Berin Yavuzlar Kuraldışı Dergi için konuştu
Hiçbir şeyden çekmedi sarı saçlarından çektiği kadar. Bir de endamından… Gerçi o hep sırtını döndü eleştirilere ve bildiğini okudu. Evet, özel hayat diye bir şey bırakmadı, evet seks hayatını yazdı, evet hep sivri şeyler yaptı. Birilerini hep rahatsız etti, birçoklarını da kendine hayran bıraktı. Oysa kimsenin bilmediği bir şey vardı; onun hayatta kendini en çok ortaya koyduğu yer, hatta belki de tek yer yazılarıydı. Ödülü, gerçek hikâyeler oldu. Gerçek insanların, gerçek hikâyeleri… O, Ayşe Arman. Türkiye’nin star gazetecisi. Çalışkan, hırslı, akıllı, şımarık, aklına koyduğunu yapan, yetenekli, seksi ve deli kadın. O olmasa buralar çok renksiz olurdu.
Güzelliği tanımlar mısın…
Zor be Berin. “Mühim olan ruh güzelliği” geyiği yapmak istemiyorum. Ama gerçek de bu: “Ruhu iyi insan, güzel insan.” En azından benim için öyle.
“Güzel kadın” eşittir kime denir?
Ha bak o değişiyor. Günümüz dünyasında, “Zayıf kadın, güzel insan.” Rahmetli Ercan Arıklı, “Bu yüzyılın sırrı ne biliyor musun? Ben çözdüm” dediğinde kulaklarımı dikmiştim, “Zayıflık” dedi. Şaka yapıyor zannettim. Yoo, çok ciddiydi. Zayıfsan, için kurumuş bile olsa, hatta kötü kalpli biri bile olsan, ne giysen yakışıyor! Günümüz dünyasında, zayıf kadın güzel insan. Acı ama gerçek. Saçma ama gerçek. O yüzden hepimiz zayıflamaya çalışıyoruz. Zayıflık, bir sürü gerçeği; defoyu, korkuyu, güvensizliği gizliyor. Zayıf olunca genellikle, “Mutsuz musun?” diye sormuyorlar ama kilolu olunca, mutsuz olduğuna kanaat getiriyorlar. Şişman olunca bir derdin olması gerekiyor diye düşünüyorlar. Derdin var yiyorsun. Sanki yememek erdem anasını satayım. Böyle manyak bir dünya.
Sen güzel misin?
İçim iyi abla! Dışım bazen yağlı. Ama idare ederim.
Hoş bir kadın olmak kariyerinde fırsatlar yarattı mı?
Bir kadın tarafından beğenilmek önemlidir, öncelikle teşekkür ederim. Tabii ki yaratmıştır. Çok güzel birine de –çok çok aptal değilse– çirkin birinden daha kolay sabredersin, ona daha çok şans verirsin. Bunu itiraf etmezsin ama yaparsın. Hayatın adil olduğunu kimse söylemedi! Benim de hoş olanla, daha az hoş olan arasında bir tercih yapmam gerekirse, hoş olanı tercih ederim. İşe onu alırım mesela. Ama bu, kapı açmak sadece. O kapıdan girmek yetmiyor, içeri süzüleceksin, ilerleyeceksin, kendini kabul ettireceksin. Bunun için de güzellik yetmiyor. Çalışmak gerekiyor, çok çalışmak. Ben çok güzel değilim, çok zeki değilim, çok yetenekli de değilim ama Allah için çok çalışkanım.
Sen güzelliğini kullandın mı?
Hayır. Ben kendimi güzel bulan bir kadın değilim. İnsanların kendi zihinlerinde bir beden imajları varmış, benimki Zerrin Özer’in eski hali gibi. Yani kilo vermemiş hali gibi. Neden böyle bilmiyorum, hep kendimi “genç irisi” olarak gördüm. O yüzden eski fotoğraflarım elime geçtiğinde şaşırırım; hep iri olduğumu düşünmüşüm ama bakıyorum öyle değilim fotoğrafta. Çünkü zihnimizdeki fotoğraflar farklı. Tüm bunlar sanırım çok güzel bir ablam olmasından kaynaklanıyor. O hep ince ve narindi, bana da, “Sen de fena değilsin ama kemiklerin iri!” denildi. Yer etmiş demek ki. Bu yaşıma geldim bak hâlâ atamadım.
Peki, güzellik insanın başarısına gölge düşürebilir mi?
