Üstbenliğimiz; altbenliğimiz ile antlaşmalı olan ve sadece çağırıldığında iletişime geçen, yardım eden tanrısal benliğimizdir. Tanrısal doğruları bilen içimizdeki bilgedir. Tanrı ile iletişim içinde olan, Tanrı’nın içimizdeki en büyük parçası ve ışığıdır. Bize aittir, bizimdir, içimizdedir.
Bizden çok uzakta olduğunu düşünüp, dışarda aradığımız, gökyüzüne seslenip nerdesin diye sorduğumuz, en sonunda içimizde bulduğumuzdur. Göğümüzde değil, göğsümüzde bizim O’nu bulmamızı ve anahtarı bizde olan kapıyı açıp O’nu özgürleştirmemizi sabırla bekleyen gerçek ve öz benliğimizdir. Kapıyı açacak anahtar ise üstbenliğimize teslimiyettir.
Teslimiyet ise; altbenliğimizi (egomuzu, insani benliğimizi) koşulsuz ve yargısız kabullenme ile, yok etmeye çabalama ile değil, kabullenme ile,
Altbenliğimizden yansıyan deneyimleri sevgi ve şükran ile karşılayıp ve bu deneyimlerde altbenliğimize ayna olanları affetme ile,
Üstbenliğimize şüphesiz ve sonsuz inanç ile,
Üstbenliğimizle altbenliğimizi dengeleyip bütünleştirmeyi aşk ve tutku ile isteyerek oluşur.
Altbenliğimiz teslimiyetten hiç hoşlanmaz. Teslimiyetten alıkoymak için sık sık yoklar ve küçük de olsa zaman zaman tuzağa düşürmeye çalışır. Bu gibi durumlarda üstbenliğime seslenirim. ”Olanı senin bakış açınla algılamak istiyorum, olanda bana ulaştırmaya çalıştığın farkındalığı altbenliğimin tuzağına düşmeden sevgiyle kucaklamak istiyorum, bana yardım et,” derim.
Bir seçim yapmam gerektiğinde ve içinden çıkamadığım durumlarda da hemen O’ndan yardım isterim. Derdimi anlatırım. ”Senden, içimden gelecek cevabı olur da duymazsam, dışarıdan işitsel ve görsel olarak bana ulaşmanı istiyorum. Bunu benim için sonsuz kere yaptığın için ve bir kez daha yapacağın için şükrediyorum,” derim.
Beklentide olunca ve sorunun hemen ardından cevap gelmiyor elbette. Hiç beklemediğimiz bir anda, an’da ve O’nda olunca, ansızın geliveriyor.
Ses olarak geliyorsa, göğüs boşluğundan, kalp civarından gelir. Az, öz ve derindendir. Sakin, sade, yumuşak, sevgi doludur. Doğruluğundan emin ve kararlı bir sestir. Israrcı değildir. Bir kez kısacık ve net söyler ve çekilir geri. Gerisini bize bırakır. Sevginin sesidir. Tanrı’nın sesidir.
Bazen de bir bilme halidir. Birden bilir oluruz ne yapmamız gerektiğini. Ansızın içsel bir aydınlanma ve ferahlama yaşarız. Cevabı dilimizde buluruz. Bazen rüyalarımızda ulaşır beklediğimiz cevap. Bazen de cevabı sayıklayarak uyanırız.
Verilecek cevabın niteliğine göre değişir cevabın geleceği alan.
Farkındalık halinde olursak, üstbenliğimizin bizi cevapsız bırakmadığını görürüz.
Şunu da bilmeliyiz elbette, içinde bulunduğumuz andaki çıkmazlarımıza çare olabilecek cevapları verir, seneye bugün ya da çocuğum büyüdüğünde gibi gelecekle ilgili ya da bizim dışımızdaki kişilerle ilgili sorular cevapsız kalacaktır.
