Bize özgü ya da evrensel olması fark etmeksizin, bir şeyden tetiklendiğimizi anladığımızda sürekli onu kollar durumda oluruz. Bu alarm durumu, aslında orada olmayan bir şeyi hayalimizde yaratmamıza neden olabilir. Sözgelimi, yaklaşımımızı ya da davranışımızı yanlış bir sanıya dayandırarak başkalarını haksız yere yargılayabiliriz. İşte bir örnek: Pascal kimsenin onun arkasında durmadığı bir aileden geliyor. İhtiyacı olduğunda ailesi ne yanında oldu ne de onu korudu. Bu, Pascal’ın ilişkilerinde karşı tarafın güvenilirliğine dair aşırı hassasiyet geliştirmesine neden oldu. Örneğin, yaşadıkları bir olayda, arkadaşları ve eşi gerçekte ona destek oldukları halde Pascal öyle olmadığına inanmıştı. Bir partideydiler. İş arkadaşı Cole, Pascal’ın yaptığı işe göre fazla yetenekli olduğunu söyledi. Yaratıcılığını tamamıyla ortaya koyabileceği bir iş araması için Pascal’ı yüreklendirmeye çalışıyordu. Diğer arkadaşları ve eşi India da bu fikre içtenlikle katıldılar. Pascal ise Cole’ün yorumunu eleştiri olarak yorumladı. India ve diğerleri onu savunmayıp Cole’ü onayladıkları için incinmişti. Eve döndüklerinde India’yı suçladı.
İlişkilerdeki suçlamalar çoğunlukla yanlış anlaşmalara ya da gerçekte çekilmemiş olan bir tetiğe dayanır. Buna ek olarak, suçlama çoğu zaman yasın üzerini örtmeye yarayan bir araçtır. Pascal’ın asıl hissettiği şey de yastı. India açıklama yaptığında Pascal olanları yanlış yorumladığını fark etti. O zaman gevşeyebildi. Ne var ki bu, tetiklenmesinin ardındaki, derinlerde yatan örüntüleri tespit edip çözmesine yetmedi, sadece geçici bir rahatlama sağladı. Pascal’ın acı dolu tetikleyicilerden kendi kişisel tavrını oluşturmaya giden uygun yolu bulmak için yardım ihtiyacı baki kaldı.
Bazı tetikleyiciler gerçeğe dayanırken bazıları asılsızdır. Örneğin, korku, çarpıtılmış bir gerçeklik yaratır. Yarattığı şey renk körü bir insanın gördüğü dünyaya benzer. Paranoyakça bir fanteziye ya da gerçek olmayan bir tehlikeye tepki verebiliriz. Pascal ile Cole’ün durumundaki gibi, olmayan bir şeyden tetikleniriz.
Size korkunun tetikleyiciliğine ve yanlış yönlendiriciliğine dair kişisel bir örnek vereceğim. Bir gün Duxbury Massachusetts’deki evimin penceresinden arka bahçeme bakarken, kedim Keif’in tehlike moduna geçtiğini fark ettim. Sırtını olabildiğince kabartmıştı ve vahşi bir şekilde tıslıyordu. Ben etrafta herhangi bir tehlike görememiştim, dolayısıyla onun neye tepki verdiğini merak ettim. Başka bir pencereden dışarı baktığımda bu olanların nedenini anladım. Nazik görünümlü bir köpek yavrusu bahçeye girmişti. Hayvan herhangi bir tehlike oluşturmadığı gibi Keif’i görmemişti bile. Yani kedinin içine girdiği hava ve verdiği adrenalin reaksiyonları boşunaydı. Ortada korkulacak bir şey olmamasına rağmen Keif tetiklenerek korku moduna geçmişti. Bu sahnenin benim korku dolu tepkilerimin bir metaforu olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Bu hikâye, bazı tetikleyicileri yanlış yorumlamış olabileceğimizi anlatıyor. Tıpkı bu korkmuş kedinin durumunda olduğu gibi… Tüm tetikleyicilerimiz birer Cocker Spaniel yavrusu olabilir mi? Keif gibi aslında zararlı olmayan bir şeyden korkmuş olabilir miyiz? (Korktuğu hayvan muhtemelen sadece onunla oyun oynamak istiyordu.) Benzer şekilde, zaman zaman biz de güvende olduğumuz halde korku duyabiliriz. Bu, kediler için de bizim için de normal.
