elma-kurdu-i

Tatilde çok fırsat bulamadım gelen postaları yanıtlamaya. Yarın sabah oturuyorum bilgisayar başına. Ama çok konuştum, tanıştım, konu konuyu açtı; birini de buraya sakladım. 🙂

Biz barbunya yetiştiriyoruz. On yıldır falan Sinekçiler Köyü’nün Çayır Yaylası’nda. Harikulade hava şartları, gerçek tohum, Madran suyu ile sulama, denizden yüksekliği 1000 metre ve eşsiz bir toprak derken kınalı, gerçek barbunya fasulyenin en hası bizde sanıyorum. Bir yandan size gidiyor toplandıkça, bir yandan da kendimiz ayıklayıp kurutuyoruz fazlasını. Kurusu tazesinden bile lezzetli. O derece 🙂

Bütün hasatları sabahın en erken saatlerinde yaparız. Hem kargo araçlarının çıkış saatine yetişme telaşı, hem de güneşin tepeye çıktığı saatlerde kimsenin tarlada olmak istemeyişinden J Barbunya sabah 5’te toplanır; aşağı iner; 9’da tartılarak kilolara ayrılır; hemen sonra kolilere girmeye başlar; sonrası size doğru yolculuk… Bu esnada genetik şifresi bozulmamış sebze, on binlerce yılın mirası iç sesi ile kendine “Koparıldın. Koptun. Şimdi toprağa dikilmeye hazırsın. Derhal çimlen.” der. Böylece 24 saat içinde çimlenme başlar. Doğal, olması gereken süreçtir bu.

Tuhaf olan süreç ne? O da şu:

İstanbul’a her gün memleketin dört yanından kamyon kamyon mal girer. Mahsul toplanır; toplandığı bölgenin tüccarına gider; tüccar alır getirir hal komisyoncusuna gider; orada bekler, kamyonlara aktarılır, şehre gider, kantar sırası bekler, büyükşehir hal komisyoncularına gider, oradan manav, pazar ve marketlere dağıtılır. Bekleye bekleye sonunda tüketicinin buzdolabına ulaşır. Çimlenme? Yok. “Nasıl oluyor da çimlenmiyor?” kısmına uzun uzun girmeyeyim artık. Gıdada, tarımda “her şeyin bir çaresi olduğunu” o kadar çok kez ve o kadar uzun uzun anlattım ki kendim bile sıkıldım. Asıl soru “İyi ama neden?” olsa bunun yanıtı çok daha etkin bir kapıyı aralayacak. O yanıt da maalesef “Tüketici öyle istiyor.” şeklinde.

Ben bir yanlış bilineni düzelteyim: Filizlenmiş sebze atılmaz. Filizlenmiş besinlerin tüm değerleri artar bilakis. Enzim yüklenir. Besleyiciliği coşar. Buğday çimi, mercimek filizi vesairenin kıymeti ne ise barbunya, bezelye ve diğer tüm baklagillerin filizleri de aynı kıymette. Arzu ederseniz elbette kırarak pişirebilirsiniz. Ama bilin ki sakıncası yoktur.

Barbunya tanesi en nihayetinde tohumdur. Filizlenme denen olay da uyuyarak bitkiye dönüşmeyi bekleyen organizmanın canlanmasıdır. Bu canlanma anında da içinde saklanan değerli besinler bütün güçleri ile açığa çıkar. Yağ asitleri, fitobesin, enzim, mineral, protein… Hem de yüzlerce katıyla. Üstelik sizi rahatsız etmek bir yana çok daha rahat sindireceğiniz bir formdadır. Korkmayınız. “Çimlendi, at.”, “Böceklendi, at.”, “Filizlendi, at.” olayına lütfen girmeyiniz. Gerçek gıda israf edilemeyecek kadar kıymetli…

 

elma-kurdu-ii

 

Gıdanın gerçeği filizlenir, böceklenebilir, sinek de girebilir. Solucan veya salyangoz da onu tıpkı sizin gibi sevebilir 🙂 Sevmiyorsa biliniz ki ortada bir sorun vardır. Sizler “Yok, hayır bu kesinlikle olmasın.” dediğinizde üreticiler de buna göre hareket ederler: zırıl zırıl ilaç, böcek öldürücü zehir, şifresi bozulmuş tohumlar ve daha onlarcası… Avrupalının yaptığı üç çizgi filmin ikisinde neşe ile şarkı söyleyen elma kurdunu bizim çocuklar hayatlarında hiç görmediyse ortada düşünülmesi gereken bir durum var. Gözden geçirilmesi gereken tercihler var.

Beslenmek için kolay ve pratik seçeneklere yöneldiğinizde, pirinçte böcek, unda kurtlanma, patateste filizlenme görmeye tahammül edemediğinizde yanında “bir şeyleri” daha satın almış oluyorsunuz. “Benim param ile beni zehirle” demek inanın akıllıca değil. Radyasyona, böcek ilacına, kurt ilacına bulanmış; geçirdiği işlemler ile içerdiği vitaminlerin % 80’i ölmüş, kendisi yaşamayan, dolayısı ile sizi de yaşatmayan gıdalara yönelmeyin ne olur. Siz yönelmezseniz üretici de yönelmez. Bir şeyleri değiştirirseniz siz değiştirirsiniz. Tepeden inme kararlar, yönetmelikler falan değil.

