Kuraldışı Dergi‘nin Şubat 2013 sayısındaki yazımda spiritüelliği şöyle tanımlamıştım:
“Spiritüellik varlığımızın özü ve en derin doğasıdır. Spiritüel olduğumuza ister inanalım ister inanmayalım, ister dindar ister dinsiz olalım her birimiz bu gezegende yaşadığımız süre içinde, bir bedene de sahip olan spiritüel varlıklarız. Spiritüelliğin özünde gerçek Benliğimizi BİLMEK arayışı, bilincin gerçek doğasını keşfetme arzusu vardır. Bu arzu ve arayış tüm spiritüel öğretilerin temelini oluşturur.
Bazı insanlar din ile spiritüelliğin bir ve aynı şey olduğunu sanıyor. Eğer kişinin dini eğilimi yoksa spiritüel boyutunu da reddedebiliyor. Bu da onu entelektüel düşünce hapishanesinde tutsak kılıyor. Oysa spiritüellik, kurumsal ve hiyerarşik yapılanmalardan özgürdür.”
İNSAN olma kriterlerinin çağdan çağa toplumdan topluma değişmeyen değerler toplamına ETİK değerler diyoruz.
Günlük yaşamda spiritüellik, çağdan çağa, toplumdan topluma değişen dogma ve inançlara göre değil, her çağda her toplumda geçerli olan ve İNSAN olmanın ortak paydası olan ETİK değerlere uyumlu bir yaşamla ifade edilir.
Kendilerini dindar olarak tanımlayan ve dindar oldukları için de otomatikman “iyi” olduklarına inanan insanların çoğunun etik değerlerde ihlal ettikleri kuralların en başta geleni adalet ve hakça paylaşım ilkeleridir.
Gerçek spiritüellik ENEL HAK (Ben Tanrıyım) kavramını idrak edebilmektir.
Hallac-ı Mansur, bu sözün derin anlamını idrak edemeyen inançlılar tarafından derisi yüzülerek öldürülmüştü.
Kolaycı zihinler çıkarcı zihinlerin kurbanı olur
Günümüzde spiritüel öğretiler pek moda. Facebook sayfaları özlü sözlerden, spiritüel bilgi paylaşımlarından geçilmiyor. “Gel, gel… Kim olursan ol gel!” diyen Mevlana’dan alıntı yapan biri, birkaç dakika sonra milliyetçi naralar atarak ötekileştirdiği kişilerin ölü bedenlerinden “leş” diye bahsedebiliyor; beddualar yağdırabiliyor; her türlü ayrımcı söylemde bulunabiliyor.
İnsanlar kolay yollardan DNA kodlarını aktive etmeye, meleklerden yardım almaya pek meraklı oluyorlar; geçmiş yaşam terapilerine zaman ve para akıtıyor ama bu hayatındaki geçmişinin yaralarını iyileştirmeyle ilgilenmiyorlar; kendini tanımaya meraklı olmuyor, kendini geliştirmeye emek vermiyor ve bu hayatının sorumluluğunu almaya yanaşmıyorlar. Birileri onun için bir şeyler yapsın, onu iyileştirsin, onu düzeltsin istiyorlar. Melekler bile özel emir kulları olarak her daim hizmetlerinde olmalı. Çağır hemen gelsinler… Taleplerini hemen yerine getirsinler… Oh ne güzel, gel keyfim gel!
Spiritüellik, yeterince anlaşılmayan her konu gibi istismara en açık alanlardan biridir.
Sözde spiritüel uzmanların(!) ekmek kapısıdır “kolay yol”cular.
Spiritüellik, geçmişimizle yüzleşip kucaklaşma sürecinde ter ve gözyaşı akıtmaksızın; kendimizi ve başkalarını affedebilmenin özgürleşme basamağından geçmeksizin; birtakım hap çözümler vadeden sözde “spiritüel” eğitimler alarak, beş dakikada çakralar auralar açılarak emek vermeden ulaşılabilen boyutumuz değildir. Bizi besleyen kaynağa açılan kabuğu kırmadığımız sürece açılan çakralar beş dakika sonra yine kapanır; genişleyen auralar beş dakika sonra yine daralır, aktive olan(!) DNA kodları yine aktivasyonunu yitirir.
Ne çok insan spiritüel gelişimin böylesine kolay ve kursa/uzmana ödenen para dışında bedelsiz olduğunu sanıyor. Kolaycı zihinler çıkarcı zihinlerin kurbanı olur. Bu sanmalar onu içsel karmaşasından, değersizlik duygusundan, kibrinden/aşağılık kompleksinden özgürleştirmiyor. Üstelik bu tür eğitimleri aldığı için, (hele bir de bazı eğitimlere katılarak “uzmanlık” sertifikası almışsa) bu duygularını hepten saklama, bastırma ihtiyacı duyarak nevrotik egosunun bataklığına sürükleniyor; olduğu ile gösterdiği kişiliği arasındaki açı hepten büyüyor.
