Hiç, yalnızca bir gün boyunca bile olsa herkesi olduğu gibi kabul etmeyi, kimseyi yargılamamayı denediniz mi? Çoğumuz için bu çok zor bir şey. Bırakın bir gün boyunca birkaç dakika için bile olsa birilerini yargılamadan edemiyoruz. Eğer düşüncelerimizi gözlemlersek sürekli olarak hem kendimizi hem de başkalarını nasıl yargıladığımızı fark ederiz.
Boyum kısa, kilom fazla, burnum büyük vb gibi kendimizde fiziksel kusur aramak, başkalarının fiziksel kusurlarını görmek, “Ben aptalın tekiyim”, “Değersiz biriyim” gibi sözlerle kendimizi yargılamak, başkalarını düşüncelerinden, yaptıklarından, davranışlarından dolayı yargılamak sürekli yaptığımız şey.
Bu da “dar görüşlü” olmamızdan kaynaklanıyor. İnsanları bütün olarak değil, parçalar halinde görüyoruz. Gördüğümüz parçalar da genellikle olumsuzluk olarak nitelendirdiğimiz şeyler oluyor.
Gün boyunca on kişi hakkımızda olumlu bir kişi de olumsuz bir laf etse, aklımız o olumsuz lafta takılıp kalıyor. Neden? Çünkü kendimizi güzelliklere layık görmüyoruz. Çünkü kendimizi sevmiyoruz. Çünkü kendimizi değerli bulmuyoruz.
Hata bulmak, yaşamımızın bir parçası. Çocukluğumuzdan itibaren okulda, evde her yerde yargılanmaya alışmışız. Güzel bir şey yaptığımızda taktir dolu sözler duymaya alışkın değiliz. “Eleştiri” sözcüğü bile çoğu kişi tarafından hata bulmak olarak yorumlanıyor. Oysa eleştiri sözcüğü bir şeyin objektif değerlendirmesini yapmaktır. Güzel sözler içeren olumlu tepkileri ise “iltifat” yani sahte övmeler olarak değerlendiriyoruz. Hatta biri bize güzel bir söz söylese, “Bu bir iltifat değil, gerçek” diye açıklama ihtiyacı duyuyor.
Geçen gün durakta yanımdaki genç kıza erkek arkadaşı elbisesinin kendisine çok yakıştığını söyledi. Genç kız kızararak “Yok canım, yeni değil zaten” yanıtını verdi. Elbisenin yeni olduğu her halinden belliydi ve gerçekten çok güzeldi. Oysa bu genç kız kendine yeterince güvenseydi yanıtı, “Teşekkür ederim. Ben de beğeniyorum” olabilirdi.
İnsanların çoğu kendilerini diğer insanlardan daha az yetenekli, daha az cazip, daha az güçlü olarak görür ve aşağılık duygusuna kapılırlar. Ya da tam tersi olur, eksikliklerini örtbas etmek amacıyla böbürlenirler, üstünlük taslarlar. Aşağılık duygusu da, üstünlük duygusu da eksiklik duygularını değişik şekilde ifade etme biçimidir. Özünde aynı şeydir.
Bu duyguların kökeninde kendini değerli bulmamak yatar. Kendini değerli bulmayan insan da ya başkalarında hata bularak geçici bile olsa egosunun üstünlük duymasını sağlar ya da kendisini kurban olarak hisseder.
Başkalarının sizi değerli bulmasını mı istiyorsunuz? Önce siz başkalarına değer verin. Başkalarından sevgi mi bekliyorsunuz? Önce siz sevin.
Dünyaya ne verirsek bize geri gelen o oluyor.
Dünyaya korku dolu gözlerle bakarak herkesten bir tehlike geleceği beklentisi içinde yaşıyorsak yaşamımızdaki her şey de düşüncelerimiz doğrultusunda gerçekleşiyor. Yani korktuklarımız başımıza geliyor.
Dünyayı, insanları sevecen bir şekilde algılıyorsak, her şey yine düşüncelerimiz doğrultusunda oluyor.
Yaşamımızdan memnun değilsek düşüncelerimizi gözden geçirelim. Düşüncelerimizde başkalarını suçlamanın ağırlıkta olduğunu göreceğiz.
İnsanlar size çekilmiyorsa, sizinle birlikte olmaktan haz almıyorsa nedeni, kafanızdaki düşüncelerinizin yarattığı duyguların negatif enerjisidir.
Düşüncelerinizi değiştirin, yaşamınızın değiştiğini göreceksiniz. Yarınınızı bilmek için falcılara gitmenize gerek yok. Yalnızca bugünkü düşüncelerinizi gözlemeniz yeterli. Çünkü yarınınızı yaratan düşüncelerinizdir. Yaşamınızdaki her şeyin sorumlusu sizsiniz. Bu sorumluluğu kabul ettiğiniz an, değiştirmek için bir şeyler yapabilirsiniz. Ama, “Hayır! Yaşamımın sorumlusu ben değilim. Başıma gelenleri ben yaratmadım. ‘Onlar’ yarattı. İçinde bulunduğum durumun, sorunumun nedeni ben değilim” diye düşünmeyi seçerseniz, yapacak bir şey yoktur.
Kaderinizin başkalarının elinde olduğunu düşündüğünüz sürece asla kendinizin efendisi olamazsınız.
Nil Gün’ün Kuraldışı ve Ötesi kitabından alıntıdır.