“Çocuğuma ödül ya da ceza veremezsem, istediklerimi yapmasını nasıl sağlayacağım?” diye soruyor bir ebeveyn. “Yanlış davranışının sonuçları olmalı değil mi?”

“Elbette sonuçları olmalı. Aslına bakarsanız çocuk kendini kontrol etmeyi ve sorumlu olmayı sonuçlar sayesinde öğrenir. Ancak ‘sonuç’ derken neden söz ettiğimizi açalım. Sonuç, cezadan tamamıyla farklıdır.”

“Annemin sözünü dinlemezsem, sonuçlarına katlanırım” diyor bir çocuk. Nasıl bir sonuca katlanacağını sorduğumda, genellikle yanıt “Arkadaşlarımla oyun oynamama izin vermez” oluyor.

“En son arkadaşlarınla buluştuğunda, annenin bir daha birlikte oyun oynamanıza izin vermemesine neden olacak bir şey mi yaşandı?” diye soruyorum.

“Hayır, arkadaşlarımla birlikte güzel vakit geçirdik. Ama annem onu dinlemediğimi söyledi.”

“Ceza” yerine “sonuç” diyerek terimleri değiştirmek, örnekteki annenin çocuğunu hâlâ cezalandırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Çocuğun davranışlarının getirdiği sonuçları yaşayarak öğrenmesine izin vermenin ne anlama geldiğinin farkında değil. Davranışlarının sonucunu görmeden çocuk öğrenmez – bize gücendiğiyle kalır. Bu iki yaklaşımın farkı da, çocuk özdisiplinine giden yolun anahtarıdır.

Davranışlarımızı değiştirmeden sadece terimleri değiştirerek farklı sonuç bekleyemeyiz. Yöntemimizin de değişmesi gerekir. “Disiplin” de desek “sonuç”ta davranışımız hâlâ cezalandırıcı ise, sadece cezanın adı değişmiş olur – çocuklarımızı kandıramayız. “Sonuç” adını alsa da ceza hâlâ cezadır; çocuk da bunun pekâlâ farkındadır.

“Ceza” sözcüğünü sakıncalı bulan ebeveynlerdenseniz, “sonuçlarına katlanmak” fikrini büyük olasılıkla beğenirsiniz. Danışanlarımdan biri, “Bu davranışı için çocuğuma nasıl bir sonuç yaşatmalıyım?” diye sorduğunda elimde olmadan gülümsüyorum. Söz ettiği davranış büyük olasılıkla çocuğun ödevini yapmaması, yemek seçmesi, uyumak istememesi, şımarıklık yapması ya da bunlara benzer bir davranış. “Çocuğunuza sonuç ‘yaşatmak’ derken, ne kastediyorsunuz?” diye soruyorum.

Sonuç “yaşatmak” fikri, konunun anlaşılmadığını gösteriyor. Sonuç yaşatamayız. Sonuçlar, market reyonlarından alıp alışveriş arabamıza attığımız ürünler gibi seçebileceğimiz şeyler değildir. Sonuç, hiçbir şey “yapmamıza” gerek kalmadan ortaya çıkan eylemlerin otomatik getirisidir. Çocuğumuza davranışının sonuçlarını yaşatmamız gerektiğini düşündüğümüz anda, ki bu durumda herhangi bir sonuç düşünmemiz gerekir, ceza verme sürecine gireriz.

Sonuçlar, doğal işleyiştir; gerçekleşen eylemle doğrudan ilintilidir. Eylemin ayrılmaz bir parçası olduğu da söylenebilir. Ebeveynin tek yapması gereken, sonuçların ortaya çıkmasına izin vermektir – en zoru da budur. Çocuklarımıza “ders vermek” üzere eğitildiğimizden, durumun sonuçlarının kendiliğinden gelişmesine izin vermek mantığımıza aykırı geliyor.

Disiplinden vazgeçmek, çocuğumuzun davranışlarını düzeltecek sonuçların ortaya çıkmasına izin vermeyi öğrenmemizi gerektirir. Öğrenme açısından disiplin ne kadar verimsizse, çocukları hareketlerinin sonuçlarına katlanmaları için özgür bırakmak da o ölçüde etkilidir.

Her davranışın – günlük yaşamımızın kalitesini artıran ya da hayatımızı zorlaştıran olumlu ya da olumsuz – doğal sonuçları vardır. Bu sonuçların ortaya çıkmasına izin vermek ceza niteliği taşımadığı gibi çocuğun eğitiminde gerekli bir süreçtir.