O’nun sesi, zihin bölgemizden gelen sesle karıştırılmamalıdır. Zihinsel aktivitelerimizin tümü altbenliğimize aittir. Altbenliğimiz gevezedir, hiç susmaz. Öfkeli ve endişelidir. Israrcıdır ve korkutup durur. Kararsızdır, önce olur der, bir bakarsınız ki olmaza çevirir. Zihinsel fırtınalar estirip ordan oraya savurur. İçinden çıkamadığınız durumu daha da bir karmaşıklaştırır.
Altbenliğimizi hepimiz çok iyi biliyoruz zaten. Yıllarca onun kontrolünde yaşadık. Onu anlatmama bile gerek yok aslında. Üstbenliğimizi anlatmak benim asıl amacım ama zorlanıyorum elbette yaşadıklarımı aktaracak sözcük bulmakta.
Üstbenliğimiz de aşk gibi sanırım, anlatılamaz yaşanır.
Belki de aşkların en büyüğü ve en anlatılamayanı. Ve herkesin kendi içselliğine özel yaşadığı bir durum.
Ama üstbenliğim anlat beni dedi ve ben elimden geldiğince, O’nun yardım ettiğince anlatmaya çalışacağım…
Örnek vermek istiyorum sözcüklerin yetmediği yerlerde… Örneğimiz şöyle: İki tane annemiz var. Birinci annemiz altbenlik bir anne. Çocuğuna doğduğu günden beri çok sık ve çok mama veriyor. Ve yemesi için çok zorluyor. Çocuk yemedikçe, beğenmediğini düşünüp, çeşit çeşit yemekler yapıyor ve öfke ile dolduruyor çocuğunun önüne. Yemediğinde de korku dolu, açlıktan ölen çocuk hikayeleri anlatıyor çocuğuna. Bu anne aslında çocuğunu değil doyumsuz olan altbenliğini doyurma çabasında. Çocuğu ne yerse yesin doymadığını düşünüyor ve hep daha fazlasını sunuyor. Çocuğun ise bu çokluktan dolayı hem kafası karışık hem midesi. Hem annesinin ne yaptığını anlayamıyor hem de kendisinin ne yapması gerektiğini. Açlık kavramının oluşmasına izin vermemiş annesi. Çocuk acıkmadan koymuş yemekleri önüne. Acıkmadan zorla da olsa yedirmiş. Acıktığını bilmeyen çocuk, annesi istemeden önüne yığdığı için, hem istemeyi hem de neyi sevip isteyeceğini öğrenememiş.
Altbenliğimizin sesi bu annemiz gibidir. Zihinsel olarak allak bullak eder bizi.
İkinci annemiz üstbenlik bir anne. Doğduğu günden beri çocuğunun isteklerine kulak vermiş. Acıktığını ağlayarak ve beden dilini kullanarak belli eden çocuğuna, acıktığında mama vermiş. Çocuk açlık duygusunu ve acıktığında bunu anlatmayı öğrenmiş. Annesinin onu aç bırakmayacağını ve istediğinde getireceğini öğrenmiş. Anne biliyor ki çocuk isteyecek, çocuk biliyor ki anne onun için en iyisini yapacak. Anne ben acıktım şunu istiyorum dediğinde, annesi yapmış önüne koymuş ve ne kadar yiyeceğini çocuğuna bırakmış. Sevgi dolu bir afiyet olsun deyip çocuğu yemeği ile baş başa bırakmış. Çocuk sevdiği yemeği kendi istediği kadar, kendi doğal güzelliğinde, döke saça yemiş. Annenin de gözü tok olan üstbenliği çocuğa hiçbir zorlama yapmamış. Sadece o güzel yemek yeme anının keyfini çıkarmışlar ikisi de. Annede memnun, çocuk da memnun ve olması gerekende bu sanırım.
Üstbenliğimizin sesi de böyledir. Gerekeni yapar, yaptığından emin olarak çekilir geri.
