Bir yanı, hayatı hep kurallarına göre yaşarmış gibi görünüyor; düzenli, idealist, evcimen bir anne, çok çalışkan bir kadın. Diğer yanı, kendini oradan oraya atan çılgın bir enerji topu, sadece duygularının peşinde koşan ve bedel ödemeyi göze alan bir küçük kadın. Ne yaşarsa yaşasın sonunda gülümsemeyi bilen ve Hayat Güzeldir diyen bir yazar, TV programcısı, oyuncu; kısaca İclal Aydın.
Bu sıralar Tolga Meriç’le Senin Adın Bile Geçmedi’yle başlayıp Kâğıt Kesikleri’yle devam eden üçlemenin son kitabı Umut Vesaire üzerine çalışıyor. “Yemeyeceğim yemeği başkasına da pişirmem” diyerek kendini tüm varlığıyla ortaya koyamayacağı TV projelerinden uzak duruyor. Bir yandan da kariyeri boyunca katıldığı söyleşileri içeren tek kişilik bir anlatıyı sahneye koymaya hazırlanıyor. Arada âşık oluyor, seviyor, seviliyor, evleniyor, boşanıyor, içine bir kapanıyor bir açılıyor. Henüz 40 yaşında ama kendi deyişiyle sıkıştırılmış bir hayat yaşıyor.
İclal Aydın ilk kez kapılarını açıyor, kitapları ya da köşesi dışında bir yerde içini döküyor; malum üçüncü evliliğini, sonrasında hayata dönmesini sağlayan aşkını ve arayışını anlatıyor.
Hayatının nasıl bir dönemindesin?
O kadar çok değişiyorum ki ben de dönüp kendime hayretle bakıyorum. Bu evden çıkmadığım, kimseyle görüşmediğim bir dönem. Çok arkadaşım var gibi görünüyor ama çok çok az insanla görüşüyorum. Sabahtan akşama kadar evde olmanın lüksünü yaşıyorum. Çok sakinim. Okuyorum, izliyorum. Ev beni besliyor. Mutfakla uğraşmak, evi düzenlemek ya da tembellik etmek bana iyi geliyor. Yalnız en fazla iki yıl oturabiliyorum bir evde. Çok delice bir şey, bir hastalık, bunu kabul ediyorum.
İnsanın evini bu kadar sevip alıştığı zaman taşınması nasıl bir şey?
İlişki gibi biliyor musun. Bir önceki evimdeki en büyük eksik her neyse bir sonraki evde onu arıyor oluyorum. Bir önceki evde eğer en büyük sorun asansör gürültüsüyse, bir sonrakinde özellikle bunu soruyorsun. “Yok vallahi, hiç yapmaz!” diyorlar. Fakat sonra o evde de başka sıkıntı çıkıyor. Sonuçta kaçıyorsun ama kaçtığının daha büyüğüyle karşılaşabiliyorsun. Evlerim, hayatlarım, adamlarım hep böyle benim.
Bu kararı almak zor olmuyor mu?
Bir şeye karar vermek zorunda kaldığım zaman hep bir çizgi çizerim. Bu işten, bu adamdan, bu evden ayrılmak bana ekstra yük mü getirecek yoksa ferahlayacak mıyım? Başlıyorum artıları, eksikleri yazmaya. Benim neye ihtiyacım var? Öncelik sıralaması yapıyorum. Sabrederim ama hiçbir şeyin gırtlağıma dayanmasına izin veremem. Keyfini çıkardığım gibi sıkıntısını da ben çekerim. Her şeyin bir bedeli var hayatta. İyi bir evde oturmanın bir bedeli var, iyi bir işe sahip olmanın bir bedeli var.
İyi bir aşk yaşamanın da bedeli var mı?
İyi bir aşk yaşamanın da bir bedeli var, evet. Yakışıklı bir adamla birlikteysen onun bedeli daha büyük olur her zaman. Dünyanın en güzel kadını da olsa kadınlarda şöyle bir tepki var; sanki o yakışıklı adam her an ulaşılabilir birisi ve yanında o kadın olmasa hay Allah aslında onun olacaktı! Güzel bir kadına o kadar acımasız davranılmıyor birisiyle birlikte olduğu zaman. Düşünün Kıvanç Tatlıtuğ’dan Brad Pitt’e kadar… Angelina Jolie’yi bile yerden yere vuruyorlar. Kadın acımasızlığı paylaşamamaktan kaynaklanıyor. Bunun bedeli de çok ağır.
Güzel Olmak ya da Olmamak
Bu kadınlar kendilerini çok beğeniyor olabilirler mi?
