Geçmişimde kalan ilkbahar mevsimlerinden biriydi. Günlük yürüyüşlerimi yaparken, çevrede bulunan büyük evlerin, büyük bahçelerinde bir hareketlenme başlamıştı. Baharın verdiği canlılıkla insanlar ve doğa kaynaşıyordu. Bir yandan bahçeler temizlenip, ekimler yapılırken, bir yandan da ağaçlar budanıyordu. Bir bahçe ile başlayan budanma bulaşıcı bir şekilde yayılıyordu sanki. Günden güne gözümün görebildiği bütün bahçelerdeki ağaçlar budanmaya başlamıştı. Her gün bir başka bahçedeki budanma çalışmalarını, yanından gelip geçerken, büyük bir dikkatle izliyordum.
Nedenini bilmediğim büyük bir keyif almaya başlamıştım izlemekten. Utanmasam oturup saatlerce izleyebilirdim. Ağaca ağırlık veren, cadılaşmış dalların makasla kesilirken çıkardığı ses, kesildikten sonra yere düşmesi ve elma ağaçlarının bu düşüşle yaşadığı ferahlıktan, içlerinden bir oh çektiğini düşünmek beni inanılmaz etkilemişti. Bizim bahçemizde de üç adet elma ağacı vardı. Çevre bahçelerdeki budamalar bitmişti nerdeyse. Ve bizim bahçedeki elma ağaçlarının içsel olarak ağladıklarını ve bizi de kurtar dediklerini duyar gibiydim.
Oturduğum kattaki camlardan dışarı bakamaz olmuştum. Elma ağaçları sessiz çığlık atıyorlardı adeta. Dallarını bana uzatıp, bizi de kurtar diyorlardı sanki. Elma ağaçlarını içimde taşır olmuştum artık ve hiç durmadan cadılaşmış dallarını içime batırıp, kurtar bizi, bizi kurtarıncaya kadar sana huzur vermeyeceğiz diyorlardı.
Elma ağaçlarını huzura kavuşturup, huzura kavuşmaya kararlıydım. Evdekilere ağaçların budanması gerektiğini, çevredeki ağaçların da budanmış olduğunu ve zamanın budama için uygun olduğunu söyledim. Her zaman olduğu gibi beni yine duyan olmadı. Elma ağaçlarının sessiz çığlıkları ve benim içime batmaları devam etti. Buna daha fazla dayanamazdım. Evdekilerden budama makası istedim. Bir çok konuda olduğu gibi, bu konuda da kendime güveniyordum.
Yapacağım dediğim bir çok şeyi yapmış olmam, elma ağaçlarını budama konusunda da kendime güvenmemi sağlıyordu. Evdekiler bu huyumu bilmedikleri için yapamam sanıyorlar ve makası vermiyorlardı sanırım. Makas yok denilmişti, ama vardı biliyordum. Mevsimi geldiğinde bahçedeki güller makasla budanıyordu.
Çatı katındaki alet edevat odasını ve en alt kattaki merdiven altındaki dolabı karmakarışık ettiysem de makası bulamamıştım. Bulduğum kör bir testere ve büyük bir bıçakla şansımı deneyecektim. Acilen elma ağaçlarının huzura kavuşması gerekliydi ve dolayısıyla da benim elbette. Kör testere ya da bıçakla, öyle ya da böyle bu iş olacaktı. Asla vazgeçmeye niyetim yoktu. Her gün testere ve bıçağın kesebildiği ve gücümün yettiği kadar budama yapacaktım. Acelem yoktu. Damlaya damlaya göl olurdu nasıl olsa. Yavaş yavaş keyfini çıkara çıkara huzur verip, huzuru bulacaktım.
İlk gün evdekilerin bütün engellemelerine rağmen, bir elimde bıçak, bir elimde testere soluğu en acınacak durumda cadılaşmış olan, elma ağacının dibinde almıştım.
Kendime güvenim sonsuz, Tanrı’m sen de bana yol göster ve yardım et, hem elma ağaçlarını hem beni kurtar demiştim. Ve bana en yakın olan dallardan işe başlamıştım. Zor oluyordu elbette. İzlediğim budamalardaki gibi çıt pıt seslerle düşmüyordu dallar hemen aşağıya.
Testere ile oldukça uğraşmak zorunda kalıyordum. En ince dalları bile bıçakla kesmek çok zaman alıyordu. Ama kesebildiğim dalları üst üste koyduğumda, oluyor işte, sakın vazgeçme deyip hem keyif alıyor hem de kendimi motive ediyordum.
Ellerim tutmaz oluncaya kadar uğraştım. Avuçlarım kıpkırmızı olmuş, alev alev yanıyorlardı. Ama hiçbir şikayetim yoktu. Ilık suyla yıkayıp kremlediğimde sabah hiçbir şeyi kalmazdı nasıl olsa. Kremledikten birkaç saat sonra, sabaha bile varmadan, ellerim birkaç yerden su toplamıştı. Ama benim için hiç sorun değildi. Mızmızlık edip, böyle ufak tefek şeylere pabuç bırakmayan biriydim.
