Çocukluğunuzda yaşadığınız olumsuz bir deneyim yada psikolojik travmanın sizi sürekli kendisine çektiği, varlığını sürekli hatırlattığı, peşinizi hiç bırakmadığı oldu mu? 

Hikayenizin ana temasını oluşturan bu deneyim, sürekli olarak bilinçaltı sahnenizin baş rolünde oynar. Bu öyle bir kaostur ki, ondan kurtulmak istedikçe, sizi kendi girdabına çeker.  Benliğinizle aranıza duvar örer; atlarsınız, geçersiniz yine de tüm heybetiyle dikilir karşınıza.

Büyük bir yüktür bedeniniz ve ruhunuz için…

Odaklanamazsınız, şimdi de yaşayamazsınız, keşkeler, pişmanlıklar hissedersiniz; ya geçmişte ya gelecekte takılı kalırsınız. Sürekli olarak kendinize yapıştırdığınız etiketleri hatırlatır,  bu etiketlerden ibaret olduğunuzu söyler size. Olumsuz düşüncelerle meşgul eder, enerjinizi çalar.

Benliğinize ulaşmak; yüksek bir dağın zirvesine tırmanmak, okyanusun en derin yerine dalmak, ekvator veya uzay yolculuğudur sizin için. Hem olanaklıdır, hem olanaksız.

Zordur. Merak ve korku iç içedir. Gitmekten korktuğunuz halde, başka çareniz olmadığı için, hayatınızda bir şeyin eksik olduğu duygusunu benliğinizde hissettiğiniz için, kendinize ve tüm engellerinize rağmen, çıkarsınız kendi yolculuğunuza.

Çünkü en değerli yanınızı, bir parçanızı, hazinenizi bu deneyim veya deneyimlerin içine gömmüş ve yerini de unutmuşsunuzdur.

Her deneyim tamamlanmak, her sır açığa çıkmak ister.  Göreviniz, sorumluluğunuz, yaşam amacınızdır ve kendinizin eksik parçasını bulup, tamamlanmak istersiniz.

Çünkü çok eskiden bütün olduğunuzun bilgisi tüm hücrelerinizde kayıtlıdır.

Aldığınız eğitimler, okuduğunuz kitaplar, dinlediğiniz cd’ler, kasetler… ümitler, ümitsizlikler…

Bazen suyun dibinde, bazen üstünde, bazen ileri, bazen geri kısaca her halinizi, tüm donanımlarınızı yanınıza alıp nihayet kendi kurtarıcınızın kendiniz olduğu gerçeğini keşfedersiniz.

Tüm cesaretinizi toplayıp, geçersiniz kendi geminizin dümenine ve yol alırsınız kendi okyanusunuzun derinliklerine.

Bütünlüğünüzü kaybettiğiniz, parçanızı sakladığınız anlara geri dönersiniz:

Önce, böyle bir deneyimi varlığını ve hissettirdiklerini kabul eder, paylaşırsınız. Sırrınız büyük ölçüde açığa çıkmış, gücünü bir parça yitirmiştir.

Sonra yine paylaşırsınız, sonra yine… Ve bir gün aynı hikayeyi tekrar tekrar anlattığınızı fark eder ve sarsılırsınız. Tabii ki dibe vurduğunuz gerçeğini de kabul edersiniz.

Doğrulur ve yola devam edersiniz:

Sessizliğin içinde, gözlerinizi kapatıp, derin nefesler alıp inersiniz çocukluğunuza. Acılarınızı, kayıplarınızı, değiştirmek istediklerinizi, nefret ettiğiniz yönlerinizi, sevinçlerinizi, başarılarınızı, sevdiğiniz yönlerinizi ortaya çıkarıp, bir bir kucaklarsınız.  Hayatınızın filmini izlersiniz, bir başkasının hayatını izler gibi, dışarıdan birisi gibi.

Bu aşamadan sonra, bütün içtenliğinizle sahnedeki oyunun değişmesini beklersiniz. Oysa oyun devam eder; çünkü sizin sandığınızdan farklı, başka bir gerçek, sır vardır orada. Açığa çıkmak ister.