Kendilerini çok güzel buluyor olsalar bunu yapmazlar. Çok başarılı, çok güzel ya da doğuştan varlıklı insanların sahip olduklarıyla övündüklerini, bunu sık sık kendilerine ve başkalarına hatırlattıklarını gördün mü hiç? Ben görmedim.SAYFA-BOLUMU
“Güzel ve başarılı” kadının kadınlar gözündeki yeri nedir?
Güzel ve başarılı bir kadının kadınlar tarafından sevilebilmesi çok zor. Onda da rakip olmadığın sürece severler. Seni o kadar çok sevmeli ki paylaşabilmeli. Bu belki de benim televizyonda ilk keşfettiğim şeydi. Çok güzel görünmemin çok önemi yok, çok zayıf olmanın önemi yok. Ne söylediğim, insanların hayatlarına nasıl girdiğim, o kadınlar için ne ifade ettiğim daha önemli olmalı ki daha uzun süre çalışabileyim televizyonda. Tam yeri gelmişken… Zayıf ol, zayıf ol, zayıf ol dayatması var ya, nefret ediyorum. Televizyona program yapıyorum mesela. Ekip lokmalarımı sayıyor. Müthiş bir baskı! Artık kaç kilo ekleniyorsa… Hele plazmalarda Orhan Gencebay gibi çıkıyorum.
Bu dayatmayı kim yaratıyor?
Tanıdığım bütün erkek arkadaşlarım, dostlarım “Biz hiçbirimiz sizden bu kadar zayıf olmanızı talep etmiyoruz, siz birbirinize yapıyorsunuz bunu” diyorlar, doğru! Bu anlamda çok şekilci olan, beyni o kadarcık olan erkekler var, o da doğru. Biz Ertuğrul Bey’le (Özkök) zaman zaman buluşup sohbet ederiz. Kendisi hem yaş hem de kilo konusunda kadınların içini ferahlatan adamlardan biridir ve çok canı gönülden de bana der; “Yahu olsana şunun temsilcisi!” diye.
Zayıf seven erkek olamaz mı?
Olabilir tabii ama bir şey anlatayım… Ünlü bir modacı arkadaşım büyük bir hastalık atlatmış. O yaz Çeşme’de karşılaştık, kucaklaştık falan filan. Akşam sofrada oturuyoruz. Arkadaşım hastalığın ardından hafif kilo almış. Masadaki adamlardan birisi, zengince bir bey, tanınmış da bir sima; “O ne be öyle, onun hali ne öyle” dedi. Dehşete düştük hepimiz. Ya, kadın kanser atlatmış! Hâlâ fıstık gibi ve ben sana diyeyim iki üç kilo fazlası var ancak. “Ben onun yerinde olsam ortaya çıkmam” dedi. O kadar acımasız! Gerçek iğrençlik bu. Ben buna karşıyım.
Güzelliğin sana kapıları açtığını düşündün mü hiç?
Ah teşekkür ederim, güzel kadın kategorisine mi giriyorum? Aslında iş yaşamında güzel kadın kategorisinde yer alamadım hiç. Güzel bir çocuktum ben. Annem de çok güzel kadındı. 1980 sonrası iki çocuklu boşanmış bir kadın, orta gelirli bir devlet memuru olarak çocuklarını büyütürken o kadar büyük baskı altındaydı ki. Benim için o kadar korkardı ki ya yanlış yola saparsam diye… O baskı yüzünden çok küçük yaşta evlenmeme göz yumdu zaten…
Bu arada, ilk kez kaç yaşında evlendin?
19 yaşında başladım evlenmeye abla. (Kahkahalar) Dolayısıyla hayatım boyunca çok güzel olursam dikkat çekerim endişesi yaşadım. Okula o kadar gösterişsiz giderdim ki. Hiçbir zaman güzel kız olmak istemedim. Hep korktum gösterişli olmaktan. Üstelik televizyona başladığımda da bu uzun süre devam etti; ta ki üçüncü evliliğimin bitimine kadar…
Herkes Hata Yapar: Malum Üçüncü Evlilik
Bu üçüncü evlilik sende nasıl bir farklılık yarattı?
O süreçte ne kadar güçlü ve kendinden emin biri olursan ol, ne kadar iyi yetiştirilmiş olursan ol insanlar o kadar çok ok atmaya başlıyorlar ki bir süre sonra o deri incinmeye başlıyor. Kendi alanını korumaya çalışırken ok isabet ediyor. Kadınlığıma, fiziğime, mesleğime söylemedikleri şey kalmadı o dönem. Perişan etti beni. Unutuyorsun ama. Şu anda çok önemli mi? Değil. Ama beni etkiledi mi? Etkiledi. Okurken bir yabancı gibi geliyor. Ben üzerinde şaka yapıyorum. Baktım ki anlamıyorlar şakasını da yapmıyorum artık.SAYFA-BOLUMU
Senin için neler söylenmişti o dönem?