Altbenliğimizden gelen ses ile üstbenliğimizden gelen ses arasındaki fark da bu örnekteki gibidir. Altbenlik anne hem kendini daha fazla yorar hem de çocuğuna zarar verir. Üstbenlik anne ise yaptığından ve alacağı sonuçtan emin olarak sunar ve gerisini çocuğuna bırakır.
Üstbenliğimiz ses olarak ulaşamamışsa bize, ilgimizin olduğu, gözümüzün göreceği, kulağımızın duyacağı her yolu dener. Aklınıza ne gelirse, radyo, tv, internet, gazete, tabelalar, panolar, telefon görüşmesinde sarfedilen bir sözcük, yanından geçtiğimiz iki kişinin bize ulaşan konuşması, önünden geçtiğimiz kafede çalınan şarkının sözleri ve daha niceleri.
Bu mesajlardan ikisine örnek vermek istiyorum ben yine: Mutfakta çok net duyarım ben üstbenliğimin sesini. Kızıma çok sevdiği sigara böreği hazırlamak için mutfağa geçtim ve malzemeleri hazırlarken, dia dedi içimdeki ses. Bu kadar ama sadece dia. O biliyor, tek kelime de olsa anlayan anlar çünkü. O, bunu der demez altbenliğim gevezeliğine başladı hemen. Boşver şimdi diayı. Üç kuruş paran var zaten gidip onu da bitirme. Şimdi o yokuşu tırmanmaya değmez. Yarın sahile iner, hem yürüyüşünü yapar hem de ordaki markete uğrar, onun servisiyle kapına kadar gelirsin.
Üstbenliğimden gelen sesi yakaladığım gibi altbenliğimin engel olma çabalarının da farkına vardım.
Hemen gitmeliyim, dia’da ihtiyacım olan bir şey ya da bir mesaj olmalı, diye düşündüm…. Üstbenliğim bana bunu çok yaptı çünkü.
Hemen gitmek üzere evden çıktık kızımla. Sonsuz bir inanç, sevinç ve şükürle gidiyordum. Bunları yaşamaya bayılıyorum çünkü.
Girdik içeri… Görsel, işitsel, sezgisel bütün algılarım sonuna kadar açıktı. Et ve şarküteri bölümünde kampanyalı ürünler vardı. Hepside kızımın sevdiği şeylerdi. Ve ben evimizdeki, kızımın sevdiği son malzemeyi kullanıyordum kızımın yemeğini hazırlarken. Orda ağlamamak için zor tuttum kendimi. Eve geldiğimde ağladım ve şu anda da ağlıyorum bunu paylaşırken. Sevinç gözyaşları bunlar elbette.
Altbenliğim acılarla ağlattı yıllarca; şimdi ise üstbenliğim mutluluktan ağlatıyor beni. Her iki benliğime de gözyaşlarım helal olsun. Alt basamağa basmadan üste ulaşamayacağımı çok iyi biliyorum çünkü. Üst basamaktaki yaşam manzarasını bırakıp alta inemeyeceğimi bildiğim gibi.
Üstbenliğimin evimdeki yiyecekleri bile takip edip, beni cebimdeki parayı en iyi şekilde değerlendirebileceğim bir alışverişe yönlendirmesi, kızıma yemek hazırlarken onun sevdiği şeylerin evimizde olmasını istemesi beni çok, hem de çok duygulandırmıştı. Çoğunlukla kızımın sevdiği şeyleri aldık ve dolu dolu iki poşetle eve döndük. Hem ağlayıp, hem şükredip hem de dolaba yerleştirirken aldıklarımızı, içsel bir ağlamayı bile hisseden bir çocuk olan kızım yanıma geldi ve neden ağlıyorsun anne dedi. Mutluluktan ağlıyorum, Tanrı’ya da teşekkür ediyorum senin bütün sevdiğin şeyleri çok ucuza verdi bize bugün, dedim. Orası Tanrı’nın marketi mi anne dedi. Evet kızım bugünlük orası Tanrı’nın marketiydi dedim. Biz Tanrı’nın üç küçük kızıyız, O bize her istediğimizi verir dedim. Ben küçük kızıyım, Bengi büyük kızı sen de annesi, dedi. Tamam kızım öyle olsun, dedim. Kızım beni ağlarken güldürdü ve kendisi de gülümseyerek odasına gitti. Öyle olsun Tanrı’m sende ailemize iyice dahil oldun artık, dedim içimden.
