Her yöne otobüslerle seyahat ediyordum. Ama bir arabaya sahip olunca, “Şoför koltuğuna geçip, bir de böyle bilinmezlik yolculuğuna çıksam nasıl olur? Önce kısa mesafe bir yer seçerim, sonrası nasılsa gelir,” diye kendimi denemek istedim.
Birçok yere tek başıma gitmeme rağmen zihnimde, “ya araba arızalanırsa ya bana bir şey olursa!” diye endişeli sesler yükseldi. Halbuki bu otobüs ya da diğer taşıtlar için de geçerliydi ama ilk kez deneyecektim ya… Unutmuşum ilk kez bir şey denemeye kalktığımda bu sesin yükselişini!
İster korku ister başka bir şey ama endişemden dolayı bu yolculukta yalnız olmak istemediğimi fark ettim. Bir arkadaşımdan rica ettim. “Tek başıma gitmek istemiyorum, bana yol arkadaşlığı yapar mısın?”… Sağ olsun geldi.
Kısa bir yolculuktu Beypazarı… Bey’likten geliyordu ismi, anlamı içinde saklı…
Sabahın erken saatinde bilmediğimiz yola çıktık…
Şoför koltuğundaydım ve yolu bilmiyordum!
Radyoyu açtığımda yine o yabancı şarkı… Son günlerde çok sık duyar oldum ve çok etkilendim ama anlamını bilmiyorum. Tam da bu yolculukta bana ne söylemeye çalışıyor?
Yolda tek bir şeyden korktum, o da ya yanlış bir yola girersem idi…
Günlük yaşamda da araba kullanıyordum, yine dikkat ve özen gösteriyordum ama bu farklıydı.
Farklı olma nedenlerinden biri, bu benim için özel bir yolculuktu. Kendi arabamla çıktığım ve bilmediğim yolculuklarımın arasına aldığım bir yolculuk; yani iki kat daha önemli!
İkinci neden, o güne kadar yaptığım yolculuklarımda yalnızdım şimdi ise yanımda yol arkadaşım vardı.
Üçüncü neden ise diğer yolculuklarda biri arabayı kullanırken yolu izleyendim ama şimdi bilmediğim bir yolun kontrolü bendeydi.
Farklı bir duyguydu şoför koltuğuna oturup, bilmediğim bir yola çıkmak… Hem kendime hem de yol arkadaşıma karşı büyük bir sorumluluk! Çünkü tüm kararlar bana ait. Olabilecek her şey benden kaynaklanabilir, yapacağım bir anlık hareket hem beni hem de yol arkadaşımı etkileyebilir! Ya da tam tersi, yol arkadaşım beni etkileyebilir! Çünkü dikkat, tüm yol ve yolculukların vazgeçilmezi!
Yol üzerinde istediğimiz yerde durup kısa molalar verdik. Özellikle tarlalardan geçerken… Bazen çalışanlarla sohbet ettik, bazen ikramlar aldık, bazen de güzel meyveler topladık. Zevkli bir yolculuk…
Bir süre sonra Beypazarı’ndaydık. Arabayı park ettikten sonra etrafı gezmeye başladık. Beypazarı çarşısı, gümüşleri, üç büyük yangın atlatması ve eski tip evleriyle anılan küçük bir ilçe…
Arabayı kullanırken daha çok yolla ilgilendiğim için fazla dikkatimi çekmemişti ama arkadaşım sürekli telefonuyla meşguldü. Bunu, bir şey soracağım veya anlatacağım sırada ya da o bana bir şey söyleyeceği zaman fark ettim. Telefon, konuşmamızı kesiyor ve konu dağılıyor…
İki kişi olmamıza rağmen sohbet bile edemiyoruz. Ayrı yönlerdeyiz! Rahatsız olmaya başladım ama ortamı bozmamak için önce bir şey söylemedim.
Öğlen olmuş, karnımız acıkmıştı. Bahçe içinde, küçük havuzuyla çok güzel bir yer bulduk. Oturduğumuzda sohbetimiz, telefonun da etkisiyle kendisine ve telefondaki kişiye yöneldi. Ben dinleyen durumundayım.
Yemekten sonra tekrar gezmeye başladık. Ve yine aynı şey oldu. Tam bir şey söyleyeceğim, telefon ya da o bir şey anlatacak, telefon…
Dikkatim ona yöneldi, ona odaklanmıştım. Çünkü iki kişi olmamıza rağmen üç kişi olduk.
