Yapım şirketi görevlisi iyice sarhoş olmuş geceyi bırakıp gitmeyi kıyamadığından, dağıtıp gitmeyi düşünerek yapımcıya telefon açmış ve şikayet etmeye başlamıştı. Bengi herkesi kumsala topladı, içip içip eğleniyorlar, yarın çekimler var ama kimsenin umurunda değil, dağılmıyorlar deyip herkesi şoka uğratıyordu. Neyse ki kendini ve orda olan biteni bilen yapımcının oğlu telefonu alıp her şeyin yolunda olduğunu babasına anlatıyordu. Belki de haklıydı, Allah söyletmişti, Bengi gitarı almasa kumsala taşmazdı gece ve sıradan bir şekilde son bulabilirdi. Ama iyi ki aldı ve bu güzel geceyi hem kendine hem annesine hem de değerini bilenlere armağan etti.
Onun olduğu her yerde böyle güzellikler hep olmuştur ve hep olacaktır. Ben bunları düşünürken bir de baktım ki yine bana karşıdan el kol hareketleri yapıyor ve ona mı bana mı diye şarkıya verdim dikkatimi. Söyleyenler sonradan kork dedikçe o bana sonradan korkma deyip kafasını geri atıyor, sen ve ben sonradan korkmuyoruz diyordu ağız ve el-kol hareketleriyle. Armağanların en büyüğü buydu işte. Sonradan korkma diyordu kızım bana.
Şarköy’e gideceği gün sonradan korkmamayı deneyimleyerek, sapasağlam bilincine katmış ve öyle gitmişti. Ve bunun bilincindeki kalıcılığını görmek beni duygulandırmıştı. Sonradan korkma kızım, korkulacak hiçbir şey yok. Öncesi de sensin, sonrası da sen. Öncenin içindeki de sen, sonranın içinde seni bekleyen yine sen. Sonrasında ne olmasını seçiyorsan o da sen. Sonradan korkma, kendinden korkma. Sonraya güven, kendine inan. Hepsi sensin ve senin içinden dışarı çıkanlar, çıkacak olanlar. Sonra da seni kucaklayacak, seni yarı yolda bırakmayacak bir senin varlığını bil ve bunu dışarı çıkarmayı, yaşamına katmayı seç yeter.
Yönetmenin oyuncularını, benim de benlerimi keyifle izlediğim güzel bir gecenin ardından sonra neden apar topar yönetmenlerin yanına oturtulduğumu da çözmüştüm. Bir yönetmenle ilk kez tanışmıştım. Benim içimden çıkacak benlerle kurulacak olan hayat oyunumun yönetmeni olduğumun farkındaydım artık. Ve bu farkındalığım ilk kez tanıştığım bir yönetmenle kendini canlı canlı yaşatıyordu bana. Yönetmen ben’im, beni apar topar onların yanına oturtmuş, arkamıza siper edilen hasır şemsiyelerle kendi krallığını yöneten bir kraliçe gibi hissettirip duruyordu kendimi bana. İçimdeki yeni ben dışıma çıkıp gözüme gözüme sokuyordu varlığını.
Eski ve yeni benlerimi hem içimde hem dışımda kucaklayarak dolu dolu geçirdiğim üç gün üç geceden sonra, kucaklamakta zorlanacağım benlerim varsa onlarla da yüzleşmemi ve kucaklaşmamı sağlayacak bir başka yolculuk dileyerek, nice nice benlere, nice nice yolculuklara diyerek yola koyuldum.
Gidişim kendimeydi…Dönüşüm de kendime…
Yaşam kendimden kendime yaptığım bir yolculuktu.
Sona doğru, sonludan sonsuzluğa doğruydu gidişim.
Sona Doğru
Kim kanattı ellerimi
Kim çizdi ellerimdeki yol haritamı…
Hangi yol sona gidiyordu
Hangi yol sana…
Hangisinde sen vardın
Hangi senin içinde gerçek ben…
Yollar tükenmek üzere
Sana az kaldı, sona çok var…
Her son yeni bir başlangıçla tamamlıyor çemberi
İkinciye geçtiğimde
Bıraktığım izler aydınlatır mı yolumu…
Yolda bıraktığım sen
Geçerken yanından siler misin kanattığın ellerimi
Yazdığın şiirler gibi
Yol haritanı da sen çizdin der misin…
Sonu gelmeyen bir yolu, sana gelmeyen bir yolu
Hangi falcı kanayan avuçlarımda bulup gösterebilir ki
Kanayan avuçlarımı kendimden öte şefkatle kim öpebilir ki…