Hep bir kurala uyduruyorlar hayatta her seyi, bir mantığa oturtmaya, açıklamaya çalışıyorlar hep. Doğarken bile özgür degiliz aslnda hemen anneden ayrılıyoruz ve yıkanıyoruz yani annemizin yanında yıkanmadan öylece yatmayı dahi seçemiyoruz.
Görüyorsunuz işte aslında daha bebekken, küçücükken baslıyor tanıdık öfkelenme hayata karşı.
Toplum hep şekillendiyor bizi ve sivrilirsen eğer bizden degilsin mesajını veriyor, korkutarak sindiriyor bizleri.
Ne kadar acınası bir yol değil mi?
Sizce insan bir günde bir ömür yaşamış kadar büyüyebilir mi?
Mucize denilen şey aslında hayatın ta kendisi olabilir mi?
Aslında toplum bizim uyanmamımızıistemiyor olabilir mi?
Evet hiç düşündünüz mü bunları?
Neden kendinizi durdurduğunuzu, neden korktuğunuzu?
Toplumla yaşamak, sosyal olmak gerçekten gerekli olabilir. Peki bizi sosyal yapan toplumun aynı zamanda bize göre olmadığını anladığımızda ne yapmalı?
Kaçmalı mı uzaklara?
Uzaklaşmalı mı?
Ya da razı mı olmalı bu kadere?
Sorular bu kadar çokken cevaplar neden bu kadar az diye sormalı mı kendimize?
Gerçekten cevaplayamadığımız o kadar çok soru var ki hayatta..
Sanki milyarlarca yıl yaşasam bile daha öğrenecegim yeni şeyler var gibi geliyor bana.
Ivan Pawlow’ un dedigi gibi ‘Ne kadar bilgili olursan ol her zaman kendine ben cahilim diyecek cesaretin olmalı.’
Evet olmalı.
‘Gerçekten’ cesaretin olmalı.
Hani insanlar önünde kendilerini cesaretliymiş gibi gösteren ama adım atmaktan korkan insanların ‘cesaret’ leri değil kastettiğim.
İste ancak o zaman ‘at gözlüklerini’ atabilirsin gözlerinden.
İste o zaman sen ‘sen’ olursun yeniden.
Her şeyin bir sonu, bir de bası var, diyorlar ya, birçok şey için geçerli bu ama yazmanın yok aslinda sonu.
Yazıyorsun hep. Akıyor zaten kelimeler sana, cümleler sayfalara dönüşüyor sonra. Ellerin yorulunca bırakıyorsun belki ama aslında yazmanın sonu hiç gelmiyor.
Kafandan ya da kalbinden devam ediyorsun yazmaya.
Hani ayrılık günü geldiğinde son kez sevgilinle birkaç cümleyle konusursun ama esas söyleyeceklerin hiç söyleyemediklerin olur ya hani, onun hiç duyamadıkları.
Sen susmazsın, kalbinden konuşursun onunla o seni duyamasa da. İşte bunun gibi bir şey yazmakt da ne kadar yazsan da hep bir şeyler eksik kalır, daha söyleyecek bir çok şey varmış gibi gelir sana ne kadar yazmış olsan da.
Bir de tüm benligimle şunu anladım hayatımda: Bir şey sadece benim açımdan dogru ya da güzel diye güzel ya da doğru olamaz.
Ya da benim açımdan çirkin diye çirkin.
Ben susuyorum diye susmamalı herkes ya da ben konuşuyorum diye konuşmamalı.
Herkes kendisi olmalı yani.
Bugünlerde bir çok filozofun düsüncelerini, savunduklari fikirleri okuyorum.
Ne kadar çok arkasındalar savunduklarının, çoğu ne kadar çok kapalı başka görüşlere.
Felsefede iki büyük hata yapılmış bana göre: Akıllarını çok güzel kullanıp düşüncelerini yazmışlar ama duygudan yoksun bırakmışlar yazılarını. Çok fazla düşüncede boğulmuşlar.
Bir de, görüşlerine çok fazla sarılıp oldukları yerde saymışlar.
Çok değerli müzisyenlerin parçalarını dinledim, çoğu da titretti kalbimi. Ne kadar çok içindeler, dedim müziklerinin , hatta çoğu zaman duygularımı dile getiremedim… Dile getirilmeyen duyguların daha saf kaldıklarını yeni keşfettim.
Onlar çaldıkları enstrüman, notalar, müzik oluyorlardı, eriyorlardı içinde müziğin.
İste hayat da bu bence. Amaç, erimek hayatın içinde.
Felsefeciler akıllarıyla yazıyorlar hep. O yüzden çoğu deliriyor ve çok azı ‘gerçek’ ilhama ulaşabiliyor. Çok fazla konuşuyorlar, çok fazla şey bildiklerini ispatlamaya çalışıyorlar.
Hepsi değil tabii ki kastettiklerim.
Müzisyenlerse çok zeki oluyorlar: İlhamla çalıyorlar parçalarını, bir çoğu içindeki özü buluyor.
Hepsi degil tabi ki kastettiklerim.
Belki de bu hayat , belki gerçekten çok basit.
Delirmemekle delirmek arasındaki çizgi kadar ince bir ayrım kimine göre.
Bana göreyse erkek ve dişi enerjinin ayrımı.
Mesela müzisyenler daha fazla dişi enerjiyle yaşıyorlar, filozoflarsa erkek enerjiyle.
Benim de burada yaptığım şey belki felsefe , belki de bir parça çalmak bu satırlarda.
Belki de yazmak istediklerimin çok azını yazabilmek ve yazamadıklarımı saklamak içimde.
Hayatın anlamını bulmaya çalışmak yerine hayat olmak ve hayatın anlamının aslında bir boşluk olduğunu keşfetmek belki de.
O bosluğu sevgiyle doldurmak esas amacı hayatın.
Evet hayatın amacı sadece bu belki de.
Biliyorum, hayat amacının ne oldugu sorulduğunda herkesin vereceği cevap farklı.
Öyleyse soruyorum size sizin hayat amacınız ne?
Kardelen Ceren Ketenci