Sonuçlar, çocuklarımıza baskı yapmayı, istediklerimizi yapmaları için onları zorlamayı içermez. Hareketlerinin sonuçlarını görmelerine yardım etmek için teşvik ve rehberliğimizi eksik etmeden çocuklarımızın doğuştan sahip oldukları yaşam becerilerini geliştirmeye odaklanırız. Bu ebeveynlik yaklaşımı, ciddi anlamda muhakeme yeteneği gerektirir – kolayca edinilen bir nitelik olmamakla birlikte etkili ebeveynliğin vazgeçilmez bir parçasıdır. Ebeveyn arka planda kalıp hayat öğretmenine izin vermeyi kabul etmelidir.

Davranışların sonuçları, neden-sonuç ilişkisine dayanır. Birçok ebeveyn, çocuklarına neden-sonuç ilişkisini öğrettiklerine inansalar da yaptıkları her şey bunun tersidir. Neden-sonuç ilişkisi, temel evrensel yasalardan biridir. Bütün eylemlerin birbirine bağlı olduğunu, bir nedenden ötürü gerçekleşip başka bir şeyi tetiklediğini ileri sürer. Çocuğun özdisiplini öğrenmemesinin tek sebebi, neden-sonuç ilişkisinin yeterince ortaya çıkmamasıdır. Bunun ardında yatan en yaygın sebep de ebeveynin araya girmesidir.

Ne anlatmak istediğimi örnekleyecek olursak, bir bardağa çok fazla su doldurduğumuzda dökülme sonucunu yaratırız. Bu da bize, gelecek sefer bardağa çok fazla su koymamayı öğretir. Sobaya dokunduğumuzda, sonuç olarak elimiz yanar. Bu sayede dikkat edip yanan sobaya dokunmamayı öğreniriz. Araba kullanırken dikkat etmediğimizden kaza yaparız. Direksiyon başındayken dikkatli olmayı öğreniriz. Bu tehlikelere karşı ne kadar sık uyarılırsak uyarılalım, gerçek anlamda ancak başımıza geldiklerinde “öğreniriz”.

Sonucun ortaya çıkmasına müdahale etmemize bir örnek, çocuğumuzun suyu dökmesini engelleme isteğiyle, her su içmek istediğinde bardağı çok doldurmaması konusunda onu uyarmamızdır. Çocuklar, ebeveyn araya girip müdahale etmediği sürece, sonuçları görerek kendiliğinden öğrenirler. Biz sahneden uzaklaştığımızda, çocuklar otomatik bir şekilde özdisiplin, özgüven ve sorumluluk duygularını geliştirirler.

Doğal sonuçların ortaya çıkmasına müdahalemizi gerektiren anlar, çocuğun araç trafiğinin olduğu bir yola koşması, zehirli bir madde yemesi, kendisine ya da başka birine zarar vermesi gibi gerçek tehlikenin söz konusu olduğu anlardır. Başka bir deyişle, çocuğun bilemeyeceği ya da anlayamayacağı ama kendisine zarar verecek sonuçlar söz konusu olduğunda ebeveyn müdahale eder.

Bunların dışında kalan durumlarda uyulması gereken kural, nasıl müdahale ettiğinize dikkat etmektir. Bu, ebeveynin çocuğunu yaşamın getireceklerine karşı en iyi biçimde hazırlama gereksinimini ortadan kaldırmaz. Ebeveynlerin çocuklarını, hareketlerinin olumsuz sonuçlar doğurabileceği konusunda önceden uyarmaya hakkı vardır. Ancak çocuk ebeveyninin tavsiyesine uymayı yine de reddediyorsa, ebeveynin geri adım atıp doğal sonuçların işini yapmasına izin vermesi gerekir.

Ebeveyn, sabırlı olmak zorundadır; çünkü çocuk ortaya çıkan sonuçtan hemen ders almayabilir. Bazen çocuğun ders alması için aynı şeyin defalarca yinelenmesi gerekebilir. Örneğin, bardağa su doldurmayı öğreninceye kadar çocuk birkaç kez suyu dökebilir. Her defasında yeri silmeleri gerektiğinde, daha dikkatli olmayı öğrenirler – elbette ki bardağa su koyabilecek becerileri edindikleri ve kas gelişimlerini tamamladıklarını varsayıyorum. Yanan bir sobaya dokunan bir çocuk bir kerede öğrenirken, başka bir çocuk öğreninceye kadar sobaya birkaç kez dokunabilir. Fiziksel zarar tehlikesi söz konusu değilse, ebeveyn çocuğuna müdahale etmediği sürece, çocuk öğrenecektir. Bunun nedeni de, yaşamın kendimizi iyileştirmemize doğal olarak yardım etmesidir.