Artık dayanamadım, “Biz buraya kendimiz için geldik ama iki laf edemiyoruz!” Bir yandan mesaj yazarken cevap verdi. “Sen anlat ben dinliyorum… Hem ne yapayım arayıp duruyor, arama mı diyeyim?” Tamam, şimdi ben ne diyeyim? Kaldım öylece. Evet dinliyor ama duymuyordu! Aklı orada… Ben seni dinliyorum sen anlat… Hadi oradan!…
Ama kendi kullandığım cümle dikkatimi çekmişti. “Biz buraya kendimiz için geldik!”
Bir an rahatsızlık duysam da beni rahatsız eden o düşünceyi bir kenara bıraktım. Bu yolculuğun onun için değil de benim için önemli olduğunu hatırladım. Çünkü bu yolculuk, onun için kısa bir geziydi. Benim içinse bilinmezliğin içine dalmak, kendimi denemek…
Üstelik endişelerimden dolayı onu ben çağırmıştım.
Hıdırlık tepesi denilen yerdeydik. Arkadaşım telefonuyla ben ise tepe de düşüncelerimle… İlçenin eski ve yeni yerleşimini yukarıdan bir müddet seyrettik.
Eski ve yeni yan yana… Tepeden ilçe, bir bütün gibi ama arada keskin bir çizgi onları birbirinden ayırıyor. Bir tarafa baktığımda yangından geriye kalan siyahlık insanın içini acıtıyor. Diğer tarafa baktığımda ise yeni binalar. İlçenin önceki görünümünü farklılaştırsa da yeni binaların varlığı insana umut veriyor. Her ne kadar eski, doğal görünümünü bozmuş gibi düşünsem de!
Sanki geçmiş ve geleceğim…
O an gittiğim tüm yolculukları düşündüm…
Acım tazeydi ama bir yandan umudum, kendim için umudum artık ayaklanmıştı.
O an her yolculuğumun dönüşünde karşımdakilere, “neden” diye sorduğumda “geçmişi bırak” diye haykıran sesleri duydum. Özellikle Dinar ve İzmir dönüşünde…
Benim içimde de eski, doğal gibi görünenler bozulmuştu ve sorduğum sorular birilerini rahatsız ediyordu.
Neden bu kadar rahatsız oluyorlar? Neden?.. Kendi geçmişime bile girmeme izin vermiyorlar gibi…
Her şeyi tek başıma mı yaşamıştım?
Onlar da yaşadıklarımdan sorumlu değil miydi?… Konuşamayınca tartışmalar, bağırıp çağırmalar…
Dinar ve İzmir’e ait görüntüler gözümün önünden geçerken, “en büyük iki yangını yaşadığım yerler” diye düşündüm. Acı da umut da onların içindeydi.
Yanıyordum, gerçek anlamda yanıyordum ve oradan, o alevlerin ve siyahlığın içinden kendimi ortaya çıkarmaya çalışıyordum.
Ama üç yangın?!.. Henüz iki yangınım gerçekleşmişti.
Bu ilçe bana üçüncü bir yangının haberini veriyordu, biliyordum. Bir gün o da yaşanacaktı.
Yolculuk, yol arkadaşımla ve aramızdaki telefonla devam etti. Dönüşte yol arkadaşım memnun ayrıldı. Ne yaşadığımın farkına vardım ne de yaşadıklarımın tadına diyeceğim ama hayır…
Güzel bir yolculuktu. Ama yanlış bir yola girmiştim!
Neden mi?..
Bu yol ve yolculukları elimdeki haritaya göre ben seçiyordum!
Yolculuklarım, aslında benim kendi içsel yolculuklarımdı. Hayatı, kendimi ve yaşadıklarımı öğrenme yolum…
Yanlış yol ise aslında bir seçimdi.
Bu seçimi yaparak kendi içsel yolculuklarıma bir yol arkadaşını dahil etmiştim.
Kendim için çıktığım bir yolda, yol arkadaşına ihtiyacım var mıydı?
Hayır!..
Çünkü bu yol benim yolumdu; yolculuklar bana aitti.
Anladım ki kendim için belirlediğim bu yolculuklara tek başıma çıkmalıydım!
Endişelerimden dolayı ilk kez böyle bir şey denemiştim ve endişelenmeme rağmen o yolu tamamladığımı gördüm.
Endişe ve korku, her yolculukta ortaya çıkabilir, çıkacaktır da… Çünkü bu duygular, benim o yola girip girmeyeceğimi önce test eder, sonra da olabilecek bir tehlikeye karşı uyarır. Buna rağmen yanımda biri olsa da olmasa da yola çıkmak o duygulara meydan okumaktır.
