Babam, ben ve oğlum.
Üç kuşak, üç farklı yaşam standardı.
Babamla benim aramda ve benimle oğlum arasında fark var; dedesi ile torunu arasında ise uçurum var.
Babam çarık giyermiş. Ben, hatıralar beni alıp götürdüğünde bakmayı akıl ettiğim siyah beyaz resimlerde gözüme batan lastik ayakkabılardan giyerdim. Oğlum ise marka takılıyor.
Babam yetim büyüdüğü için okula gidememiş, onun için önlük giyme şansı olmamış. Benim çocukluğumda ilkokul öğrencileri siyah önlük giyerlerdi. Oğlum, okula, okulun belirlediği üniforma ile gitti. Siyah rengi, taraftarı olduğu takımın formasında keşfetti.
Babamın bisikleti olmamış, benim de olmadı. Bu yüzden bisiklete binerken hâlâ biraz tedirginimdir. Oğlum bisiklete binmekle kalmıyor, paten de kayıyor.
Babamın gençliğinde televizyon yokmuş, gelişmeleri ahşap radyodan takip edermiş. Ben siyah beyaz televizyonlara yetiştim. Oğlum LCD ve LED TV kullanıyor.
Babam video nedir bilmemiş. Filmleri kasabaya gelen yazlık açık hava sinemalarından takip etmiş. Ben UHF ve VHF bantlı video furyasına denk geldim. Oğlum ise tüm güncel filmleri DVD ve VCD’lerden izliyor; zaman, zaman kendi film çekiyor.
Babam gramofon dinlemiş, plaklara yetişmiş. Ben müziği kasetçalardan dinlerdim. Oğlum ise güncel müzikleri MP3 ve CD’lerden takip ediyor.
Babam fotoğraf makinesini fotoğrafçıda görürmüş, ben ilk fotoğraf makinesine meslek sahibi olduktan sonra sahip olmuştum. Oğlum dijital fotoğraf makinesi ve kamera kullanıyor.
Babamın gençlik yıllarında telefon yokmuş, benim dönemimde evimizde yoktu ama jetonlu ankesörlerden ulaşmak istediklerimizle iletişime geçebiliyordum. Oğlum artık 3G teknolojisinin nimetlerinden faydalanıyor.
Babam memleketinden ayrı kaldığında mektupla hasretini dindirirmiş, benim telefon etme ve özel günlerde kartpostal gönderme imkânım oldu. Artık, oğlum özel günlerde kartpostal yerine SMS ve MMS atıyor sevdiklerine.
Babamın binek aracı çocukluğumdan da hatırladığım bir çift atıydı. Ben yolcuklarımı mazot kokulu, gürültülü otobüslerle yapardım. Oğlum özel arabayla seyahate çıkmadın tadını çıkarıyor.
Babamın en büyük sosyal paylaşım sitesi köy odası ve kahveleriymiş. Ben gençliğimde kafe ve barlara takılırdım. Oğlum ise Facebook, Twitter, MSN gibi sanal sosyal paylaşım ve arkadaşlık sitelerinde boy gösteriyor.
Babam çiftçiydi, hâlâ da öyle. Çifti sabana bağladığı öküz ve atlar marifetiyle yaparmış. Ben şanslıydım; gençliğimde tarım makineleri bayağı gelişmiş olduğundan çiftçilik yapmak benim için zor olmadı. Oğlum için ise daha kolay, çünkü o Facebook’da ekip biçiyor.
Üç kuşağın yarım asırlık serüvenin hikâyesi.
Pek çoğumuzun yaşam standardı da buna paralel şekillenmiştir.
Belki de gelişen Türkiye gerçeğinin kısa bir özeti… Kim bilir!?