Son 10 yıla baktığımızda sezaryen oranlarının özellikle büyük şehirlerimizde gittikçe arttığını farkediyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre bu oran %15 olması gerekirken, ülkemizde devlet hastanelerinde %40-60, özel hastanelerimizde %80-90 oranlarını bulmuş durumda.
Amerika ve Avrupa ülkelerinde %28-30 sınırına gelen sezaryen oranlarını düşürmek için yoğun bir çaba harcanırken, ülkemizde yazılı açıklamaların dışında büyük bir projenin olmadığını görüyoruz.
Peki çok açık bir biçimde görülen, kabul edilemez derecede yüksek sezaryen oranlarının sebebi nedir?
Ve neden diğer gelişmiş ülkeler normal ve doğal doğum oranlarını yüksek tutmaya çalışmaktadır ?
Doğal Doğum Nedir?
Doğal doğum mümkün olduğu kadar müdahale edilmeden yapılan doğumlardır. Bu sayede aktive olan tüm doğal hormonlar, anne ve bebeğini doğuma en sağlıklı biçimde hazırlamaktadır.
Zaten doğal bir doğumda ebeler ve doktorların izleyici olup, sağlık kontrollerini yapmalarından başka bir müdahalesi olmamalıdır. Çünkü buna ihtiyaç yoktur. Gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil, bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur.
Gereksiz yere yapılan her türlü müdahalenin doğumun işleyişi ve hormonların salınımı üzerine negatif etkileri vardır.Zaten doğal doğumu üstün kılan bu hormonların salgılanmasıdır.
Bu hormonlar içinde en etkili olan iki hormon oksitosin ve endorfindir.
Oksitosin rahimi kasıcı etkileri ile doğumun ilerlemesinden sorumlu
hormondur. Ancak oksitosinin cinsellikte, arkadaşlarla yenilen güzel bir
yemekte ve sevginin olduğu daha birçok yerde salgılandığını biliyoruz.
Bu yüzden bu hormona “sevgi hormonu” adı verilmiştir. Yani sevginin olduğu her yerde oksitosin de vardır. Bu hormon doğumda gittikçe artan oranlarda salgılanarak doğum anında ve doğum sonrasında en yüksek seviyelerini bulur.
Kordon yoluyla da bebeğe geçer. Bebeğin de kendi hormonunu ayrıca
salgıladığını biliyoruz. Böylece doğal bir doğumda anne ve bebeğinin bu hormonun etkisiyle bir sevgi denizinde yüzdüğünü söyleyebiliriz.
Diğer hormonumuz endorfin bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir.Doğa, doğum yapan kadının kendini rahat hiisedebilmesi için herşeyi yapar.
Oksitosin seviyesi yükselip, kasılmalar sıklaştıkça, beden endorfin
salgısını arttırarak cevap verir. Böylece kadının bedeninde doğal bir
anestezi sağlanır, kasılmalar daha rahat hissedilir.
Doğumda endorfin seviyeleri en yüksek noktadadır. Kordon yoluyla bebeğe geçer, bebeğimiz de kendi hormonunu salgılar.
Endorfinin bağımlılık yapıcı bir etkisi de vardır. Kişi endorfin
etkisindeyken çok daha sevgi dolu, karşısındakini kabullenicidir.
Endorfinin en çok salgılandığı sporcularda bu etkileri açıkça görebiliriz. Doğum anında anne ve bebeği oksitosin ve endorfin etkisindir. Ve bu iki hormon birleştiğinde müthiş bir güce ulaşır. Anne ve bebeğin bu ilk
karşılaşmada birbirlerine bağlanmasından bu hormonlar sorumludur.
Bu yüzden biz bebeğe saygılı doğumlarda, bebeğin doğar doğmaz anne kucağına verilmesini savunuyoruz. Bu anlarda sessiz kalıp, bir adım geri çekiliyoruz. Anne ve bebeğinin bu ilk buluşmasını bozmamak için herşeyi yapıyoruz.
