Biz insanlar sosyal varlıklarız. Dolayısıyla ihtiyacımız olduğunda başkalarını yardıma çağırmamız hem uygun hem de takdire değerdir. İnsanlar bizimle kendi kaynaklarını paylaşır, biz de benzer kaynaklara sahip olduğumuzu keşfederiz. Başkalarının gücünden ödünç alıp sonra kendi gücümüzü bulduğumuz söylenebilir. Örneğin biri bize arka çıkarak kararlı duruşunu göstermiş ve kendi kararlılığımızı bulmamıza yardım etmiş olur. Biri bir konuyla yüzleşmemizde yardım ettiğinde bize gösterdiği şey, kendimize nasıl mevcudiyet sunacağımızdır. Böylesi bir karşılıklı destek, arkadaşlığın ve yakınlığın temelidir. Yürüyen tüm ilişkilerde, yakın ya da uzak ilişki olması fark etmeksizin, kaynak kullanımı ve geliştirilmesi söz konusudur. Bunun alternatifi yalıtılmışlık hissidir ve mideye inen bir yumruk gibi duyumsanır. Midemize atılan bir yumrukla etkisiz hale getirildiğimizi ve kaynaklarımızın bizden çalındığını söyleyebiliriz. Birbirimizin hem iyi gün hem kötü gün dostu olmak, hem hastalıkta hem de sağlıkta birbirimize yoldaşlık etmek, hayat zorlaştığında hayati önem taşır. Bunlar sağlıklı bir ilişkinin sunduğu kaynaklardır.

“Doğru kişi o” cümlesi her zaman “Bir ilişkiyi başarıyla yürütebiliriz” cümlesine evrilmez. Bazen birini halen sevdiğimiz gerçeğini bu kişi artık bize uygun bir yoldaş olmaktan çıktığında hayatımıza devam etmekten kaçınmak için kullanırız. Biri şu cümleyi kurduğunda sevgiyi kendi yolculuğunu kesintiye uğratmak için mazeret olarak kullanıyor demektir: “Burada ihtiyaçlarım karşılanmıyor, ama onu seviyorum. O yüzden burada kalacak ve dayanacağım.” Herhangi bir ilişkideki sağlıklı ve yetişkince seçim, bir yandan bağ kurarken bir yandan da kendini gerçekleştirmektir; bu seçeneklerden birini tamamen gözden çıkararak diğerine yüklenmek değil. Kendi otonomluğumuzu uygun şekilde artırırken aynı zamanda bağımızı da korumayı amaçlarız. Bu yüzden, kişide özgüven denilen iç kaynağın olması ilişkilerde bir avantajdır.

İhtiyaçlarımızı karşılamayı başaramamış ve halen de başaramayan kişileri dönüp dolaşıp ihtiyaçlarımızı karşılar hale getirmeye çalışmamız bir paradokstur. Bunu yapmamızın nedeni gerçeklerle yüzleşme korkumuz, dolayısıyla gerçeği değiştirmeye çalışmak olabilir. Bize daha fazla güç kazandıracak olan yaklaşım ise ihtiyaçlarımızı karşılamayı başaramamış ve halen de başaramayan kişileri ihtiyaçlarımızı karşılar hale getirmeye çalışmaktan vazgeçmektir. Bunun yerine, gerçekleşmesini istediğimiz halde gerçekleşmeyen şeyler için yasımızı tutar ve yola devam ederiz. Kimseye içerlemeden ya da kimseyi kınamadan kendi gerçekliğimizi kabul ederiz.

Başkasının değişmesini ummak ve kanıtlar bunun olacağını işaret etmesine rağmen ihtiyaçlarımızın belli bir yerde karşılanmasında ısrarcı olmak, kaybedilen ya da baştan beri orada olmayan şeylerin, yakınlık isteğimizin defalarca reddedilmiş olmasının yasını tutmaktan kaçmanın yollarıdır.

