Ekim 2010
Karşımdaydı, gırtlağında düğümlenmiş kelimeleri ile gözyaşlarına boğulmak üzereydi. Titreyen dudaklarına ve yüzündeki gölgeye takılı kaldım. Acısını paylaşıyordum, öte yandan içimde tuhaf bir sevinç de vardı, nedenini anlayamıyordum.
Aslında onun bu konuda konuşabileceğini hiç sanmazdım. Neden sevindiğimi anladım, çünkü artık duygularını yaşayabiliyordu. Yıllardır kemiklerinde donup kalmış ve onu bedensel acılara sürüklemiş olan nefreti şimdi zangır zangır omuzlarını titreterek, gözlerini eğerek, yumruklarını sıkarak dışarı çıkıyordu. Affedemiyordu anne babasını, öfkeliydi. Onlarla yaşadığı birkaç öfke patlamasında da anlamıştı ki karşısında duvar vardı; mesajı ulaşmıyor, o hain duvar üzerine tek bir çentik bile attırmıyordu.
Kendisi sıcacık bir yuva kurmuş olsa da içten içe annesinden bir aferin duymayı arzuluyordu. Ama artık annesi yoktu. Karşısında kendi travmasıyla çocukluğunun hapishanesine geri dönmüş yaşlı bir kadın vardı.
Gözlerinin önünden eski anılarının tazece geçmekte olduğunu hissediyordum. Hiç olmayan bir annenin yası maalesef tutulamıyor, öfkesi atılamıyordu.
“Beni anlamalarını istiyorum” dedi. “Ne yaptıklarını bilsinler, kabul etsinler” diye feryat etti. Onu o kadar iyi anlıyordum ki… Öte yandan biliyordum da, bu sözleri duyma ihtimali pek de yüksek değildi.
Anlaşılmak istemesinde haklıydı, öte yandan böyle giderse hiç yaşamamış gibi ölecek olan affedemediği bu kişi neyi anlayabilir, ne için özür dileyebilirdi.
Konuşmanın sonunda paylaşmış ve anlaşılmış hissetmenin rahatlığıyla daha umut doluydu sesi. “Dur bakalım, belki çözülür bir şeyler, belli mi olur?” dedi. Bir kardelen gibi en ağır şartlarda dahi böylesine umut açabilmesi yüreğime dokunmuştu. Sarıldım, içimi sevgi kapladı, kıyamadım, ne güzeldi kalbi. İyi ki varsın dedi, seni seviyorum dedim.
Eve dönüş yolunda kendimle konuştum. Bunca yıldır bireysel gelişim soluyarak kendimi belli bir bilince getirmeme rağmen benim de affedemediğim insanlar vardı. Hal böyleyken, bu küçük masum kadın nasıl kolaylıkla affedebilecekti…
Neden yaşamda bu kadar acı çeken insan var? Senin yarattığın negatif duygulardan oluşan bulutun genişliği ne kadar olurdu? Böyle bir havayı solumak nasıl bir duygu? Neden hayatta bu kadar şiddet var; duygusal şiddet, cinsel şiddet, fiziksel şiddet…
Nil Gün’ün Derin Affediş Meditasyonu CD’sinden aklıma gelen dizelerdi bunlar. Ben de affetmeyerek belki “affetmeme” ve “affedilmemeyi seçme” kavramlarını güçlendiriyor, insanları bu yönde etkiliyor olabilirdim.
Ben hayatımda bir kez affedilmiştim, bu aldığım en güzel hediyeydi ve beni daha iyi bir insan yapmıştı.
Halil Cibran’ın, Kötü insan, acı çeken iyi insandan başka nedir ki… dizesini hatırladım.
Kendi acımızla yüzleşip duygularımızın sorumluluğunu üstlendiğimiz ölçüde özgürleşiyoruz. Yaşamın da amacı bu değil mi zaten, biz değil miyiz acıdan geçmek yoluyla sevgiyi öğrenmeyi seçen?
Sevginin tohumunu bir gün bir yerde yeşermesi için toprağa ekebiliriz.
Ne de olsa hepimiz aynı toprakta birer kardelen değil miyiz…