Zihnimizdeki anlam ya da ciddiyet seviyesi gerçeklikle örtüşmediğinde de bizi tetikleyen şey bir illüzyondur. Kendi yansıtmalarımıza kapıldığımız için bu yanlış değerlendirmenin farkına varmamız neredeyse imkânsızdır. Bir örnek:
Jamie, arkadaşı Casey’ye bu yıl bitmeden başka şehre taşınacağını söyler. Jamie’nin sözleri Casey’yi tetikler, Casey derhal midesinde bir batma hisseder. Jamie’nin söylediği tek şey şehirden ayrılacağıdır, bu kararıyla Casey’yi terk etmek amacında değildir. Casey ise tam olarak öyle hisseder; çünkü onun duyguları, mevcut olmama ile terk arasında bir ayrım yapamamaktadır. Herhangi bir gidiş, onun için terk ediştir ki bu algı hatalı ve abartılıdır (Terk edilme korkusu, tetiklenmenin etkisini ikiye katlar). Casey yasın uygun, terk edilme hissinin ise sadece ona üzerinde çalışması gereken konuyu gösteren bir işaret olduğunu gördüğünde tepkisinden faydalanabilecek. Bu örnek, psikolog Erik Erikson’un 1950 tarihli Childhood and Society (Çocukluk ve Toplum) kitabını akla getiriyor: “Neden alt tarafı başka yere bakmak isteyen bir yüzün, bizi reddetmek için diğer tarafa döndüğünü düşünürüz?”
Vereceğim ikinci örnekteki deneyime dair yorumun yanılsamalı olduğunu tespit etmek biraz daha zor: Rocco bekâr ve bir partneri olsun istiyor. Diğer yandan altı aylığına başka bir şehirde çalışacağı için dairesini kiralamayı düşünüyor. Birkaç kiracı adayı daireyi görmeye geldi, fakat evi tutmadılar. Bu durum onu tetikleyerek endişe ve paniğe sürükledi. Yakında gitmek zorunda olduğunun bilinciyle “Hâlâ kimseyi bulamadım” diye düşünüyordu. Rocco’nun kurduğu bu cümle, alışveriş meselelerini ilişkisel meselelerle karıştırdığı konusunda bize ipucu veriyor. Rocco, onu seçmemiş olan kiracı adayları tarafından reddedildiğini hissetti; ama aslında tercih edilmeyen şey sadece dairesiydi. Rocco yalıtılmışlık ve değersizlik hislerinin, sadece bildiğimiz alışveriş olarak görülmesi gereken bir durumu nasıl da karmaşıklaştırdığı üzerinde düşünüp çalışabilir.
Bilgiye dayalı olan ile kişisel olanı ayıramadığımızda, tetiklendiğimizi iki örnekte de görüyoruz. Yine iki örnekte de yas doğal ve yerinde; tetikleyiciler ise ne üzerinde çalışmamız gerektiğini anlamamızda bize yardımcı. Bir tetikleyicinin bizi kendimize döndürmesi büyük nimet.
Casey ve Rocco arkadaşlarına tetiklendiklerini söylediklerinde “Ah, öyle demek istememiştim” cevabını alabilirler. Gelgelelim bu cümle beynin mantıkla ilgili bölümüne, prefrontal kortekse yöneliktir. Tetiklenme ise beynin limbik sisteminde oluşmaktadır. Dolayısıyla mantıklı açıklamalar işe yaramaz. Arkadaşlar o anda sadece limbik lisanıyla konuşabilen birine mantık lisanıyla konuşmaktadırlar. Bu yanımız mantığı dinlemez, dinleyemez. Casey ve Rocco ile çalışmak, tepkilerinin ilkel kökenlerine derinlemesine bakmayı ve hissetmekten kaçındıkları doğal ve münasip duygulara ulaşmayı gerektirecektir.
Tetikleyicilere maruz kalmakla ilgili son bir gözlem olarak Aristoteles’in, sahnede oynanan trajediyi izlerken, acıma ve korkuyla dolduğumuza dair yorumunu hatırlatmak isterim. Tiyatro oyunlarını ve filmleri izlerken gerçekten de tetikleniriz. Sanki sahnedeki olaylar bizim başımıza geliyormuş gibi tepki veririz. Bizi heyecanlandıran ya da gözlerimizin dolmasına neden olan, ekranda gördüğümüz şeydir, ama aslında hikâye bizim hikâyemizdir. Drama içimize taşınmış, tüm şiddetiyle yaralı kalplerimizin tiyatrosunda oynamaya devam etmektedir.
Bununla birlikte, hisler vasıtasıyla tepki versek bile tepkimizi davranışa dökmek zorunda değiliz. Korku filmi izlerken korksak bile yerimizde oturur ve bir sonraki sahneye geçildiğinde bu duygumuzu atlatmış oluruz. Bir filmin karakterleri talihsizliklerle boğuşurken gözyaşı dökeriz, ama umutsuzluğa düşüp bunalıma girmeyiz. Haksızlığa uğradıklarında kızarız, ama protesto etmeye ya da öç almaya kalkmayız. Bu bize, herhangi bir davranışta bulunmadan da bir tetikleyiciye tepki verebileceğimizi gösteren bir hatırlatıcıdır.
Kana susamış, alçak doğamız bizi akla sığmaz sonlara sürükleyebilirdi; fakat bizim, öfkeli eylemlerimizi yatıştırmak için nedenlerimiz var.
–Shakespeare, Othello