Hayatımın filmini izlediğim bir günün gecesinde, uykumda, çocukluk  travmanın içinde buluverdim kendimi.

Çok tanıdık bir andı bu:

Yıllardır yok saydığım, çok derinlere gömdüğüm, karşılaşmaktan çok korktuğum duygularımdı bunlar. Hissettiğim anda uyanıp, duygularımın kollarına bırakıverdim kendimi. Nihayet girebilmiştim bu deneyimin içine, sanki şu an yaşıyormuş gibi.

6 yaşındaydım. Babam, ben ve zarar gördüğüm kişi aynı odadaydık. Tüm bedenim korkudan uyuşmuş, donmuş haldeydi. Boynumdan aşağısını hissetmiyordum, hareket ettiremiyordum.  Sanki felç olmuştu bedenim. Yok olma korkusu yaşıyordum tüm benliğimde. Tüm hücrelerim aynı duyguyla kaplanmıştı. Yaşamakla yok olmak arasında gidip geliyordum. Bilincim açık, bedenim ölmüş gibiydi.

Deneyimin içindeydim ve iliklerime kadar aynı korkuyu yaşıyordum. Kendimi izlemeye, olayı yeniden yaşamaya başladım. O sırada, babamı ve kendimi suçlayarak, affetmeyerek, bu duyguyla yüzleşmekten kaçtığımı fark ettim. Ben bu kişiden hala aynı şekilde korktuğum için ve zarar göreceğime inandığım için kendimi, onu, babamı affetmediğimi keşfettim.

6 yaşımdaki halimle ayağa kalkıp babamın boynuna sarıldım. Babam benim hayatımı kurtarmıştı. Bu deneyimde babam yer almasaydı, kim bilir daha ne acılar çekecektim. Şükrettim ve affettim herkesi.

Bu acıyı yaşarken, yıllarca bu acıya nasıl katlandığımı sordum kendime:

Duygularımı yok sayarak, deneyimin sırrını saklayarak, kendimle derin ilişkimi keserek, isteklerimden, hayallerimden vazgeçerek, yaşama sevincimi bastırarak, kendimi hep iyi olmaya zorlayarak, hep gülümseyen maskemi takarak ve ihtiyaç halinde diğerlerini takarak….

Kısaca bu acıyla yaşamaktansa benliğimden, doğallığımdan, kendim olmaktan vazgeçmiştim. 

Acının içinden geçerken, kayıplar yaşayan, acı çeken diğer insanları düşündüm. Hepimizin çok güçlü ve değerli olduğunu hissettim.  Tam o sırada; kalbimle boynum arasında kocaman bir delik açıldı ve sanki tüm korkular o delikten çıkıp gitti.

Duygu duyguyla iyileşmişti. Bu sefer derin bir özgürlük, hafiflik, hiçlik duygusuyla kaplandı hücrelerim.  Bu kez çok güçlü olduğumu, her şeyin en iyisine layık olduğumu ve değerlilik duygularını hissettim varlığımda. 

Şimdiki ben ve 6 yaşındaki ben ele ele tutuşarak deneyimden çıktık.
Yıllardır okyanusu geçmek için kanat çırpan bir kuş gibi yorgun ve huzurluydum.

Yaşam aradığım ve bulduğum her şeye sahip olan tek yerdi. Tüm çeşitliliği ve zenginliğiyle karşımdaydı.

Bunu keşfetmek için tüm okyanusu kanat çırparak geçmem gerkiyordu.
Belki, güçlü kanatlarım olduğunu  deneyimlemem gerekliydi. Belki de yaşam amacım buydu.

Eğer bir şeyi içtenlikle, tüm arzumuzla istersek, emek verirsek, vazgeçmezsek, niyetimizde dürüst olursak er yada geç mutlaka gerçekleşir.

Eğer bir deneyim peşimizi bırakmıyorsa, ardında mutlaka bir gerçek, bir sır vardır. O açığa çıkmadan özgürleşemeyiz…
 
 

Share This