Siz hiç akşam saatlerinde trenle Göztepe’den geçtiniz mi?
Geçip de hüzünlü bir yalnızlık gördünüz mü?
Yani, bu dünyaya ait olmayan yüzünü duvakla örtmüş gencecik bir annenin, küçücük çocuğuyla yıllardır orada oluşunu diyorum?
Hep aynı yaşta ve aynı yerde olmanın hüznünü yani, gördünüz mü demek istiyorum?
Botıcelli’nin tablolarından fırlamış gibi duru ve mahzun yüzlü o genç anne, yıllardır çocuğunun elini orada, o bekleyişte sımsıkı tutmuş, ama hiç yorulmamıştır.
Beklenen, belli ki gelmemiştir bir türlü!
İstasyona her giren trenle çocuk, küçük yüzünü gökyüzüne diker ve der ki:
“Top buyut oyayınm mı anne?!
“Nasıl?!”
“Yuvayyana yuvayyana! Havada biy top buyut oysam ne güzey payasız doyaşıydım dünyayı…”
Çocuğu her böyle dediğinde, kendisi de bir çocuk kadar kırılgan ve korunaksız olan kadının sol omzunda denizle buluşmak üzere olan güneşi, sağ omzundaysa dağları örtmüş gri bulutları görürsünüz.
Canınız sıkılır!
Gelmeyecek olanı bekleyenlerin o iç burucu, hüzünlü uysallığı, masum ve ürkek bakışlı genç annenin her tarafını kaplamıştır.
Ve rüzgar, Medusa’nın yılan saçları gibi kıvrım kıvrım gezinmektedir ortalıkta…
Aslında çıkmayı hiç istemediği bu yolculukta, hüzne bulanmıştır genç kadının ruhu; sık sık çözülüp etrafa yayılır onlar…
O çözülmelerde ya her şey birdenbire çok uzağına düşer onların, ya da onlar her şeyin çok uzağında duruyormuş gibi gelir insana…
Belli ki hayat, sözünü geçirirken onları da parçalayıp yaralamış, umutlarını incitmiştir!..
Sıcak sarılarda üşüyüp yorulanların seçtiği o soğuk, o floresanlı istasyonda, sanki zamanı hep kaçırmış, sanki başka seslere kendilerini hep kapamış gibidirler…
Oysa ki bekledikleri, yüreğe işleyen mazlumluklarına güle güle diyebilecekleri bir trendir hepsi bu; ama hiç gelmemiştir beklenen!
Genç kadını oraya, o istasyona hükümlü kılan şey, son yürek sızısıdır.
O ise, son yürek sızısının “Balım kızıdır” ve şu cümleleri sayıklamaktadır yıllardır:
“Biz iyi gözlere bakalım, iyi ve güzel söze… Duru yüreğe, sevgiye, insan sevgisine! Söyle bana, neden hep tanrı aşkı için derler de insan aşkı için demezler? Ayıp mı insanın insana aşkını söyleyip şiirleştirmesi? İnsanın insanı sevmesi, insanın tanrıyı sevmesi kadar kutsal değil midir? Alemin sırrı sevgiden geçmez mi!?”
İşte onun nazlı ama kaprissiz sayfalarında, hem bu cümlelerin hem de yolu olmayan vadilerin yorgunluğu durmaktadır.
Uzun zamandır kimselerin aşk olup giremediği yüreğinin kuytuluklarına o yorgunlukların yağmurları inmiştir ve içindeki bir yerler, Zap suyu gibi gürül gürül akmaktadır!
Tabii ki onun da nur topu gibi (!) hikayeleri olmuştur; yüreğe ve beyne yönelmeyen okları yüzünden içindeki tüm suları kurutan ve herkesinkine benzeyen hikayeleri!..
Ahh o hikayeler ki; yanlış ve ilkel duyguların gözlerin şakağına bakılarak haykırıldığı ve de, insanın melankolik yorgunluklara salındığı!!
İşte o gencecik anne o istasyonda donup kalmayı, biraz da uzak zamanlara taşımak istemediği o hikayeleri temize çekip unutmak için seçmiş ve demiştir ki:
“Acıyı ben çektiririm kendime başkaları değil!”
Bu sözleri edip kendisini o istasyona mahkum ettiği o günden sonra o, o istasyonun yüreklerde kutsanan asil ve mahzun ikonası oldu o…
Oradan hemen her geçişimde onunla göz göze gelirim.
Bundan cesaret alarak, bir gün inip dedim ki ona:
“Tutkuyu öldürmüş, yok etmişsin sen; gör ki bir katilsin artık! Boz bu sessizliği ve kırgınlığı, uzatma daha fazla…”
Tam cevap vermeye hazırlanıyordu ki, koca deniz Ege iştahla kendisini onun ayaklarına sermez mi!?
Şaşırmıştım ve şaşkınlığımın içine şu cümleleri düşmüştü:
“Penelope olmamak ve aşklarımın kesiklerinin kanında boğulmamak için ıslah ettim içimdeki yoğunluğu ben. Artık çift olmayı sevmiyor ve istemiyorum. Senin sandığın gibi de, eksilmiş filan değilim! Çünkü son yürek sızımı son kez yolcularken demiştim ki ona ben: Evet, senin ilk gidişinde yaşam durmuştu. Şimdi sen geldin, yeniden yaşamaya başladım ben. Ve senin aşkın, dünyayı içine alacak kadar geniş. Ama benim aşkım küçük kalır, senin bu koca dünyanı dolduramaz. Sen yolunda yürü. Zaten bir yerde kalıcı, bir yerde durucu olamazsın. Şimdi gözlerimin içine bak iyice; geriye kalan her şey orada. Oku, sonra da duvağımı ört!“
Birdenbire fark ettim ki, çocuğu yok artık yanında?!
Elindeki rengarenk balonlarla, dalmayı düşlediği panayırlara doğru, umutlu bir sevinçle, sekerek gidiyordu; çok uzaklaşmış olmasına rağmen gördüm…
Eğer yolunuz düşer de geçerseniz bir gün o istasyondan, siz de inin trenden ve onu ikna etmeye çalışın lütfen; belki ikna olur!