İnternette GDO’lu ürünlerle ilgili epey araştırma yapmıştım. Hangi taşı kaldırsam altından “şeytan firma” olarak bilinen Monsanto çıkıyordu. GDO’lu tohumların patentini alarak dünyaya pazarlayan Monsanto. Dünyadaki GDO tohumlarının yüzde doksan beş pazar payını elinde tutan bu firma, hem tohumları hem tohumların ilacını üretiyor. Yani hem hastalığı hem de hastalığın ilacını üreten ilaç firmaları gibi.
Çok ünlü politikacılar bu firmayı açgözlülük nedeniyle destekliyor. Para para para. Monsanto ve piyasanın daha küçük pazarına sahip DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunmayı amaçlıyor. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok etmeyi hedefliyorlar.
Bu araştırmalar sırasında ‘Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’ sitesini keşfetmiştim. Türkiye’de gıda alanında dönen dolapları öğrendikçe içim adeta oyuldu. Bu siteden öğreneceğim çok şey vardı.
İşte bu sitede okuduğum bilgilerden birkaçı:
MONSANTO 1996 yılından beri Türkiye’de çiftçilere ücretsiz GDO’lu tohum dağıtıyor ve bunu özellikle ova bölgelerinde yapıyor. Yayılımı ve çapraz kaçışları daha fazla olsun diye. Çünkü GDO’lar biyolojik olarak yayılabilir özelliktedir. Yani tozlaşma döneminde bitkilere böcek, rüzgâr vb. etkenlerle taşınan polenler, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştiriyor ve Monsanto patenti elinde bulundurduğu için hiçbir günahı olmayan yan bahçedeki çiftçilerin GDO poleni bulaşmış ürünlerine bile el koyuyor.
2005 yılında Antalya Havalimanında tesadüfen yapılan bavul aramalarından birinde her birinde yaklaşık bin adet GDO’lu domates tohumu olan yedi yüz paket ele geçirilmişti.
Bu bilgiyi okuyunca Monsanto’nun önce domatesleri yiyen Amerika kaynaklı güveleri domates tarlalarına bulaştırabileceğinden şüphe duydum. Hasatları güveler yüzünden mahvolan çiftçiler dört elle sarılacaklardı elbette Monsanto tohumlarına.
Açlıktan insanları ölen Afrikalı ülkelerin (Zambia) yöneticileri bile ABD’nin genetiği değiştirilmiş ürünlerden oluşan gıda yardımlarına itiraz etmişler,“normal gıda” talebinde ısrar etmişlerdi.
Ancak Amerikalı yetkililerden aldıkları yanıt açık ve sert olmuştu:
“Dilencilerin seçme hakkı olamaz!”
Buna rağmen Zambiya “Frankeştayn ürün” yardımını kabul etmemişti.
Hindistan’da da çiftçilere Monsanto ilk başta ücretsiz tohum dağıtmıştı. Tıpkı gençleri eroine alıştıran çetelerin ilk birkaç dozu ücretsiz vermesi gibi. Bugüne kadar Hindistan’da Monsanto’nun ekonomik baskılarına dayanamayan iki yüz bin çiftçi intihar etti. Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur sözünü yine hatırlamıştım.
Monsanto Türkiye’de farklı isimlerle üniversitelerde araştırma çalışmalarına sponsor oluyor, ayrıca bazı asistanları ve profesör unvanlı araştırmacıları kurs vermek amacıyla ABD’ye getiriyor. Burada profesörler ve asistanlar ile bir ticaret anlaşması yapılıyor. Böylelikle Türkiye’ye geri dönen bilim insanları GDO üretmeye başlıyorlar. GDO’ya destek veren üniversiteler arasında öne çıkanlar; Ankara, Ege, Sabancı ve ODTÜ üniversiteleridir. Monsanto sadece bilim insanları için değil siyasiler için de ABD gezisi organize ediyor. 2009 Nisan ayında ABD’ye giden ve tüm masrafları Monsanto tarafından karşılanan TBMM Tarım Komisyonu üyelerinin ziyaretinin ardından GDO’ların Türkiye’de serbest bırakılması konuşulmaya başlandı. 26 Ekim 2009’da çıkarılan bir yönetmelikle Türkiye’de GDO’ların ticaretine izin verildi.