Son yıllarda yapılan çalışmalar doğum anında bebeklerimizin herşeyin
farkında olduklarını ortaya koymaktadır. Bebeklerimiz doğduklarında herşeyi hissederler, duyarlar ve görürler. Spotlar gözlerini acıtır, başaşağı tutulmak onları mutlu etmez.
Tek istedikleri bu yeni dünyada güven duyacakları tanıdık bir sestir. Bu yüzden en çok tanığı kişiyi, annelerini ararlar.
İlk refleks ağlamalarından sonra anne kucağı ile buluştuklarında annesinin güven veren kalp atışlarını duyar, tanıdık sesini ve kokusunu hissederler. Ağlamaları yavaş yavaş azalır. Kendilerini bu güvenli sıcaklığa bırakırlar. Bu güvenli ve sevgi dolu başlangıç onların gelecekteki davranışlarını da pozitif yönde etkileyecektir.
Yapılan tüm çalışmalar doğal doğumların anne ve bebek üzerindeki pozitif etkilerini desteklemektedir.Bebeklerde solunum problemleri daha az olur, daha aktiftirler, daha iyi ve kolay emerler, bağırsak flora gelişimleri çok daha iyi olur.
Anne-bebek ilişkisi çok daha sağlıklı başlar, annelerimizde doğum sonrası depresyon çok daha az görülür.
Doğumda Müdahalelerin Etkileri Nelerdir?
Doğumun doğal işleyişine yapılan her türlü müdahale doğumun doğal gidişini etkiler. Bunların arasında aç bırakılmak, serum takılması, su kesesinin erken açılması, doğum başlamadan suni sancı ile doğumun erken tetiklenmesi, her gebeye epizyotomi dediğimiz vajinal kesi yapılması, hatta epidural anestezi kullanılması sayılabilir.
Bu uygulamalar eğer gerçekten bir neden yokken uygulandığında, doğumda salgılanan hormonların çalışma düzenleri bozulur.
Örneğin gerek yokken sadece doğumu hızlandırmak için takılan suni sancı annenin doğal oksitosin salgısını bozar.
Suni sancı olarak bildiğiniz, serumla verilen ve rahimi kasıcı etkileri olan yapay oksitosin beyin bölgesine geçemediğinden, beden doğal ağrı kesicisi olan endorfini salgılayamaz ve gebe kasılmaları çok daha şiddetli hissetmeye başlar.
Bu gebelerimizin doğum yaparken bebeklerine kavuşma değil, onlardan kurtulma hissiyle davrandıklarını görüyoruz. Bu da doğum anındaki o ilk buluşmayı bozar.
Epidural anestezide ve ağrı kesicilerde de aynı etkileri görüyoruz.Bu
uygulama doğuma yapılan büyük müdahalelerden biridir. Evet gebe doğumda hiç ağrı hissetmez ancak doğal hormonların salınımı da engellenmiş olur.
Bu doğumlarda gebe yatağa bağlı kalır, sürekli takip altında olmak zorundadır, doğumlar göreceli olarak uzar, vakum takma oranları artar, anne-bebek buluşması gecikir. Yapılan ağrı kesici ilaçların az ya da çok bebeğe geçtiklerini de biliyoruz. Bu ilaçların kısa ve uzun dönemli negatif etkileri konusunda çalışmalar devam etmektedir.
Bir diğer müdahale olan epizyotomi, yani doğumda vajinal kesi normal
doğumdaki negatif olayların başlıca sorumlusudur.
Ülkemizde ilk doğumların hemen hemen tümünde uygulanırken İngiltere’de bu oran %30 civarındadır. Emekli bir ebe olan annemden 1960’larda yaptırdığı doğumları dinlemek her zaman bana ilginç gelmişti. O dönemde gerek hastane gerekse ev doğumlarında epizyotomiyi çok nadir uyguladığını anlatırdı. Ancak çok sabırlı ve doğuma saygılı olduklarını anlatırdı. Sakin geçen, hızlandırılmamış doğumlarda epizyotomi ihtiyacı aslında çok az olmaktadır. Ancak burada hem doğum yapanın, hem de yaptıranın sabırlı olması, doğumun daha yavaş ilerlemesi gerekmektedir.