Yanlış adama soruyorsun; Hülya Avşar’a soracaksın. Ama çok güzel kadınların başına bu geliyorsa, o zaman yeteri kadar akıllı değiller, öyle değil mi? Çünkü gölge düşürmemeli. Güzel doğmak için bir şey yapmıyorsun ki, o “given” (verilmiş) bir şey, öyle doğmuşsun, bunun nesiyle övünebilirsin ki. Oysa sana bir hayat veriliyor, kendinden bir şey inşa edebilirsin, kendini gerçekleştirebilirsin, önemli olan bu. Yoksa kıçın güzelmiş, saçın güzelmiş, kim takar. Tabii ki mesele kafanın içini güzelleştirmek. Ama ben böyle düşünüyorum, herkes böyle düşünmeyebilir. Aynı şekilde benim için güzel adam da “kendini oldurmuş” adam, öteki türlüsü bir resim. N’apayım ben resim gibi herifleri!
SAYFA-BOLUMU
Yanlış adama soruyorsun diyorsun ama sırf bu sebeple sana da denmeyen kalmadı.
Evet, ama ben şanslı kadınlardandım; öyle insanlarla çalıştım ki önerdiğim konulara, gazetecilikteki merakıma, cesaretime ve getirdiğim işlere baktılar. Ben bu anlamıyla acılar çekmiş, önü kesilmiş bir kadın değilim. Benim zaten yöneticilik gibi bir niyetim hiç olmadı. Evde çalışan kadınları idare edemeyen biriyim; mümkün değil dergi yönetmem, ek çıkarmam. Arada söylediler; “Yapar mısın, eder misin” diye, almayayım alana mani olmayayım. Dedikodular çıkmıştır tabii ki hakkımda, ama yani çalıştığım bütün adamlarla da yatmış olamam değil mi? Dolayısıyla ben hep kulaklarımı tıkadım ve işime baktım. Zaten benim kadar çalışkan insan bulsam ben, cinsiyetine bakmadan alırım.
Bu noktaya gelebilmek, Ayşe Arman olabilmek için nasıl bir mücadele verdin?
Söylüyorum çalıştım. Hâlâ it gibi çalışıyorum. Yaptığım iş iyi olursa bile sevinemiyorum, çünkü o bitiyor, öbürü başlıyor. Kimse boynuma çökmüyor ama devam edince mutlu oluyorum. Hayat bu; devam etmek, hep, hep, hep! Başka yolu yok. Güzellik müzellik, gençlik mençlik filan palavra. Çalışmadığında yoksun. İlginç fikirler bulmadığında, yaratıcı olmadığında geçmiş olsun. Ben de her zaman yaratıcı değilim, ama “Bu işi uzun zamandır yapıyorum, biliyorum artık” havasında hiç olmadım, hiçbir şeyin de üzerine yatmadım. Daha önce yaptığım iyi işlerin bile. Bir de bitmez tükenmez bir güvensizliğim var, o da beni bir miktar koruyor, özgüven yerlerde süründüğü için hep uğraşmaya devam ediyorsun. Ben hiç prenses olamadım. Çünkü kendimi öyle hissetmiyorum, anlatmak zor.
Ajda Pekkan’la o yataktaki pozu vermesi mümkün olmayan bir gazeteci olsaydın, bugün yine “Ayşe Arman” olur muydun?
Elbette. Orada bir hınzırlık var, piçlik var, “Şöyle fotoğraflarla sunsak bu işi, milleti konuştururuz” diye bir kafa var. Memelerimle, popomla değil, Allah’a şükür kafamla varım. O yüzden de onlar sarksa bile, bende hâlâ iş olur! Ama tabii ki kaportamı da düzgün tutmaya çalışıyorum. Kilo almamaya gayret ediyorum. Sporu hayatımdan eksiltmemeye uğraşıyorum.
Peki medyada 150 kiloluk bir Ayşe Arman var olabilir mi?
Ruhumun bir tarafı “Neden olmasın?” diyor, öteki tarafı “Hadi canım sende!” diyor. Gençliğe ve güzelliği bir tapınma var medyamızda, zor olurdu ama olabilirdi.
Sana haksızlık edildiğini düşünüyor musun? İnsanları önyargılı buluyor musun?
Yok ya. Benim kimseyle derdim yok. Zaten vaktim de yok. Umurumda bile değil millet. Uğraşmak vakit kaybı; onlar konuşsun ben iş yapayım. Beni diri ve canlı tutuyor. Yoksa boş geliyor bu hayat. Bir sevişmek güzel, bir çalışmak, bir de çocuk yapmak.
