Anneler Günü yakında. Yine evlatlardan, eşlerden annelere yüksek fiyatlı, hayli şık düzenlenmiş çiçek demetleri veya köşedeki çiçekçi kadından alınmış bir demet karanfil ya da başka bir çiçek hediye olarak gidecek. Anneniz de gönderdiğiniz güzel görünümlü çiçekleri vazoya koyacak; doğal(!) kokusunu içine çekecek ve kokladığı çiçekle birazdan yaşayacağı baş ağrısı ya da alerji krizi arasında bağlantı kurmak aklına bile gelmeyecek. Üç beş gün sonra da çiçekçiniz tarafından özenle hazırlanmış bu çiçek demeti pis kokular yayarak çöpü boylayacak.
Annenize kesilmiş çiçek demeti yerine saksı çiçeği ya da saksı bitkisi göndermeniz onun sağlığı için daha uygun bir seçenek olabilir. Neden mi? Aşağıda yer alan Akdeniz Üniversitesi Araştırma Asistanı Didem Çabuk’un zihin açıcı yazısını dikkatle okuyun derim.
“Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Film Atölyesi kapsamında üç öğrencimizle 2012’de Antalya Aksu’daki göçmen işçilerin yaşadıkları sıkıntıları dile getirecek bir belgesel film çekmeye karar verdik. Ama önce hem işçilerle tanışmak hem mekânı görmek hem de neleri konu edinebileceğimizi belirlemek için işçilerin çalıştığı ve yaşadığı Kumköy’deki barakalara gittik. Mekâna yaklaştıkça enteresan bir koku sardı ortalığı, nefes almayı zorlaştıracak kadar keskin, ağır bir koku. Ne çöp, ne kanalizasyon kokusu; buram buram kimyasal yani, açık havada bile ciğerleri yakan cinsten.
İşçilerin yaşadıkları barakalara ulaştığımızda çocuklar sardı arabanın çevresini koşuşturarak; çoğu yalınayak, bakımsız, yarı çıplak… Önce çocuklarla tanıştık nefes aldırmayan o kokunun içinde. Sonra meraklı yetişkin bakışlar sardı çevremizi. Kendimizi tanıttık; kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve neden geldiğimizi anlattık. Yıllardır anma törenlerinde, özel günlerde gördüğümüz, aldığımız, kokladığımız karanfille de ilk kez tanıştık. Karanfilin ardındaki “gerçek” kokuyu soluya soluya…
Özel seralarda fidanların dikimiyle başlıyor karanfilin hikâyesi. Bu görev çoğunlukla Güneydoğu’dan gelen mevsimlik işçi ailelerinin “gelinlik” çağdaki kızlarına düşüyor; ya çeyiz parası ya da aile bütçesine katkı için. İleride daha gür çiçekleri olsun diye büyüyen fidelerin “kırım” işlemi gerçekleştiriliyor. Bir nevi budama işlemi. Bu aşamalar karanfil yetiştiriciliğinde görece sorunsuz aşamalar. Asıl sıkıntı çiçeklerin böceklere karşı ilaçlanmasında. Çünkü bu süreç korumasız, korunmasız ve ölçüsüz işliyor. Sabahın erken saatlerinde başlıyor ilaçlama işi. Kimyasal uyarılarla dolu sıvı ilaç kutuları tankerlere boşaltılıyor. Ne maskesi var çalışanların ne de eldivenleri. Gözlerimizden yaşlar aka aka (bu tamamen kimyasal ilacın gözlerimizi yakmasıyla ilgili) çekim yapmaya çalışıyoruz bir yandan. Ne bir ziraat mühendisi var etrafta ne de bir uzman. Çalışanların tabiriyle “şirketten” biri gelip anlatmış onlara vakti zamanında neyin nasıl yapılması gerektiğini. Görünüşte her tarafta, hatta ilaç kutularında bile uyarılar, talimatlar, güvenlik önlemleri yazılı. Yazılı olduğu için de vicdanlar belli ki rahat. Kaç kişi okuma-yazma biliyor, çalışanlar bu konuda nasıl bir eğitim almış, maruz kaldıkları zararın ne derece farkındalar gibi sorulara yanıt verecek bir “şirket” yetkilisi bulamadık ne yazık ki.
İlaçlama alanının az ötesinde çukur bir alan vardı. Etrafında yaşları 3-6 arası değişen çocukların oynadığı. Kimyasal atıklar bu çukurda yakılarak imha ediliyor. Kimyasal dumanları çukurun etrafındaki çocuklar da dâhil herkes soluyor. Çocuklar özgür, çocuklar mutlu… Ateşe düşme, kimyasal hava soluma, pis su içme, sağlıklı beslenmeme, giyinememe, barınamama, ait olamama, düzenli eğitim alamama özgürlüklerini sonuna kadar kullanıyorlar.
Seralarla işçilerin ve ailelerinin kaldığı barakalar yan yana; hemen Aksu deresinin doğu kıyısında. Şirket ailelere çalışma karşılığında alacakları ücrete ek olarak kalacak yer de vaat etmiş. Kalacak yerden kastedilenin ne olduğunu bilselerdi gelmeyeceklerini söyleyenlerin sayısı o kadar çok ki. Ama göç toplanmış bir kere; geri dönmek kaş yaparken göz çıkarmak gibi artık. İş kaygısı, para kaygısı, geçim kaygısı boğazlarında bir yumru. Söyleyecek çok sözleri var ama şirket korkusu yumruyu besleyip büyüttükçe çıkmasına izin vermiyor dudaklardan tek bir kelimenin bile.
Aksu’da yetiştirilen karanfiller zehirle ve acıyla dolu. Bedenimizi, ruhumuzu, insanlık onurumuzu zehirliyor. Oysa biz bu gerçeklerin çoğundan habersizce bu çiçeklerden ‘iyilik, güzellik’ bekliyoruz.”
Tabii bu sorun sadece Aksu ve karanfillerle sınırlı değil. Tüm kesme çiçek yetiştiriciliği için geçerli. Şu masum ve güzel görünüşlü çiçeklerin insan sağlığını tehdit eder hale geleceğini çok değil sadece kırk elli yıl önce tahmin edebilir miydik hiç?
Sevgiyle hoşça olun.
Nil Gün
Fotoğraflar: Songül Girgin