Beyinsiz dendi örneğin. Hatta birisi şey yazmıştı; “Bu kadınla evleneceğine adam eşcinsel olsaydı daha iyiydi.” Zor bir dönemdi. Hâlâ da bu konu söz konusu olduğunda aynı vahşilikle dokunmaya bayılıyorlar. Nedenini bilmiyorum; üstelik ben affettim, unuttum her şeyi. İçime kapandım, kimseyle görüşmedim o dönem. Sadece işimi yaptım, dizi yapıyordum o sırada.
Özel Bir Adam
Nasıl atlattın o dönemi?
İlk defa sana söylüyorum bunu; çok şahane biriyle tanıştım. Olağanüstü bir adamdı. Beni bana tekrar inandıran, bana olağanüstü şefkat gösteren, insani değerleri çok yüksek, bugün hâlâ görüştüğüm çok, çok özel bir insan. Onunla beraber dünya seyahatine çıktık. Çok özen gösterdi bana, çok titizlikle davrandı, beni tamir etti. Onunla birlikte kilo verdim, saçlarımın rengini değiştirdim, toparlandım.
Yaşadıklarına tepkisi ne oldu?
Çok farklı bir kültürel yapıdan geliyor. Gazetelerin ekonomi sayfasını okuyan, ofisinde sadece CNBC-e açık olan, beni hakikaten benimle tanıyan, magazin bilmeyen bir adam. Hiçbir bilgisi yoktu olup bitene dair ve umurunda da değildi açıkçası. Bana sadece iyi gelmedi, bana pek çok şey de öğretti. O dönem Tanrı’nın bana gönderdiği bir melekti bence.
Niye ayrıldınız o zaman? Zor olmadı mı?
Hiç kolay değildi. Ama o kadar güzel koptuk gittik ve bambaşka bir arkadaşlık geliştirdik ki ayrıldıktan epey zaman sonra bir yorumu oldu: “Standardımı o kadar yükseltmişsin ki” dedi, “Şimdi hem arkadaş istiyorum hem sevgili. Hep seninle kıyaslıyorum. Seninle birlikte olmak çok güzel ama senden ayrılmak bir süre sonra daha kötüymüş.” Ayrıldıktan sonra bile beni iyileştirmeye devam etti. İyi ayrılık var mıymış hayatta? Varmış. Birinin bozduğunu başkası onardı. Tanrı böyle bir sistem yaratmış. Hiçbir şey sonsuz değil. Güzel izler bırakıyor ama bitiyor. En büyük acılar da bitiyor.
Yarayı en iyi ne kapatır o zaman?
Yarayı en iyi çok şahane acı çekmek kapatır. En kötü şey çevrendeki insanların “Tamam geçti” demesi. Ne geçmesi? Nereden biliyorsun? Anlatmadığın, kanıksamadığın, ezberlemediğin sürece geçmez. Dibine kadar yaşayıp ağlamak lazım ki tükensin. Yoksa ertelediğimiz şeylerin üzerini kapıyorsun; boşaltmamışsın dökmemişsin o çukuru. Üç sene sonra ne çürük acı çıkıyor içinden, ne çürük acı. Gel gör o zaman yani. (Gülerek) Başlık da iyi çıktı bak; çürük acı. Nereden bulurum böyle lafları. Ama hakikaten ondan sonra herkesi rahatsız edebilecek bir noktaya geliyorsun. Hayatına yeni girecek kişilere; arkadaşlara, akrabalara da bunu yapamazsın. Onların ne suçu var ki! Dibine kadar yaşayıp o çöpü boşaltmak lazım.
Aşka bakışın değişti mi 35’ten sonra?
Geçen haftaya göre bile değiştiğim için, tabii ki… Bildiğim bir tek şey asla genel yargılarla konuşmamak gerektiği ama bu değişkenlik iniş çıkış anlamında bir değişkenlik değil. Her turda başka bir deneyimle “Hım, demek böyleymiş” diye diye yol alıyorum. Hayat kınadığım, yargıladığım, ayıpladığım şeylerin pek çoğunu bana bizzat yaşattı. O kişinin pabuçlarına girmeme yardımcı oldu. Hayatı bir de öyle gördüm; bir Konya’dan bir Hanya’dan. Şunu biliyorum hayat hep şaşırtabilir. Eskiden bana bu çok kötü gelirdi; şimdi seviniyorum hâlâ şaşırabildiğime. Hâlâ hayatta göreceğim şeyler varmış. Hâlâ dediğim daha 40 yaşındayım ama biraz sıkıştırılmış bir yaşam benimki.