Bitmeyen bir gerçekleşmeme hali, hayalet kasabada gereğinden fazla vakit geçirdiğimizin göstergesidir. Gerçekten yakınlık istiyorsak bu kasabada daha fazla oyalanmamız mantıklı mıdır? Peki, ya rulet çarkını sırayla çeviriyorsak? Aşağıdaki soruları kendimize ve karşı tarafa talepkâr ve suçlayıcı olmayan bir biçimde sorarak bir ilişkideki sahici niyetimizi ortaya çıkarabiliriz:

 

  • Bağ kurmanın verdiği güvenceyi istediğimiz halde bir bağlılığın ya da arkadaşlığın gerekliliklerini yerine getirmek istemiyor olabilir miyiz?
  • Seçimlerimizi ya da karşılıklarımızı daha fazla yakınlık yaratmak için mi yoksa daha fazla mesafe yaratmak için mi programlıyoruz?
  • Haklı olma isteğimizden vazgeçebildik mi?
  • Hâlâ karşı taraf değişirse her şeyin harika olacağı fikrine mi tutunuyoruz?
  • Birimizin ya da ikimizin birden ilişkiye tamamen bağlanmamasını haklı çıkarmak için birbirimizi belirsiz bir durumda mı bırakıyoruz?
  • Kırılmalar olduğunda derhal onları onarmaya çalışıyor muyuz yoksa buna direniyor muyuz?
  • Partnerimiz bizi üzdüğünde ondan kopuyor muyuz, yoksa konuya daha sonra geri dönüp çözüm aramak kaydıyla sadece bir ara mı veriyoruz?
  • İkimiz de aralıksız otuz gün boyunca mutlu olduğumuz bir zaman dilimi gösterebilir miyiz? (En az bu kadar zaman geçmeden bir evliliği ya da ilişkiyi değerlendirmek doğru değildir. En son ne zaman mutlu bir dönem yaşadığımızı hatırlayamadığımızda ise ilişkiyi bitirmeyi düşünmemiz anlaşılır bir durumdur.)
  • Birlikte yaşadığımız hayat bize fazla rahat geldiği için vasatlığa razı mı oluyoruz yoksa ilişkiyi en iyi halde tutmak için birlikte içtenlikle çaba sarfediyor muyuz?
  • İlişkimizin asıl hedefi birlikte yeşil çayırlarda uzanıp ruhumuzu yenilemekten ziyade dram yaratmak mı?
  • Annemizin ya da babamızın hayaleti ilişkimizde ne kadar hissediliyor, hatta belki sadece hissedilmeyip çekici geliyor?
  • Sevginin unsurları olan esas beşliyi birbirimize ne kadar verip birbirimizden ne kadar alabiliyoruz?

 

Sağlıklı bir ilişkide esas beşli çoğu zaman ve yeterince iyi şekilde yer alır. Partnerimizin iç dünyamıza her an değil; ama ara ara uyumlanmasını bekleriz. Bunun en son olduğu zamanın hatırlayabileceğimiz kadar yakında olmasının yeterli olduğunu biliriz. İlişkilerde birbirimize uyumlanamadığımız anlar olması beklenen bir durumdur. Bu başımıza çocukken gelmişti, ebeveynimiz ihtiyaçlarımıza dikkat çekme çabalarımızı zaman zaman ıskalamıştı. Bununla birlikte ihtiyaçlarımızın görülmemesiyle ilgili yaralarımızı iyileştirmeyi çok erken yaşta öğrendik. Bu iyileştirme yöntemi, şu anda iç kaynaklarımızdan biri olan kendini yatıştırmadır.

Birine dikkat vererek, şefkat göstererek, serbestlik tanıyarak, onu kabul ve takdir ederek, bir ihtiyacına cevap vermek ya da bir hissini aynalamak, o kişiye uyumlanmak demektir. Başkalarına uyumlanabileceğimiz gibi kendimize de uyumlanabiliriz. Esas beşli bizim güvenilir ve dayanıklı iç kaynaklarımızdır. Sevgi dolu odağımızı kendimize yönelttiğimizde de başkalarına yönelttiğimizde de kaygılarımızın azaldığını görürüz.

Son olarak, esas beşliyi bilinçli mevcudiyet pratiğimizde kullanabiliriz. Burada ve şu anda olana, olduğu gibi, değiştirmeye çalışmadan dikkat ve kabul sunar, olmakta olanın sunduğu fırsatları -lütufları- takdir eder, onu şefkatle kucaklar ve kendine has yoluyla ortaya dökülmesi için serbest bırakırız (ve tekrar tekrar yaptığımız hataları hoş görürüz). İşte bu şekilde, kendimize şefkat duyarak ve böylece ânın en zengin kaynaklarına ulaşarak ânı aynalarız. Ardından gelen ise, eski tetikleyicilerle baş edebileceğimize dair sükûnet dolu güvendir.

Fırtınalar, içinde saf ve mükemmel sevgiyi barındıran o muhteşem dinginlikteki cennete hiçbir zaman ulaşamaz.

–François Fenelon, Jeanne Guyon ve Miguel de Molinos,

A Guide to True Peace (Gerçek Huzurun Rehberi)

Share This