Doğal Doğumlar Neden Bu Kadar Azaldı?
Bu soru sorulduğunda genellikle ilk suçlanan doktorlar oluyor. Bu bir
anlamda doğru. Yani sezaryen doğum zamanı belli olduğu, kısa sürdüğü için birçok yoğun çalışan doktor için kolay bir doğum şekli olarak empoze edilmektedir. Belki de bu yüzden sezaryen oranları gittikçe artıyor.Yıllardır tek bir doğum yaptırmamış birçok doktor tanıyorum.Eğitim hastanelerimizde doktor ve ebeler, müdahalesiz doğal doğumları yeteri kadar izleme fırsatı bulamadan mezun oluyorlar.
Ama bu konudaki en büyük sorumluluk ailelere düşüyor. Kadınlarımız arasında sezaryen tercihi gittikçe artıyor. Bunun en büyük sebebi
” DOĞUM KORKUSU”.
Kadınlarımız doğumdan korkuyor ve korkuları toplum tarafından besleniyor. Korku gerginlik yaratıyor ve bedenimizde stres hormonlarının salgılanmasını arttırıyor.
Adrenalin başta olmak üzere salgılanan bu hormonlar doğumun doğal gidişini bozuyor. Beden bu korkular nedeniyle tehlikede olduğunu sanarak doğumu durdurmaya çalışıyor. Rahim kasları birbiriyle uyum içinde çalışacakken, birbirlerine karşı çalışır hale geliyor ve bu da ağrılı kasılmalarla sonuçlanıyor. Biz buna korku-gerginlik-ağrı çemberi adını veriyoruz. Yani kadınlarımız aslında kendi ağrılarını kendileri yaratıyorlar diyebiliriz.
Korku dolu bir doğumda istemesek de müdahaleler devreye giriyor. İlerlemeyen doğumlar karşısında suni sancılar uygulanıyor. Daha şiddetli kasılmalar sağlanıyor. Doğal işleyiş devre dışı bırakıldığından beden kendi ağrı kesicisi olan endorfini salgılayamıyor. Gergin ve ağrılı geçen saatler sonrasında bu gebeler bir şekilde doğum yapıyor belki ancak özellikle doğum anında tamamen kurtulma güdüleri ile hareket ediyorlar. O özel anı, o büyülü buluşma anını kaçırıyorlar. Akıllarında sadece ağrılar, yorgunluk ve korku kalıyor.
Tabii bu gebelerimiz daha sonra korkuyla besledikleri bu doğumları anne adaylarına bire bin katarak anlatıyor ve toplumsal korkunun kaynağı oluyorlar.
Yani toplum olarak doğum konusunda negatif bir hipnoz altındayız ve bir şekilde bunun yavaş yavaş kırılması gerekiyor.
Artan sezaryen oranlarının bir diğer sebebi yasal sorumluluklar ve aile
beklentileri. Aileler artık doğumda hiçbir ters giden olaya şahit olmak
istemiyorlar. Yani “garantili” doğum istiyorlar.
Oysa biz biliyoruz ki hayatımızın hiçbir aşamasında böyle bir garanti yok. Sağlığımızla ilgili aldığımız her kararın pozitif yanları olduğu kadar negatif yanları da var.
Bu doğum için de geçerli. Bazen işler istediğimiz gibi gitmiyor. Çok nadir karşımıza çıksada bu gibi istenmeyen bir olay olduğunda ilk suçlanan doktor oluyor ve neden en baştan sezaryen yapılmadığı sorgulanıyor.
Bazen olaylar gittikçe artan sıklıkta mahkemelere taşınabiliyor. Aile ve yasalarla baskı altına alınan doktorlarımızdan garantili sonuçlar beklendiğinde ister istemez sezaryen oranları artıyor.Tüm bunların önüne geçmek için ailelerin kendi sağlıkları ile ilgili sorumluluları alacak derecede eğitilmeleri gerekiyor.