Sana dair yapılan en üzücü eleştiri neydi?
Ekşi Sözlük’te bir sürü şey var. Aç bak. Hangisi üzücü bilmiyorum. Gelen eleştirilere genellikle kızmıyorum. Bazen kafam atıyor ama hemen geçiyor. Biz herkesin yorumuna açık bir iş yapıyoruz, tabii ki eleştirecekler. Bir de vakit yok bunlara takacak, güzel olan yeni fikirler bulmak, yeni işler yapmak.
SAYFA-BOLUMU
Birileri seni çok severken, birileri de yerden yere vuruyor. Nasıl başa çıkıyorsun bununla?
Ciddiye almayarak. Kulak asmayarak. Bilmiyorum bile çoğunu. En son benim haberim oluyor her şeyden. Facebook bilmem, Twitter bilmem, bununla övünmüyorum ama alakam yok milletle. Kimseye lanet etmem. Bir de zaten uzakta yaşıyorum.
Basın camiasında yerini korumak sürekli mücadele gerektiriyor ve sen bunu başarıyorsun. Yorulmadın mı hiç?
Ne güzel öyle düşünüyorsan. Yok, yok yorulmadım. Daha gencim. Şimdi kafam çalışmaya başladı. Yeni başladık dur.
Duygularını pek belli etmeyen ama özünde canayakın birisin. Bu bir korunma yöntemi mi ve bunu sonradan mı öğrendin?
Ben utangaç ve çekingenim aslında. Biliyorum inandırıcı gelmiyor ama öyle. Bir de az önce söylediğim gibi özgüven problemim var. Böyle deyince de “Kendine güvenmeyen biri böyle şeyler söyleyemez!” diyorlar. Oysa ben hem güvenli, hem güvensiz, hem kararlı, hem kararsız, hem cesur, hem korkak, hem dan diye merak ettiklerini soran, hem de çekingen biriyim. Her şeyin bir karışımıyım. Ben de çözemiyorum kendimi. Ama korunma yöntemlerim yok. Ben gerçekten neyse oyum.
Yirmi yıl önce nasıl bir Ayşe vardı? Çok hayal kurar mıydı?
Yirmi yıl önce, 21 yaşındaydım. İki kere trenle ve sırt çantamla Avrupa’yı gezmiştim. Bütün dünyayı gezmek istiyordum, bağımsız olmak istiyordum, özgür olmak istiyordum, aşk yaşamak istiyordum, tehlike seviyordum, arzularımın tutkularımın peşinden gidiyordum ve ölesiye zevk alacağım bir işim olsun istiyordum. Para mara da umurumda değildi. Öyle meşhur bir kadın olma hayallerim yoktu. Eşek gibi çalıştım. Fakat eğlenerek, keyif alarak. Önce haber dergilerinde, Nokta, Aktüel, Tempo, sonra Hürriyet. Bütün o süreçleri de güzel hatırlıyorum, ayağım ters giderek işe hiç gitmedim, hep “Bakalım bugün beni nasıl bir macera bekliyor” diye gittim, hep güle oynaya, heyecanla. Zaten evden çok, işte yaşadım. Ömer’le hayatım değişti. Diyorlar ki, “Sen marjinaldin domestik oldun!” Belki de öyle. İşin garibi hayatımdan da çok memnunum.
Oldu valla. Tamam çalıştım ama şanslıydım da. O yüzden sürekli şükrediyorum.
Yirmi yıl sonra nerede, ne yapıyor olacaksın?
Hiçbir fikrim yok. Benden her türlü delilik beklenir. Ben bekliyorum yani. Yine yazıp çiziyor olurum muhtemelen ama gazetede değil.
İstanbul’a temelli dönüşün yaklaştı. Kendini nasıl hissediyorsun?
Heyecanlanıyorum. Alya, Ömer, ben ve tavşan Hımmm, her yerde mutlu oluruz gibi geliyor. Çünkü mesele nerede olduğumuz değil, birlikte nasıl hissettiğimiz. Biz iyiyiz Allah’a şükür, mutluyuz, sağlamız. Bir ara, “Ulan bu İstanbul’da herkes boşanıyor” dedim korktum, ama artık korkmuyorum. Bize bir şey olmaz.
Copyright 2011 © KURALDIŞI DERGİ