Üstbenliğin mesajları, Ayşegül serileri gibi anlat anlat bitmez. Son bir örnekle bitirmek istiyorum: İkili ilişkilere dair zihnimle içinden çıkamadığım bir durumda, ”Sana bırakıyorum, benim en hayrıma olan seçimi bana söyle,” demiştim. Birkaç gün sonra sahilde yürüyüşe çıkmıştım.
Yürüyüş ve sahil üstbenlikle bir ve bütün olmak için birebirdir. Tarafımdan defalarca test edilip onaylanmıştır bu. Önünden geçtiğim kafede çalan ilk şarkı cevap olarak fazlasıyla yeterliydi aslında. Ama üstbenliğim hep yaptığı gibi yine fazlasını verip, daha fazla şükretmemi ve mutlu olmamı sağlıyordu. Üç ayrı kafeden gelen üç şarkıyı da zihnime yazdım ve tamamladım yürüyüşümü. Eve geldiğimde üç şarkının da tam adını alt alta yazdım. Sorumun cevabı ve neden o seçimi yapmam gerektiği açık ve net ortadaydı. Bu konuyla ilgili sorulacak ve endişe duyulacak hiçbir şey kalmamıştı. Yapılacak tek şey üstbenliğime teslimiyet ve O’nun gösterdiği yöne akıştı.
Hep zamanki gibi büyük bir inanç ve güvenle, hazla ve coşkuyla akışa ve üstbenliğime teslim oldum.
O’na teslim olduğumuzda bizi alıp nereye götüreceği belirsizdir. Neler yaşayacağımız belirsizdir ama hepsinin bizim yararımıza olacağını hislerimiz bize anlatır. O’na inanıp güvendiğimizde ve şükrettiğimizde bize olan hizmeti çoğalmaktadır. Biz yeter ki alıcılarımızı ve vericilerimizi onun frekansında tutmayı bilelim. O, evrensel yayın yapan bir radyo gibidir, alıcılarımız ve algılarımız açık oldukça ve farkındalık halinde bulundukça her an, her yerden bize ulaşabilir. O’nun için hiçbir zorluk yoktur.
Eğer hala size ulaşamadıysa zorluk sizdedir. Siz O’ndan uzaktasınız demektir.
O sizin merkezinizde sizin oraya dönüp, O’na odaklanmanızı ve dışarıdaki arayışlarınızı bitirmenizi bekliyor. ”Artık zaman geldi, kendimi sana açıyorum, bana ulaşmanı ve bana yol göstermeni bekliyorum,” dediğinizde harekete geçecektir. İnançlı ve kararlı olmanız adım adım sizi O’na götürecektir.
Siz, sevgi markalı modeminizi hazırlayıp, kabul, inanç, şükür, istek dörtlüsünden oluşan kablonuzla gereken bağlantılarınızı yapıp, O’na başvuruda bulunduğunuzda evrensel ağa bağlanmamak için hiçbir sebep kalmayacaktır. Modemin üzerinde yanıp sönen ışıklar gibi üstbenliğinizin mesajları size ulaşacaktır. Sınırlı ya da sınırsız tarifeyi seçmek size kalmıştır. Ben dört aydır sınırsız tarife kullanıyorum.
Bütün çabalarıma rağmen, bütün özel anlarımı paylaşmama rağmen, tam olarak anlatamadığımı biliyorum. O anlatılmaz, yaşanır diyorum. Yaşayanlar çok olsun…