İnsanın bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik evreleri sadece fiziksel boyutta değil zihinsel ve ruhsal boyutta da olgunlaşma sürecinin basamaklarıdır. Bu evrimleşme (olgunlaşma) süreci hem bilinç hem bilgi gelişimiyle olur.
Aynı gelişim basamakları toplumlar için de geçerlidir.
Toplumları bir metafor olarak insanın bilinç gelişimi evrelerine göre tanımlarsak, yaşadığımız topluma “çocuk toplum” diyebiliriz. Çocuk nasıl davranır, nasıl seçim yapar?
Çocuk, kısa vadeli çıkarlarını ve isteklerini uzun vadeli yararlar için ertelemeyi bilemez. Ona “Hemen şimdi istersen küçük çikolata yersin; yarını beklersen büyük çikolata alırsın” diye iki seçenek sunsan, küçük çikolatayı alarak hemen şimdi yemeyi seçer.
Çocuk masal dinlemeyi sever. Ona anlatılan masalların gerçek olduğuna inanır. Gerçekle hayal arasındaki ayrımı yapamaz. Yatağın altındaki canavarlardan ve öcülerden korkar. Süper kahramanlara ve kurtarıcılara bayılır ve onlarla özdeşleşir. Bu nedenle masallarda daima süper güçlere ya da konuma sahip bir kurtarıcı figür yer alır. Çocuk güçlüyü sever. Çünkü başı sıkıştığında anne/baba (tanrı) tarafından korunacağına inanmaya ve ona sığınmaya ihtiyaç duyar.
Çocuk, sebep-sonuç bağlantısını kuramaz. Bilinçli seçim yapabilme yetisinden, sorumluluk almaktan ve öz disiplinden yoksundur. Ona mantıklı şeyler söyleseniz de kavramsal düşünebilme yetisi gelişmediği için inanmak istediğine inanır; inandığı şeyler ne kadar mantık dışı şeyler olursa olsun.
Çocuk kolay kanar ve kandırılır. Ona bir çikolata ya da istediği bir oyuncağı göstererek senin yanına gelmesini ya da kucağına oturmasını sağlayabilirsin.
Çocuk duygularıyla yaşar. Çocuk soyut düşünemez. Çünkü soyut düşünce (mantık) ergenlikte gelişmeye başlar. Bu nedenle seçimlerinin irrasyonelliğini onun mantığına hitap ederek anlatamazsanız. Bu nedenle nüfusunun çoğunluğu “çocuk” olan toplumlarda sol düşünce hak ettiği değeri göremez.
Çocuğun varlığını devam ettirebilmesi, temel fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için ebeveyninin ilgisine, onu koruyup kollamasına ve ebeveyninin güçlü olduğuna inanmaya ihtiyaç duyar. Bu güven ve ait olma ihtiyacıyla kendisini istismar eden ebeveynine bile sadakatle bağlanmaya devam eder. Ebeveyni ne söylüyorsa doğrudur. Çünkü ebeveyninin onu sevmeme ihtimali, yaşadığı tacizden, tecavüzden bile daha korkutucudur. Bu nedenle çocuk toplumlar kendisine gerçekleri, özgürlüğün yolunu gösteren insanları dinlemek yerine tacizci ebeveynine bağlanmaya devam eder. Tıpkı kocasından günde üç posta dayak yiyen kadının, kadın koruma evinde bir süre kaldıktan sonra kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek yerine, “Ne de olsa kocamdır, döver de sever de” diyerek yine koca evine dönmesi gibi.
“Öğrenilmiş çaresizlik” ya da “Stockholm sendromu” olarak bilinen, kurbanın cellâdına âşık olması sendromu, kişi duygusal boyutta çocukluk evresinde takıldığında oluşur.
“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse bile hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz.”der Nietzsche.
Çünkü çocuk özgürlükten korkar. Çünkü özgürlük sorumlulukla birlikte gelir. Sorumluluk taşımak zordur. Bu nedenle özgürlükten korkar çocuk. Korunup kollanmak uğruna henüz hiç tatmadığı özgürlüğünden kolaylıkla vazgeçer. “Özgürlük” kavramının onun zihninde ve duygularında hiçbir karşılığı yoktur. Bilmediği özgürlük için bildiği tutsaklıktan niye vazgeçsin ki? Zaten özgür olsa ne yapacağını bilemez. Özgürlük korkutucudur. Oysa beslenme ve korunma karşılığında güce boyun eğerek yaşamak, tanıdık bildik bir durumdur.
Kulluk, kölelik, lidere (tanrıya/babaya) koşulsuz itaat çocuk toplumların özelliğidir.
“Bir ülkenin aile yapısını bilirsen o ülkeyi istediğin gibi yönetebilirsin” der Hitler. Feodal aile yapısında babadan korkulur. Baba ailenin reisidir. Babanın sözü dinlenir, babaya itaat edilir. Kimse babanın hiddetini, şiddetini üzerine çekmek istemez. Tüm aile üyeleri babayı mutlu etmek için, onun bir takdirini, bir baş okşayışını alabilmek için didinir durur. Babanın sözünün üzerine söz söylenmez. Sofrada etin en iyi parçasını o yer. En rahat koltuğa o oturur. TV kumandası onun elindedir. Onun istekleri emirdir. Sorgulanamaz. Aile üyelerinin hayatları ve seçenekleri babanın ihtiyaçlarına ve isteklerine göre şekillenir.
Acizlik ve korku sarmalı içinde, “çocuk” kişiler kendisine “güven” vaat eden “baba”ya yönelir.
Çocuk “kurtarıcıları” sever ve duygularıyla yaşar. Onun henüz gelişmemiş mantığına değil, duygularına hitap eden kazanır.
İnsanlığın evrimleşme sürecinde bebek toplumlardan yetişkin toplum olmaya doğru geçiş yolculuğunun nasıl olduğunu ve olacağını Geleceği Hatırlamak adlı kitabımda detaylı olarak anlattım.
Çocukluk evresinden adım adım ergenliğe ve yetişkinliğe geçiş bilinç gelişimiyle gerçekleşir. Bilinç geliştikçe kişi birey olmaya doğru evrilir, düşünceleri ve inançları sorgulamayı öğrenir. Yine bilinç gelişimiyle birlikte insan bağımlılıktan bağımsızlığa, sonrasında da bağımsızlıktan karşılıklı bağlılıkla yaşamayı öğrenmeye doğru yol alır.
Feodal aile yapısında büyümüş yetişkin bedenindeki çocuk insanlar, korku salan otoriter liderlere saygı ve hayranlık duyar, hatta onları ilahlaştırır. Tıpkı çocukken (ve halen) korktukları babalarına duydukları saygı ve gösterdikleri itaat gibi. Despotluk, zorbalık güçlülük olarak algılanır; tıpkı kendilerine bağıran azarlayan babalarını güçlü olarak algıladıkları gibi. Bu tür liderlerin bilinç seviyeleri ortalama halktan daha gelişkin değildir. Sadece iktidar ve gücü ele geçirme, sahip olma hırsları, başkalarından saygı görme ihtiyaçları ve fütursuzlukları daha büyüktür. Her toplum kendine layık gördüğü lideri seçer.
Bakalım ne zaman büyüyeceğiz?
Her koşulda sevgiyle ve umutla hoşça olun.
Nil Gün