gücümüzü kendimizi aydınlatmaya çalışarak tüketiyoruz. Bize öğretilen “bireysellik” değerlerinin etkisinde, kendi kendimizi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz. Oysa, belki de en çok bu dönemlerimizde hatırlamalıyız ki, karanlıkta kaldığımızda, en güzeli var olan enerjimizi diğer insanlar için ışık yakmak için harcamak ve evrensel faydaya odaklanmak, o zaman, koşulsuz ve karşılıksız vermenin ve insanları mutlu etmenin aydınlığı bizi sarıp sarmalayacak, enerjimizi artıracak ve “biz” “ben”i ayağa kaldıracak.