Davranışların maskendir.
İçindeki has acıdan
En dipteki halis kökten
Uzaklaştırır, saptırır, alır seni.
Gözlerim tam burayı taramalı
Ve kalbim burayı hissetmeli.
Acılarına ve korkularına odaklanmam gerek
Ve tam buradan iyileştireceğim seni.
Çocuklar kendi dillerinde konuşurlar ve her zaman doğrudan iletişim kuramaz ya da kendilerini iyi ifade edemezler. Aslına bakarsanız bu yetişkinler için de böyledir. Çoğu yetişkin duygularını etkili şekilde ifade etmekte zorlanıyorsa bunun çocuklar için nasıl bir efor gerektirdiğini hayal edin. Eğer hepimiz hissettiklerimizi tanımlayıp ifade etmeyi çocukken öğrenseydik hayatımız şimdiki gibi karmaşa içinde olmazdı. Bizler bedenimizin bize verdiği sinyalleri kaçırıp sonra da hislerimizi son derece sağlıksız yollarla, dünyaya ya da kendimize rasgele püskürtürüz. Bazen bunu öfke ya da sinir krizlerini; bazen de içe kapanma ya da kaygıyı kullanarak yaparız. Hislerimizin şifresini nasıl çözeceğimizi ve onları açık iletişime nasıl dönüştürebileceğimizi öğrenmek bilinçli ve gönüllü azmimizi gerektirir.
Bir çocuğun ve yetişkinin yöntemleri arasındaki en temel kopukluklardan biri oyun dilidir. Çocuklar oyun oynar, yetişkinler ise oynamaz. Tam da burada çocukların ve bizim dünyayı işlemden geçirişimiz arasında koca bir bağlantı kopukluğu vardır. Çoğu yetişkin çocuklarla oynamayı sevmez, bunu zaman kaybı olarak görür. Elbette çocuklarıyla maç yapan ya da nasıl yapılacağı belli kutu oyunlarından oynayan pek çok yetişkin vardır, ama sadece oynamak? Hayır. Fazla sıkıcı ve verimsiz… Gelgelelim nasıl yapılacağı belli olmayan, hayal gücüne dayalı oyun çocukların anadilidir. Yani biz ebeveynler onlarla anadillerinde konuşmazsak oluşabilecek kopukluğu siz hayal edin.
Çocuklar konuşmaya, analiz etmeye, eğitim almaya ya da çalışmaya başlamadan önce oyun oynarlar. Onların anadili oyundur. Bunun sebebi eleştirel ve rasyonel düşünme becerilerinin henüz gelişmemiş olmasıdır. Beyinleri hâlâ gelişmektedir. Çocuklarımız en az yedi yaşına kadar düşvari bir varoluş içinde yaşarlar. Dünyayı simgeler, imgeler ve metaforlar aracılığıyla yorumlarlar. Deneyimlerine verecek isimleri, etiketleri ya da yapacak eleştirel analizleri yoktur. Doğrudan deneyimi yaşarlar.
Çocukluğun ilk yılları çok önemlidir çünkü bunlar çocukların etraftaki enerjilere karşı çok hassas olup onları sünger gibi emdiği yıllardır. Analitik düşünme becerileri de henüz gelişmediğinden, her tür dışsal etki karşısında savunmasızdırlar. Onların önüne ne kadar çer çöp atılırsa zihin yapıları o kadar kirlenir. Ortamı çer çöpten ne kadar arındırırsak çocuklarımız da iç bilgelikleriyle o kadar derinden bağ kurarlar. Yedi yaştan önceki yıllar psikolojik esenlik açısından en önemli olanlardır çünkü çocukların duygusal altyapısı bu yıllarda oluşur.
Bizler, çocuklarımız daha hazır olmadan onları anadillerini terk edip yapısal ve rekabetçi oyunlarımız, kurallarımız, notlarımız ve hiyerarşik eğitimlerimizle dolu kendi dünyamıza girmeye zorlarız. Bu noktada, sözgelimi doğal dillerini terk edip yabancı bir dil -yetişkin dili- öğrenmek zorunda kalan çocuk daha baştan dezavantajlı konumdadır. Çocuklarla oynamak demek onların hayaller ve olasılıklar dünyasına girmek demektir. Yerde köpek gibi çömelmek, halıda yılan gibi kıvrılmak demektir. Elbette ki çocuklarla oynamak can sıkıcı olabilir ama onları kendi dünyamıza sürüklemeyi değil, dünyalarına girmeyi istiyorsak izlememiz gereken yol budur.
Gördüğünüz gibi, çoğumuz çocukların nasıl konuştuğunu, düşündüğünü ya da davrandığını anlamıyoruz. Davranışlarını yetişkin gözüyle ve egomuz aracılığıyla değerlendiriyoruz. Bunun sonucunda da onları tamamen yanlış anlıyoruz. Halbuki sadece onları daha iyi anlayarak bile daha yakın bağlar kurabiliriz. Kitabın bu aşaması size işte bunu öğretecek: Çocuklarınızın hareket ve davranışlarını nasıl yorumlar ve onlarla nasıl derin bir bağ kurarsınız?