Üstelik yolda ilerlerken yanlış dediğim bir yola da girebilirim ama yanlış olarak düşündüğüm yol, benim doğru yola dönebilmem için bir fırsattır!
Tıpkı yaşamda da olduğu gibi trafikte de bazen yanlış yola girerek doğru yolu bulmuyor muyuz?!…
Yanlış yola girmekten korkmak da kendi yarattığım bir korkuydu. Yanlış yola girmek çıkmaz bir sokak değildi. Çıkmaz sokak dahi olsa geri dönerek diğer yolları deneme şansım vardı.
Yanlış yol sadece başka bir yoldu!
Dünyaya geldim ve bana bir hayat verildi… Kendi yaşamımı gerçekleştirmem için… Yol arkadaşlarıma rağmen, onları yok saymadan, belirlediğim yolda ilerleyebilirdim. Çünkü her ilişki, hayat hakkında bir deneyimdi! Ama bu hayat da benimdi…
Bana katılanda olur katılmayan da ama onlar kendi yolunu yaşayacaktı, ben de kendi yolumu…
Onları kendime bir engel gibi görmek yerine kendi yoluma önem verip, devam edebilirdim. Çünkü herkesin yolu ve yolculuk anlayışı, yaşadıkları duygu, düşünce ve davranış açısından farklıydı ve kendine göreydi! Bu yüzden, bana uygun olanı ben belirleyip kendi ipuçlarımı kendim bulmalıydım.
Aslında ne yol arkadaşımın yolu yanlıştı ne de benim… Ne benim yolum doğruydu ne de onun… Sadece hayatı farklı yönlerden tanımaya ve kendimizce anlamaya çalışan iki insandık. Ve seçtiğimiz yolda yürümeye çabalıyorduk.
Her insan, her olay, her durum hatta her şey bir deneyimdi ama bir kez şoför koltuğuna oturmuştum. Kendi belirlediğim harita ise benim elimdeydi ve bu haritayı ben kullanıyordum. Hayatı, elimdeki haritaya göre kullanıyorsam yolculuklarımın sorumluluğu da bana aitti.
Şoför koltuğunda oturduğum sürece doğru ya da yanlış, birçok yolu deneyebilirdim!
Gideceğim yere tam zamanında da ulaşabilirim biraz geç de… Ama ana yola hep çıkacağımı artık biliyorum!
Eğer hayat yolunun şoförü olmak istiyorsam, şoför koltuğunda -bir kez de olsa- oturduğum zamanları unutmamam gerekiyordu!
Neden mi?…
Bu koltukta oturup sonra da yol arkadaşlarımı, “Senin yüzünden!” diye suçlamamak için…
Yol arkadaşlarımın da hayata başka yönlerden baktığını hatırlamak için,
Onların yaptığına takılıp kendi yolumdan vazgeçmemek için,
Hangi yolda gittiğimi ve nasıl bir yolculuk istediğimi unutmamak için,
Hangi yöne döneceğimin kararını kendim verebilmek için,
Verdiğim kararın sorumluluğunu her şeye rağmen taşıyabilmek için,
Yolun da yolculuğun da sorumluluğunu alabilmek için,
Ve her şeyden önemlisi, bunlar benim özel (bana ait) yolculuklarım ve bu benim yolum diyebilmek için!
Çünkü ben, bu yollar da nefes alıyor ve bu yolculuklarımla hayatı ve kendimi öğreniyordum.
Bu yol benim kendi yolum… Kendi yolculuğum…
Birkaç gün sonra yazının başında sözünü ettiğim o şarkı, yabancı bir dizi de çıktı ve sözleri de alt yazı olarak verildi… İşte o zaman o şarkının beni neden etkilediğini anladım.
Aldığın her nefeste
Yaptığın her harekette
Her ilişkinde
Attığın her adımda
Seni izliyor olacağım
Her gün söylediğin her sözde
Oynadığın her oyunda
Her gecende seni izliyor olacağım
Görmüyor musun sen bana aitsin
Zavallı kalbim nasıl da acıyor
Attığın her adımda
Yaptığın her harekette
Bozduğun her yeminde
Sahte her gülüşünde
Bağlandığın her umutta
Seni izliyor olacağım…
Kendi yolculuğumuzun sorumluluğunu almamız ve yolun da yolculuğun da kendimiz olduğunu unutmamamız dileğiyle…
Tüm yol arkadaşlarına selam olsun…