Doğal Doğum Yolunda Neler Yapılabilir?
Sanırım bu aşamada en büyük görev kadınlarımıza düşüyor. Gerek hamilelik gerekse doğum planları için artık “Ben ne istiyorum?” sorusu yerine, “Bebeğim ne istiyor?” sorusunu sormamız gerekiyor.
İnanın bana bebeklerimiz travmasız, sakin ve dünyayla tanıştığı anda annesiyle buluşacağı doğal bir doğum istiyor.Bu onların geleceğini pozitif yönde etkiliyor, sevme kapasitelerini arttırıyor.Dünyada travmasız bir doğumla karşılaştırıldığında sezaryenin daha iyi olduğuna dair tek bir çalışma yok. Kadınlarımızın artık doğumlarına sahip çıkması gerekiyor.
İkinci aşamada korkularla çalışmak geliyor.
Korkuların panzehiri bilgidir.
Bilinmeyen sizi daha çok korkutur.
Burada hamile eğitimi devreye giriyor ve sizi korkusuz bir doğuma hazırlıyor. Doğum aşamalarını, ıkınma tekniklerini, nefes tekniklerini bu kurslarda öğrenebiliyorsunuz. Zamana saygıyı öğreniyorsunuz. Doğumda gevşemenin önemini ve kendinizi bırakmayı öğreniyorsunuz. Doğumun bilinçle kontrol ederek değil, bilinçaltıyla kendinizi bırakarak yapıldığını öğreniyorsunuz. Bedeninize, rahminize ve bebeğinize güvenmeyi öğreniyorsunuz.
Yani eğitimlerde doğuma fiziksel ve duygusal olarak hazırlanıyorsunuz. Tüm bunların sonucunda da kendi doğumunuzla ilgili planları yapabilecek ve kendi sağlığınızla ilgili kararları verebilecek duruma geliyorsunuz.
Burada elbette hamile eğitimi alacağınız kurumu seçmeden önce araştırmanız uygun olacaktır.. Bu kurumun doğal doğumu desteklemesi, sizi böyle bir doğuma hazırlayacak teknikleri öğretmesi, gereksiz müdahalelerden nasıl korunacağınıza rehberlik etmesi için belli doğum felsefelerini benimsemiş olması gerekiyor.
Ülkemizde hala emekleme aşamasında olan hamile eğitim kurumlarının çoğunda verilen hizmetler hamilelik egzersizleri ve emzirme tekniklerinin çok ötesine geçmemektedir.
Bu kurumlar genellikle sistemle barışık hizmet vermekte, ders konularını ona göre seçmektedir.Eğitim alanların arasında doğal doğum oranlarının çok düşük kalması bu görüşümüzü desteklemektedir.
Ülkemizde doğal doğum yolundaki ikinci büyük adımda doktor ve hastane seçiminin iyi yapılması gerekiyor. Bu konularda hepimizin yavaş yavaş kendini sorgulaması gerekiyor.
Eğer sizin doğum yapmaya karar verdiğiniz hastanede sezaryen oranı % 90’sa , bu aynı zamanda sizin de sezaryen oranınız demektir.
Eğitim verdiğim gebelerime genellikle hastane ve doktorlarını sorgulamalarını tavsiye ediyorum. Yine böyle eğitim alan bir gebemiz, büyük şehirlerimizden birinin tanınmış bir özel hastanesindeki doğum koşullarını araştırmaya gittiğinde ilginç bir olayla karşılaşmış.
Doğumla ilgili sorduğu her soruya çalışanlar sezaryen aşamaları ile ilgili bilgiler verince onlara normal doğum yapmak istediğini söylemiş. Verdikleri cevap ülkemiz gerçeğini göz önüne sermeye yetiyor “Ama bizim hastanemizde hiç normal doğum yapılmıyor ki!”.
Normal ve doğal doğum isteyen kadınlarımız bunları sorgulamadıkça doğal doğum yolunda ilelememiz mümkün değil.