Bana gelip çocuklarının ağlamasından şikâyet eden o kadar çok ebeveyn tanıdım ki… Bu çocuklar genelde yedi yaş altıdır. Ebeveynlerin anlamadığı ise çocukların sıkıntılarını bu şekilde -ağlayarak- ifade ettiğidir. Onların henüz sıkıntıları ya da korkuları hakkında konuşacak sözcükleri yoktur; bu yüzden ağlarlar. Ebeveynler de bunu doğal olmayan ya da anormal bir şey olarak yanlış yorumlarlar.
Biz ebeveynler çoğunlukla çocuklarımız bizimle kabaca ya da özensiz bulduğumuz şekilde konuştuğunda tetiklenir ve kötü hissederiz. Maia’nın on iki yaş civarında bir şeylere kızıp “Sana katlanamıyorum!” deyişini hatırlıyorum da… Ah, bu cümleye nasıl da yapışmıştım… Kurban modum tam kapasite aktive olmuştu: “Ne cüretle böyle söylersin! Ben senin için neler yapıyorum, nasıl bu kadar zalim olabilirsin?” Ona kendini kötü hissettirmeye çalışarak söylevime devam etmiştim.
Sonunda şöyle demişti: “Anne, kızgındım sadece. Öyle demek istemedim. ‘Sana katlanamıyorum değil; bu duruma katlanamıyorum’ demek istemiştim! Neden her şeyi bu kadar kişiselleştiriyorsun?”
Bana katlanamadığına dair sözleri dünyamı paramparça etmişti ve yaklaşımımda devrime yol açmıştı. Cümlesini o kadar büyük bir felakete dönüştürmüş, o kadar abartmıştım ki kendime acımaya, takdir edilmediğimi, sevilmediğimi hissetmeye başlamıştım. İçimdeki çocuk devreye girmişti. Onun yorumunu duyunca düşüncelerim anında değişti: “Ah, benim düşündüğüm şeyi kastetmemiş. Amacı bana saldırmak değilmiş. Kızdığı zamanki kelime seçimini doğru yorumlayamadım, hepsi bu. Dilinin şifrelerini farklı şekilde çözmeliyim.” Artık Maia bana kişisel saldırı gibi hissettiren bir şey söylediğinde, örneğin “Senden nefret ediyorum!” dediğinde, bunu “Anne, bu durumdan nefret ediyorum!” olarak yorumluyorum.
Popüler psikoloji çevrelerinde dönen bir deyiş vardır: “Çocuklar bamtelimize basmayı iyi bilir.” Bu cümlenin ima ettiği şey çocuklarımızın bamtellerimizi bildiği ve sinsice bu bamtellerine basmak için uğraştığıdır. Bu tamamen yalandır. Üstelik zararlı bir yalandır çünkü ebeveynlerin şeytan gibi gördükleri, kendilerini çıldırtmaya ant içtiğini sandıkları çocuklarına karşı gard almalarına sebep olur. Bu düşünce yapısının ebeveyn-çocuk ilişkisinde bağlantı kopukluğuna yol açacağını görüyor musunuz?
İşin aslı, çocuklarımız bizim bamtellerimizi bilmez; bamtellerimiz umurlarında da değildir. Onlar bizi çıldırtmaya ant içmemiştir; sadece kendileri olmak ve hayattan en çok nasıl keyif alacaklarını çözmek isterler. Bu gerçeği anlamamız, çocuklarımızın bizi bilerek manipüle edip komplo kurduğu fikrinden uzaklaşmamız için elzemdir. Çocuklar ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak için akıllıca yöntemler bulabilir mi? Tabii ki! Ne var ki bu onların kasten bizi dolandırdığını ya da şeytani olduğunu göstermez. Ayrıca bizi manipüle etmeye çalışırlarsa kendimize şunu sormak da bize düşer: “Çocuğumun istediği şeyi doğrudan söylemek yerine beni manipüle etme gereği duymasına neden olacak ne yapmış olabilirim?”
Ebeveynlerin en yaygın tetikleyicilerinden biri, çocuklarının onlara yalan söylemesidir. Eli böyle bir ebeveyndi. Oğlu Noah’nın üniversitedeki notlarıyla ilgili yalan söylemesine çok öfkelenmişti. Noah babasına notlarının iyi olduğu ve her şeyin kontrolü altında olduğu izlenimi vermişti. Eli, Noah’nın yalan söylediğini, geçer notu bile zar zor aldığını öğrenince kendini kaybetti. Noah ile birlikte terapiye geldi ve öfkesini ifade etti: “Seni dürüst bir insan olmak üzere yetiştirdim. Sense meğer dünyanın en büyük yalancısı olmuşsun. Kendini utanılacak, rezil bir duruma soktun. Artık sana güvenebileceğimi sanmıyorum!”