Özellikle soya, mısır, pamuk, kanola, kolza, şeker pancarı artık neredeyse tamamen GDO’lu tohumlardan elde ediliyor. Bu ürünler, marketlerde satılan paketlenmiş yiyeceklerin ve içeceklerin yüzde yetmişinde bulunuyor; sert peynirlerde ve bazı sütlerde bile. GDO’lu mısır çocuk maması için nişasta ve nişasta bazlı şeker yapımında kullanılıyor. Soyadan ise pek çok süt ve süt ürünü üretilebiliyor. Mısır yedi yüz, soya ise dokuz yüz çeşit gıda maddesi içinde kullanılıyor. Kalorisiz şeker olarak kullandığınız ve bütün diyet kolalarda bulunan aspartam (NutraSweet) tamamen GDO’lu. Zaten başlangıçta da laboratuarlarda böcek ilacı olarak üretilmişti.
Buğday, ayçiçeği, pirinç, domates, patates, papaya ve yer fıstığı gibi gıdalar da GDO’lu üretiliyor. Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzun da denemeleri yapılıyor. Neden meyve ve sebzelerin buzdolabınızda haftalarca hiç bozulmadan kaldığını sanıyorsunuz? GDO’lu ürünlerin raf ömrü uzun oluyor, ama bizim ömrümüz kısalıyor.
İşte 2001-2004 yılları arasında yapılan araştırmalardan bazı veriler:
GDO’lu gıdalarla beslenen anne farelerin yavrularında ölüm oranı beş misli arttı. Yaşayan yavruların DNA yapılarında değişiklik gözlemlendi, ağızlarının içinde kıllar çıktı, düşük ağırlıklı doğdular ve büyüdüklerinde kısır oldukları anlaşıldı.
Erkek farelerin sperm hücreleri hasarlıydı.
GDO’lu mısır, soya ve pamuk tohumlarıyla beslenmiş inek, bufalo ve domuzlarda da bilim insanları kısırlık sorunları, kürtaj, erken doğumlar, mide kanamaları, kanser hücrelerinin çoğalması, bağışıklık sistemi zayıflaması, böbrek, kan ve karaciğer sorunları ve açıklanamayan ölümler yaşadıklarını tespit ettiler.
Ülkemde market raflarında ürünler de maalesef büyük oranda GDO’luydu.
GDO’lu tohumlar kendilerini üretemiyor. Yani kısırlar. Tıpkı bu tohumlardan üretilen gıdaları yiyen hayvanların kısırlaştığı gibi. Çiftçiler her sene Monsanto’dan yeniden tohum almak zorunda. Dünyada da kısırlık sorunları arttığı için tüp bebek, suni döllenme ihtiyacı da artıyor. Bu bir tesadüf mü?
GDO’lu gıdaları yemeye devam edersek birkaç nesil sonra sadece yaşlanma hızlanacak, ensülin direnci nedeniyle obezite ‘normal beden’ olacak, temel organların yapısı değişecek, kısırlık iyice artacak, bu da sonumuzu getirecek.
Gittikçe artan şişmanlık, doymak bilmeyen ve hâlâ kendilerini aç hisseden insanlar… Düşük kaliteli gıdalarla beslenen insan daima aç oluyor. Gerçek gıdaya aç ve daha fazla tüketiyor. Sürekli yiyor. Kısır bir döngü.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın söylediği bir sözü hatırladım. “Gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin.”
Şişmanlık ve obezite tüm dünyada çok genç yaşlara inmiş durumda.
Organik gıdaların uzun vadede çok daha ucuza geldiğini fark etmek lazım. İnsan besin değeri yüksek gıdaları tükettikçe daha az gıdaya ihtiyaç duyuyor. Bu da daha az kalori demek. Herkes doğal besin talep ettiğinde organik ürünlerin fiyatı da düşecektir. Diğer firmalar da kendilerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.
Organik beslenmek, sağlığı yeniden kazanmak için harcanan ilaç ve doktor paralarından ve kaybedilen zamandan daha avantajlı. İnsanın enerjisi ve sağlığı, iş yaşamında da paraya tekabül ediyor.
Verimli çalışan insanın değeri daha kolay fark edilir.
Sevgiyle hoşça olun.
Bu yazı Nil Gün’ün Kasım 2010’da çıkan Geleceği Hatırlamak kitabından alıntıdır.