Avrupa ve Amerika’da “Bebek Dostu Hastane” kavramının yanında bir de “Anne Dostu Hastane” kavramı var. Yani doğal ve müdahalesiz doğumu destekleyen, doğum odalarına evlerdeki huzur ve güveni getiren, doğum boyunca anneye her türlü fiziksel ve duygusal desteği veren, anne ve bebeğin doğum anına saygı duyarak daha insancıl doğumlara kucak açan hastaneler.
Ülkemiz için de bu kavramın yakın bir gelecekte uygulanmaya başlayacağını umut ediyorum.
Bu konuda en büyük sorumlunun Sağlık Bakanlığı olacağını söylemek sanırım yanlış olmaz. Yurt çapında başlatılacak kampanya ve seminerlerle doğal doğum teşvik edilebilir.
Her hastanede hamile eğitimi yapılması zorunlu tutulabilir. Hastanelerin normal, müdahaleli ve sezaryenle doğum oranları gebelerin de görebileceği şekilde sergilenebilir. Sezaryenin anne ve bebek üzerindeki negatif etkileri panellerle anlatılabilir.
Son olarak gebelerimizin doğumda öğrendikleri bilgiler ışığında
sorumlulukları paylaşmaları gerekiyor. Doğuma veya sezaryene karar
verdiklerinde komplikasyon dediğimiz ters gidebilecek herşeyi öğrenmeleri ve bu sorumluluğu doktorlarıyla paylaşmaları hasta-hekim ilşikileri için çok önemli.
Elbette bunları gebelerimize öğretmek, sorumluluğu alan sağlık çalışanlarının görevidir. Bu durum doğal doğum isteyen gebelerimizde çok güzel işliyor. Doğum isteyen kadına doktoru “Ama bak bu, bu, bu riskler var, riske atmak istemezsin değil mi ?”diyerek zaten içinde var olan korkuyu daha da körüklüyor. Ancak gebemiz sezaryen istediğinde karşılaşacağı risklerden bahsetmek yerine sadece sezaryen tarihi için gün veriliyor.Böylece gebemiz sezaryenin kendisi ve bebeği için getireceği tüm risklerden habersiz sağlığı ile ilgili önemli bir kararı vermiş oluyor.
SONUÇ:
Ülkemizde gittikçe artan oranlarda, gebelerimizin müdahalesiz ve ilaçsız doğal bir doğumla bebeklerine kavuşmak, doğum anının coşkusunu yaşamak için yeniden istek içinde olduklarını görüyoruz.
Bunun için hastane ve doktorlarımızın gebelerimize gerekli fiziksel ve duygusal desteği vermek için yeniden yapılanmaları kaçınılmaz bir gerçektir.
Bu yolda Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı doğal doğuma götüren kanıta dayalı 6 uygulama bir rehber niteliğindedir:
1 Doğum kendi başlamalıdır.
2 Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır.
3 Doğum boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir.
4 Gereksiz her türlü müdahaleleden kaçınılmalıdır.
5 Doğumda sırtüstü yerine diğer pozisyonlar desteklenmelidir.
6 Doğum sonrası anne ve bebek bir arada kalmalıdır.
Hastane ve doktor seçimi yaparken bu uygulamalara nasıl bakıldığı
sorgulanmalı ve doğum aşamasında gebelerimiz kendi sağlıkları ile ilgili kararları verebilecek düzeyde eğitilmelidirler.
Bu sayede kabul edilmez oranlara yükselen sezaryen ve müdahaleli doğum oranlarının, yakın bir gelecekte azalmaya başlayarak, kadınlarımızın yeniden doğumun coşkusunu yaşayacağı günler yakındır.
Anneye ve bebeğine saygılı doğumlardaki artış toplumumuzun geleceği için de hayati bir öneme sahip olacaktır.
2 Günlük Lamaze Doğal Doğuma Hazırlık ve Nefes Çalışmaları Kursu 13-14 Eylül tarihlerinde İstanbul’da… Bilgi için tıklayın.
Konuyla İlgili Yazı: Bebekler Ağlamasın