Danışanlarımın çoğuna baktığımda, ebeveynlerin çocuğun davranışlarının getirisi olan doğal sonuçlarla, “sonuç” adı verilen dayatmalar arasındaki farkı anlamakta güçlük çektiklerini görüyorum. Aradaki farkı anlamak için ödevini yapmadığından televizyon izlemesine izin verilmeyen çocuk örneğine bakalım. Bu durum, çocuğun davranışının doğal sonucu mu yoksa gelişigüzel dayatılan bir ceza mıdır? Sizce çocuk ebeveynlerine, “Anne, baba sizi gerçekten anladım. Bir daha asla yapmayacağım” mı der? Ya da çocuk, eğlenmesine izin vermeyen ebeveyne içten içe kırgınlık mı beslemeye başlar? Asıl çözüm, ne çocuğu cezalandırmak ya da aşırıya varan öğretici bir tutumla korumak değil; ona kendi motivasyon eksikliğinin sonucunu göstermektir. Örnek olarak çocuk kötü not aldığında içindeki başarma arzusunu gerçekleştiremediğini hisseder – duyduğu his ebeveyni tarafından dayatılan başarma zorunluluğuna içerlemekten oldukça farklıdır.

Çocuk ters yanıtlar veriyorsa, arkadaşının buz pateni pistinde kutlanacak doğum günü partisine gitmesine izin verilmeyebilir. Çocuk birine vurduğunda, genellikle “bir daha yapmaması için” ebeveyninden tokat yiyebilir. Dersinden orta aldığında, cep telefonu elinden alınabilir. Çocuk yalan söylediğinde, bilgisayarı ertesi hafta kapalı kalabilir. Bunlar sonuç değil, cezadır. Çocuğun davranışlarıyla ilgili olmadıkları gibi biz dayatmadığımız sürece kendiliklerinden ortaya çıkmazlar. (Hangi davranışların ilgili olduğundan gelecek bölümde söz edeceğim ama sakın sayfaları atlayıp yeni bölüme geçmeyin! Yoksa “sonuçlarına” katlanırsınız.)

Zorlama sonuçlar işe yaramaz; çünkü çocuğun aklına yatmaz. Mantık dışı olduklarından ve gelişigüzel dayatıldıklarından çocuk bunlarla davranışlarını uyumlulaştıramaz. Ebeveynlere, sonuç ceza değil, gerçekten sonuç olmadığı sürece daima ters tepeceğini ve kötü davranışları – ek olarak ebeveyn ve çocuk arasındaki ayrılığı – kalıcılaştıracağını söylüyorum.

Ebeveynlerin “sonuçları” gelişigüzel kullandıklarına değinmiştim. “Gelişigüzel” sözcüğünü bilerek seçtim; çünkü televizyon, bilgisayar, cep telefonu, partiye gitme izni, ceza almak, tokatlanmayı içeren dayatma “sonuçlar” tamamıyla ebeveynin o andaki ruh haline bağlı. “Sonuç” bir gün çok ağır, ertesi gün ise çok önemsiz olabilir. Bu nedenle de sonuç değildir. Doğal sonuçlar her zaman tutarlıdır: Sobaya dokunursan yanarsın.

Doğal değil de dayatma olan şeylerin hiçbiri uzun vadede işe yaramaz. Zoraki “sonuçlar” çocuğa gerçek yaşamı öğretmez; çünkü gerçek hayattan değil ebeveynin kendi ruh halinden kaynaklanırlar.

Doğal yolu izlediğinizde, çocuklar her etkinin tepki yarattığını öğrenir. Kendimizi denklemden çıkarıp çocukların davranışlarının sonucunu görmelerine izin vermek, dış dünyayla anlamlı bir ilişki kurmalarına yardım eder. Çocuklar ve deneyimleri arasına girmediğimizden, bizi karşı koymaları gereken bir düşman olarak değil, huzur, teşvik ve rehberlik için başvurdukları bir müttefik olarak görürler.

Share This