Ellerimi o halde gören ve benim kararlı olduğumu anlayan eşim, ertesi gün bana bir budama makası verdi ve budamanın geri kalan kısmı için onu beklememi söyledi. Makası da bulmuşken asla bekleyemezdim.
Makasın çıkaracağı çıt pıt seslerini duymak için can atıyordum. Hemen işe koyuldum. Kör testere ve bıçaktan sonra makasla budama yapmak öyle keyifliydi ki. Ne testere gibi bir ileri bir geri salınmaya ne de bıçak gibi pat küt girişmeye gerek kalmıyordu. Çıt pıt diye bir hamlede düşüyordu dallar yere.
Bir süre sonra otomatik olarak hangi dalın nereden kesilmesi gerektiğini algılayabilir olmuştum. Çıkıp uzanabildiğim bütün dalları budamıştım. Uzanamadıklarımı ve testere ile kesilecek kadar kalın olanlarını eşim geldiğinde merdivenle çıkıp halletmişti. Ona bile hangi dalın nerden kesileceğini ben söylemiştim. Makası paylaşamıyorduk. O da dalları kestikçe, bilmese de, içsel olarak benim gibi ferahlıyordu.
O günün sonunda üç elma ağacının da budanması bitmiş, hem ağaçların hem benim yüzüm gülmüştü. Onların budama öncesindeki rahatsızlıklarını hissettiğim gibi, budamadan sonra kavuştukları huzuru da içimde hissediyordum.
O gün bahçedeki üç elma ağacının ve bu yaşadıklarımın bana neyi anlattığını, neden yaşandığını, görünenin ardındaki görünmeyeni görmüyordum, bilmiyordum. Ama yapılması gerektiğini derinden hissediyordum.
Bugün geçmişimdeki bilgelik dolu yaşanmışlıklarımı, bugünün bilinciyle anlamlandırdıkça, geçmişimi kutsuyorum. Bugünkü ben’e ulaşmak için yaptığım yolculukta, ruhumun yoluma koyduğu işaretleri bulmak çok keyifli. Geçmişime yaptığım her yolculukta topladığım bilgeliklerle günden güne çoğalıyorum. O gün ”neden ben” derken, bugün ”iyi ki ben” diyorum.
İyi ki ben…İyi ki ben…Deyip, bütün yaşanmışlıklarıma şükrediyorum.
Yolumdaki bilgi düğümlerini hazırlayan ruhum, çözümleri de hemen yanı başına bırakmış. Ve ben o çözümleri eninde sonunda bulmuşum. Eninde sonunda bulduklarımı bilmişim. Yaşam tam bir bulmaca ve bulduğunu bilmece oyunu. Önce bul, sonra bil, çözdükçe, bildikçe keyfini çıkar. Bundan daha iyisi olabilir mi ki. Ömür boyu sürecek bir serüven. Yolda yürüdükçe hangi sürpriz işaretlerle karşılacağımı düşünmek, düğüm olacaksa yanı başında çözümün de mutlaka olacağını bilmek, yaşamın kusursuz akışına teslimiyeti de beraberinde getiriyor.
Bulduğumuzu bilmek demiştim. Geçmişimde bulduğum elma ağaçlarını da bildim elbette.
Gökten üç elma düşmüştü yaşam bahçeme. Biri bedenim, biri zihnim, biri ruhumdu. Bahçedeki üç elma ağacıda bedenimin, zihnimin ve ruhumun yansımasıydı. Budama zamanı gelmişti, acilen budama yapılmalıydı ve içimdeki bilge bana bunu, bahçedeki elma ağaçlarını kullanarak, çok güzel yansıtmıştı. Elma ağaçlarında yaptığım budama sonunda bana da sıçramıştı ve ben önce bildiğimden, gördüğümden, bedenimden başlamıştım fazlalıkları budamaya ve arınmaya. Oradan zihnime sıçramış ve en son ruhumada b/ulaşmıştı.
Yapmamız gereken tek şey, kendimizi budamak, arındırmak. Budanmış ve arınmış halimizin yaydığı huzur veren ışık, bizim yaşam bahçemizden başka yaşam bahçelerine bulaşıcı bir şekilde yayılacaktır. Yaydığımız ışığı ve huzuru gören çatı katına koşup, testere, bıçak, ne bulursa ilk adımı atacaktır.
Budamaya kararlı olduğunu gören evren yardıma koşacak, yardımcı gücü ve makası gönderecektir. Ve gerisi kendiliğinden gelecektir. Biz budamayı biliyoruz diye, testereyi, bıçağı ya da makası alıp budanması gerekiyor deyip girişmemize gerek yoktur.
Bırakalım herkes kendi yaşam bahçesindeki üç elmasını, kendi budayarak o büyük hazzı yaşasın. Elleri yanıp tutuşsa, su toplasa bile buna değer.
Gökten üç elma düşmüş her birimizin yaşam bahçesine.
Biri bedenimiz, biri zihnimiz, biri ruhumuz.
Budamak, arındırmak ve meyvelerimizi evrene sunmak yaşam oyunumuz.