O bunları söylerken Noah başını öne eğmişti. Babasının öfkesinden kötü etkilendiği belliydi. Araya girmek zorunda kaldım. “Eli, oğlunun neden yalan söylediğini anlamaya çalışabilir misin? Ya da genel olarak insanların neden yalan söylediğini?.. Sana gerçeği söylemekten korktuğu için yalan söylediğini düşünmüyor musun? Gerçeği söylese çok kızardın. Oğlun yalan söyledi, çünkü senin onun hakkında ne düşüneceğini önemsiyordu. Yalan ilk bakışta olumsuz bir şey gibi görünebilir ama daha yakından bakarsak bir yandan da yalanın karşıdakini hüsrana uğratmama ya da öfkesinden kaçınma sembolü olduğunu görürüz.”
Bu sözlerimin ardından Eli sessizleşti. Yumuşamıştı. Sonra şöyle dedi: “Biliyor musun, işin tuhaf yanı, lisedeyken ben de babama yalan söylerdim. Beni keman dersine götürüyordu. Bense keman çalmaktan nefret ediyordum; ama babam için bu o kadar önemliydi ki ona uydum. Beni derse bırakırdı ama ben oraya gidişlerimin yarısında içeri girmez; parkta oturur, top oynar ya da telefonda arkadaşlarımla konuşurdum. Birkaç ay böyle idare ettim ama en sonunda öğretmenim babama derslere gitmediğimi söyledi. Bu durum babamı çıldırttı; benimle aylarca konuşmadı. Ne kadar utandığımı size anlatamam. Babama ‘Ben yalancı değilim; sadece senin öfkenden korktum’ diye haykırmak istedim ama dilim tutuldu. Babamla ilişkim o günden sonra hiç eskisi gibi olmadı. Ve baksanıza, şimdi kendi çocuğuma aynı şeyi yapıyorum. Acayip değil mi?”
Eli’nin çok geçmeden oğluyla empati kurması ve onun deneyimini anlaması beni rahatlatmıştı. Birlikte çalıştığım ebeveynlere tekrar tekrar şunu söylerim: “Çocuklarınız sizinleyken güvende hissetmezse ve onları fazla kontrol ederseniz size yalan söylemeleri kaçınılmazdır. Hüsranınız ve gazabınızdan duygusal olarak sağ çıkmak için yaparlar bunu. Yalan söylerler çünkü tepkilerinizi önemserler. Önemsemeseler yalan söyleme zahmetine girmezlerdi.” Bu fikir ebeveynlerin aklına pek yatmaz, çünkü bizler her yalanın cezalandırılması gerektiğine inandırılmışızdır; fakat bu, konunun özüne inmeyen fazla basit bir yaklaşımdır. Gerçek şu ki pek çok davranış gibi yalan da daha derinlerdeki bir şeylere işaret eden bir semptomdur. Yalnızca dışarıdan görünene odaklanırsak, gerçekte olanı kaçırırız. Yalan bunun mükemmel bir örneğidir. Bu davranış çok olumsuz görünür; ama derinleşip kendimize “Yalanın gözden sakladığı şey nedir?” diye sorduğumuzda bulacaklarımız bizi şaşırtabilir.
Çocuklarınızın ve sizin tüm ego güdümlü ve çatışma yaratan davranışlarınız birer İŞARETTİR. İçeride bir şeylerin yanlış gittiğine işaret. Bu basit gerçeği aklımızda tutabilirsek gerektiğinde duraksayıp içe dönerek davranışın altındaki gerçek ihtiyacı araştırabiliriz. Sözler ve eylemlerin şifreleri çözülmelidir ki hissedilenleri anlayabilelim. Davranışlarımızı yönlendiren ve onların temelini oluşturan daima hislerdir. Dıştaki davranışın neye işaret ettiğini çözmeye başladığımızda bağlama, sebep ve sonuçlara ulaşabiliriz. Bu da ihmal, ret ya da utançtan kurtulmamızı sağlayıp şefkat, anlayış ve bağ kurmaya kapı açar.
Çocuklarımızın davranışlarının şifresini çözmek ve gerçek hislerine ulaşmak için kendimize sorabileceğimiz bazı sorular şunlardır:
Bu davranış bana ne anlatmaya çalışıyor?
Buradaki İŞARET ne, neden var ve onu dönüştürmek için ne yapabilirim?
Çocuğumun acısı şu anda hangi seviyede?
Devreye sokmam gereken içsel kaynaklarım neler?
Her davranış eşit değildir. Bazıları birinci seviye acının, bazıları beşinci seviye acının İŞARETİDİR. Acının seviyesini anlamak için zaman ayırmak, özen ve duyarlılık göstermek gerekir.