Bir yıldız kayarken onun sesini duymayı,
Yağmurun kokusuyla tadının aynı olmasını,
Üzümün çekirdeğinin hafif acı tadının yerini daha bademsi bir tadın almasını,
Wikipedia’nın elle tutulur gerçek bir ansiklopedi olmasını ama yeni bilgiler eklenirken aynı kalınlığı hep korumasını,
Michael Ende’nin Momo’suyla suya dalıp deniz kabukları aramayı,
Küçük Prens’le sokak çocuklarının istop oynamasını izlemeyi,
Ben 6 aylıkken vefat eden dedemin bana “Üftade” deyişini yeniden duymayı,
Bir karahindibayı üfledikten sonra dağılan tohumlarının ağır çekim yeniden yerine geri dönmesini,
Herkesin bebekken olan o kokusunu bir yerlerde saklayabilmesini,
Metrobüste giderken o ciddi, mutsuz insanların bir anda dans etmeye başlamasını,
İstediğim zaman gökten bir disko topu indirip müziği sonuna kadar açabilmeyi,
Bir yaprağın ağaçtan düşmeye karar verdiği o ilk ana şahit olmayı,
Bir yağmurun ilk damlasını görebilmeyi,
Afrika’da özgür bir aslanın gözlerinin içine bakmayı,
Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum” dediklerini bir akşamüstünde oturup ondan dinlemeyi ve “Anlatamadıklarını” anlamayı,
Hitler’in yapacağı her şey zihnine düştüğü o anda hafifçe omzuna dokunup “Emin misin?” diye sorabilmeyi,
Kahlo ve Marquez beraber bir kitap yazarken aynı odada çayımı yudumlamayı,
Elmaya ilk kez “Elma” diyen o kadınla tanışmayı,
Behçet Necatigil “Sevgileri yarınlara bıraktık” derken yarına bıraktığı hangi sevgiyi düşündüğünü bilmeyi,
Amazon’da yağmur ormanında bir kurbağayı öpmeyi ve sonra halime gülmeyi,
Bir kelebek bambaşka bir kıtada kanatlarını çırptığında ittiği hava moleküllerini takip edebilmeyi,
Bir Karaköy vapurunda simit peşinde koşuşturan tüm martıların Martı Jonathan Livingston’u takip ederek daha yükseğe uçmayı denemesini,
Lewis Carroll gibi kendi Alice’imi bulmayı,
Einstein’la bilim dışında her şeyden sohbet etmeyi,
Nuh’un gemisinin gerçekten var olmasını ve onunla içindeki tüm canlılarla beraber seyahat etmeyi,
Bir de Yunan Tanrılarından Athena’nın gerçekten var olmuş olmasını ve onunla bilgiden ve de savaştan değil de aşktan konuşmayı,
isterdim.
Bazen sakince durup gerçekliğimizin dışındaki ufacık hayallerden keyif alabilir miyiz?
Billur Bektaş
NOT: Bu yazıyı yazdıktan tam bir ay sonra gittiğim TEDx İstanbul etkinliğinde Emin Çapa’nın konuşması sırasında çok uzak sandığım ufacık bir hayal gerçek oldu bile. “İsterdim”lerimden ilki belki de en imkansız geleniydi bana. Ancak ben dün bir yıldızın sesini duydum. Şayet HAYAL bir tohumsa GERÇEK de o tohumdan büyüyen ağaçtan kopardığın meyvenin kokusuysa MERAK tohumu özgür kılan o ilk su damlası olmalı.
Bu ise farklı yıldızların sesi.