Peki bu güven sorununu nasıl halledeceğiz. “Erkekler yalan söyler” meselesini?
Erkekler yalan söyler evet ama söylemeyeni de gördüm. Varmış.
“Erkekler aldatır” meselesi peki?
Aldatmayanı da varmış. Bu yemek yeme biçimimiz gibi… Aslında bir zevkimiz var. Bu sadece fiziki görünümle ilgili değil. Adamların ya da kadınların hiçbiri birbirine benzemeyebilir ama özde bir yerde geçmişimizdeki bütün insanları bir araya getirsek bir yapbozu tamamlayabiliriz. Belki de bize seksi gelen erkekler ya da kadınlar duygusal anlamda bizde iniş çıkışlar yaratan, şüphe yaratan insanlar. Belki de çok emin olmadığımızı çok seksi buluyoruz.
İnsan hayatına kaç aşk sığdırabilir?
Sığdırabildiği kadar. İyi ki aşk var dünyada. Elbette hiçbiri birbirine benzemiyor. Daha birkaç gün önce yazdım insan her aşka baştan, her aşka başkasından başlıyor. Her defasında “Ah artık tecrübe ettim” dediğin şey öyle değilmiş. Yıpranmış bir makineye dönüyorsun belki ama reset’leyebiliyorsun. “Bu yolculuğa da buradan başlayayım” diyebiliyorsun. Aşkın tarifi her dönem değişiyor. Bizim kuşağımız çok hızlı değişen bir dönemi yaşıyor. Bilgiyi ikiye katlama hızı on yıl öncesine nazaran çok daha yüksek. Çölde Çay’ı seyrederken fark etmiştim. Birinin yaşadığı biricik aşkın tasvirini oturtmaya çalıştık hayatımıza. Bu kadar çok aşk yaşanmıyordu o zamanlar. Bugünse “o olmazsa öbürü” tesellisi olmadan yol almaz bu otobüs.
Kadın Olmak
Erkek egemen bir toplumdayız. Basın dünyası da öyle. Bir kadın olarak ciddiye alınmadığın oldu mu?
Tabii bir de bunun üstüne popüler bir kadın olmayı koy. Üstelik bir de genele hitap eden, hayatın içinden çok akılda kalır bir sloganla tanındığını düşün. Yerden yere vurulmaya, sakız gibi çiğnenmeye çok müsait görünen; canı yok, kökü yok havada dolaşan bir nesne gibi algılandığım az olmadı. Bunları çok ciddiye almamak gerek diye düşünüyorum. Sadece bir fikir belirtme meselesinde değil, hayatın her alanında kadın olmanın getirdiği bir sürü dezavantajı yaşadım. Ama buna rağmen bir kadın olmanın bütün avantajlarını kullanarak da bir erkeğin ulaşamayacağı kadar büyük bir güce ulaştım bu ülkede. Bunu da es geçemem. Sonuçta beğenmeyen okumaz, (Gülerek) istemeyen küçük oğluna almaz. Bu işi hâlâ devam ettirebiliyorsam, hâlâ kitabım satıyorsa, hâlâ birtakım senaryolar bana geliyorsa ve talep görüyorsam demek ki arzu eden birileri var demektir. Bu da benim inandığım şeyin doğruluğunu gösterir.
“Hayat Güzeldir” diyen birini acıtmaya çalışmak daha zevkli gelebilir mi insanlara?
Benim amcam Osman Aydın çok, çok önemli bir Kürt aydınıdır. Ailemin hepsini çok sever, sayarım. Çok entelektüel, siyasi görüşleri çok dik, çok bedeller ödemiş bir ailenin çocuğu olarak bu kadar popüler olmanın, magazin basınında yer almanın utancını çok yaşadım. En son, dedemin cenaze töreninde bir araya geldik. Bütün amcalarım oradaydı. Büyüklerin yanında ayak ayaküstüne atmayız biz, öyle bir aileyiz. Buna rağmen amcalarım beni yanlarına oturttu ve taziyeyi beraber kabul ettik. Bu önemli bir şeydir. Osman amcam, “Medarı iftiharımızsın” dedi. “Estağfurullah Amca” dedim. O da bana dedi ki, “Belki de hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptın. Yaş, ırk, inanç fark etmeksizin o kadar basit bir cümleyle, o kadar çok insana ulaştın ki. Sevilmek o kadar önemlidir ki. Ailemiz için bunu kaybetme. Soyadımızı taşıdığın için gurur duyuyorum.” Osman amcamdan ben bunu duydum ya, gerisi önemli değil.