Doğal olan bir şeyden korkmayın. Doğal olan gıdanın tarlada da hasatta da ambarlamada da onu en az sizler kadar seven ve dünyanın besin kaynaklarından yararlanmaya sizler kadar hakkı olan diğer canlılar ile haşır neşir olması yaşadığınız evrenin temel kanunu. On bin yıldır işleyen düzeni 50 yıllık pratik laboratuar çözümleri ile sallamaya kalktığınızda sallanan tek şey sizin sağlık grafiğiniz oluyor.

Ben on yıldır böceklenebilen unu, kurt görülebilen kuru inciri, içinde minik sinekler uçabilen kuru patlıcanı, hızla filizlenen barbunyayı, sümüklü böcek yapışan marulları çoklarına göre büyük bir akılsızlıkla, kendi vicdanıma göre ise büyük bir gururla üretiyorum. İyi ki benim gibi bakan, benim gibi düşünenlerle yani sizlerle karşılaştım ve iyi ki sürdürebiliyorum; zor bir iş bu; her yönü ile… Delice…

Oysa evet kolayı da var ve ben de pek aptal bir kadın sayılmam; “İşin kolayı nasıldır?” sorusunun cevabını ben de biliyorum. Alan memnun, satan memnun ürünler, full reklamasyon, pırıl şıkır fotoğraflar, bir hava, bir poz, havalı kraft ambalajlar, sicim ile ağzı bağlanmış kavanozlar, o sicimlerden sarkan kraft tonda etiketler, “Bu sabah da böyle uyandım” fotoları filan…

Vicdan? Onun olmaması gerekiyor işte. Kızım İpek 14’üne geldi neredeyse. Torunum Mavi bu sonbahar okula başlıyor. Sizinkiler ile birlikte büyüdüler. Sizinkiler ne yiyerek büyüdüler ise bizimkiler de öyle büyüdüler.

Pınar Kaftancıoğlu

 

<div class="social4i" style="height:82px;"> <div class="social4in" style="height:82px;float: left;"> <div class="socialicons s4twitter" style="float:left;margin-right: 10px;padding-bottom:7px"><a href="https://twitter.com/share" data-url="https://dergi.kuraldisi.com/elma-kurdu/" data-counturl="https://dergi.kuraldisi.com/elma-kurdu/" data-text="Elma Kurdu" class="twitter-share-button" data-count="vertical" data-via=""></a></div> <div class="socialicons s4fblike" style="float:left;margin-right: 10px;"> <div class="fb-like" data-href="https://dergi.kuraldisi.com/elma-kurdu/" data-send="true" data-layout="box_count" data-width="55" data-height="62" data-show-faces="false"></div> </div> </div> <div style="clear:both"></div> </div> <p>1997 yılında, çok sevdiği Ege’ye yerleşiyor Pınar Kaftancıoğlu. Önce Kuşadası’nda geçen birkaç yıl, ardından Aydın-Nazilli’de bir doğal kaynak suyu fabrikasını işletme, kızının doğumu, işlerin stresinden bunalıp fabrikayı devretme derken otuzlu yaşlarının sonunda emekliliğini ilan ediyor!</p> <p>Nazilli’de anadan kalma bakımsız araziyle birkaç zeytinliğini ıslah edip şu an yaşadığı çiftlik evini inşa ettirmeye karar veriyor. Komşuların yardımıyla yaylalardaki irili ufaklı araziye çekidüzen veriyor. Tarlalar sürülüyor, köydeki ineklerin dışkılarıyla gübreleme yapılıyor, dağ köylerinden hediye gelen fidanlarla tohumlar ekilip dikiliyor.</p> <p>Ve tarlalarda ilk ürünler çıkmaya başlıyor.</p> <p>“Kızım, İpek artık Milupa’nın ‘organik’ etiketli kavanozlarına mahkûm değildi. Kahvaltı masamızda hepsine isim koyduğum ineklerin sütleri ve o sütlerden yaptırdığım peynirler vardı. Ekmeği marketten almıyor, kendi fırınımda yapıyordum. Yumurtalar bahçenin sağından solundan, çoğu zaman da tavuklarımın folluğa çevirdiği ayakkabılıktan toplanıyordu. Zeytinden ve zeytinyağından bol şeyimiz yoktu. Bahçenin orasında burasında kendiliğinden yetişen otların her birinin bir adı olduğunu ve neredeyse hepsinden enfes yemekler yapıldığını öğreniyordum. Yılladır marketten aldığım kırmızı şeylerin, gerçek bir domates ile alakası olmadığını anladım. Havuçlar, marullar, fasulyeler, börülceler&#8230;”</p> <p>İpek Hanım Çiftliği böyle kuruluyor.</p> <span class="et_social_bottom_trigger"></span>
Share This