Yüzleş-Kucaklaş-Özgürleş
Geçmişimizle yüzleşmeden, geçmiş acılarımızın acısını çekmeyi, yasını tutmayı göze almadan spiritüel benliğimizin o harikulade zenginliğine, o sınırsız hazinesinin kaynağına ulaşmamız mümkün değil. Cevizin yediğimiz kısmı özümüz, kabuğu egomuzdur. Cevizin içine ulaşmak, lezzetini tadabilmek için önce kabuğunu kırmamız gerekiyor. Ego kabuğunu çatlatmadan, kırmadan, öze nasıl ulaşabiliriz ki…
Ceviz içine ulaşmak için bedel ödememiz gerekiyor:
Bu bedel, emektir. Bu bedel, kendimizle yüzleşebilme cesaretidir. Bu bedel dün bastırdığımız acıları bugün çekmeye hazır olarak geçmişimizden özgürleşmeyi seçmektir. Bu bedel kendimizi olduğumuz gibi görmeyi engelleyen savunma gözlüklerimizi çıkarmaya hazır, istekli ve yeterli olabilmektir. Bu bedel egomuzun zırhlarından vazgeçmeyi göze alabilmektir. Bu bedel suçlama ve mazeretlerimizden vazgeçebilmektir. Bu bedel hayatımızın her boyuttaki sorumluluğunu üstlenebilmektir.
Bu bedel akvaryumun güvenli ve sınırlı alanında yüzen balık olmaktan vazgeçip okyanusun risk dolu ama sınırsız alanında yüzebilen balık olma cesaretiyle harekete geçebilmektir.
Bu bedel “değerli” olmayı “önemli” olmaya tercih edebilmektir.
Gerçek spiritüellikte, kişinin biat ettiği tek bir guru, tek bir yol yoktur. Bireyin yolunu aydınlatan birçok filozof, öğretmen, yazar, arkadaş, sıradan kişiler vardır. Herkes herkesin öğretmenidir. Arayış içinde yolcunun tek değil birçok favori üstadı vardır, deneyimlediği birçok yol, metot, teknik vardır.
Bir otobanın gişelerinde (girişte ya da çıkışta) bedelini ödemeyi göze aldığımızda kolay (kestirme) yoldan gitme hakkından yararlanırız. Spiritüel gelişim yolunda ödenecek bedel, düşünce, duygu ve davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmek, geçmişimizin yasını tutmak yani geçmişimizle yüzleşmek, kucaklaşmak ve özgürleşmek sürecinden geçebilmektir. Bu da geçmişimizde acı çekme korkusuyla bastırdığımız acılarımızın içinden geçme cesaretini gerektirir. Bu süreci yaşadıktan sonra hayata bakışımız değiştiği için hayatımız kolaylaşır. Başka insanların zor olarak algıladığı şeyler bize kolay gelir. Egzersiz yaparak kaslarını geliştirmiş bir insan için on kiloluk dambıllarla egzersiz yapmak kolaydır ama egzersiz yapma alışkanlığı olmayan bir insana beş kiloluk dambıl bile çok zor ve yorucu gelir.
Çoğumuz iyi olmak için yetiştirildik, büyük olmak için değil. Her şey bizde var ama farkında değiliz. Bu, evimizde gömülü hazine sandığının farkında olmamamızdan kaynaklanıyor. Hazine sandığına sahip olduğumuzu bilmiyoruz ki içinde neler olduğunu bilelim. Çünkü ne kadar potansiyele sahip olduğumuzu, ne kadar büyük olduğumuzu bilmiyoruz. Zenginlik içinde fakirlik yaşadığımız için mutsuz ve huzursuz oluyoruz.
Spiritüellik tanımlanamayan ama hissedilen ve deneyimlenebilen en derin boyutumuz.
Spiritüellik hayatımızı anlamlandırmanın, zihin ve bedenin ötesinde bir varlık olduğumuzun derin bilincidir.
Spiritüellik bildiğimizin ötesinde bir varlık olduğumuzu hissedebilmek ve bu yüksek versiyonumuzun özlemini çekerek ona doğru yönelmek, bu yönelim için güçlü bir arzu duymaktır.
Spiritüellik Bütün’ün tüm özelliklerine sahip holografik bir parçası olduğumuzun İDRAKİdir.
Spiritüellik evrensel yasaların bilincinde olarak bu yasalara uygun yaşayabilmektir.
Yunus Emre, Mevlana, Hallac-ı Mansur… Gandi, Krişnamurti, Eckhart Tolle… Bu insanları gerçekten anlayabiliyor muyuz? Öğretilerini yaşamımıza katabiliyor muyuz?
Sevgiyle hoşça olun.
Nil Gün