Başta unuttum ne varsa. İnsan olduğumu hatırlatan ne varsa! Fark ettim ki en başta onlar engelliyorlardı benim gelişmemi, yeni bir yere, yeni bir hayata varmamı, kendimi yenilememi .
Meditasyon yapareken olduğu gibi, oturuluyor ve her şey, ama her şey unutuluyor. Bir kenara konuluyor. Zira onlar kafada iken, yeni bir şey ne fark edilebilir, ne de yeni bir şey yaşanılabilir.
İnsan olduğumu unutmak; en başta biyolojik olarak burada yaşadığımı unutmaktır. Sonra psikolojik olarak kendimi unutmak. Ve ardından sosyolojik olarak burada olduğumu, artık hatırlamamaktır.
Ben bir adada tek başıma doğsam bu tanımlar yine olacak mıydı ki? Elbette hepsi de öğretilmiş yani benim kafama oradan buradan sokulmuş fikirler safsatalar. Onlar yüzünden bir türlü kendi öz gerçeklerime kendi öz değerlerime, kendimi fark etmemi sağlayacak o saf duygularıma ulaşamıyorum. Onlara ulaşmadan, ne gerçekten bir şeyler yaparak, sağlam adımlar atmak mümkün, ne de gerçekten “kendimin” diyebileceğim hayatı yaşamak.
O tanımlamalar nelerdir?
O, beni sınırlayan, içimi sıkan, istediğim an kendi duygularımı, istediğim gibi hissetmemi engelleyen, ve istediğim an gemimin dümenini istediğim yöne çevirmemi engelleyen tanımlamalar.
Bir süre sonra o kadar içselleşiyor ki o sınırlayıcı değerlerler, artık o zamandan sonra hepsini kendim sanıyorum, orada duruyorum…
Birazcık farkındalık kazanınca hepsini görme fırsatı doğuveriyor.
Yeni bir ufuk doğuyor, yeni bir güneş, yeni duygular ve yeni bir yaşam.
En aldatıcı olan da belki de hayatın şu sürekliliği. Her ne kadar hayatın bu sürekliği (sebep-sonuç ilişkileri) bizim gelişmemizi sağlayan, bir çok şeyi başarmamızı sağlasa da; bazı önemli noktalarda gerçekten ayağımıza bağ olup kalıyor ve hatta bazen bizi olduğumuz yere gömüyor.
Kendi gerçekliğimiz, artık bize hizmet etmekten çıkıp, bizim yeni bir şeyleri keşfetmemize engel olan duvarlar haline geliyor.
Adeta kendimizi korumak için ördüğümüz duvarlar bir süre sonra aşılması imkansız gibi gözüken sınırlar olarak karşımıza çıkıyor.
Bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu var… O da ta en başta kendimi, tanımlanabilen bir şey olarak varsaymamak.
Ne gariptir ki kendime ve insanlara baktığımda hep şunu görürüm. Her şeyi yaparız. Her şeyi ederiz. Ama bu bizi neden kısıtlasın ki? Neden tanımlasın ki? Ama hep böyle olur. Biz kendi kendimize bu izni veririz; kendi yaptıklarımızla ya da yapamadıklarımızla kendi kendimizi tanımlama iznini veririz. Veririz de sonra oturup hayatımız boyunca bu kendi kendimize oluşturduğumuz yumakları çözmeye uğraşırız. Hem kendimizi yorarız hem başkalarını.
Kendi tanımlamalarımız, kendi kısıtlamalarımız, kendi sınırlamalarımız içinde boğulur gideriz çoğu zaman.
Zorunda hissetmeler, kıskançlıklar, affedememeler, kendine yakıştıramamalar, … bu liste böyle uzar gider. Oysa bir an durup bir kendimizi şöyle rahat bıraksak. Bir, kendimiz olmayı seçsek. Belki sorun diye düşündüğümüz bir çok durum, bir çok insan bir anda sorun olmaktan çıkıp; hayatımızın bir zenginliği, bir çeşnisi haline gelecek. Ama biz o kadar alışmışızdır ki bu sorunlu insan modeline. Çevremizde de yoktur zaten sorunsuz insan değil mi? Kendimize ve başkalarına da “Vur abalıya” yaparız . Amaç, artık üzüm yemekten çok bağcı dövmek olmuştur belki de.
Temelde bakınca mutlu olmak değil midir her insanın esas ereği. Hayattan zevk almak ve hatta zevk vermek. Mutluluğu yaşamak kadar yaşatmak da. Ama bunlar uzak hayaller olarak kalmış sanki. Ya tamamen unutulmuş mutluluk ya da o bile bir standarda oturmuş artık. O da tanımlanmış, o da nasibini almış bu tanımlanmış hayatta.
Mesela, belli bir durumda olan insan mutlu kabul edilmiş. Herkes birbirinin özgünlünü yadsır olmuş. Özgünlüğünü ortaya koyan, bir anda asi ruhlu acayip bir varlık olarak görülür olmuş.
Bunları fark edeli beri, artık yüreğime bir sıkıntı uğramaz oldu. Enerjiler bir başka güzel akıyor. Zaman zaman tanımlama tuzaklarına düşmüyor değilim. Ama bir kez fark ettiniz mi bu sonsuz gerçekliği bir daha olmuyor o dipsiz koyular, o iç sıkan cehennemi durumlar.
Kendi dokunulmazlığınızı hatırladığınız anda, birden o ilahi güce dokunuyor ve çekip çeviriveriyorsunuz kendinizi.
Bize doğuştan verilmiş bu gücü, hiç tereddütsüz kullanmanın rahatlığıyla, yaşamın uçsuz bucaksız güzelliklerini tekrar fark etme mutluğuna geri dönüveriyorsun, hem de hayatında her ne olursa olsun. Ve şükür ki, çok şükür ki Yaradan bizi böyle yaratmış diyiveriyorum içimden…
Umarım, gücüm yettiğince Yaradanın vermiş olduğu bu temel güçle kendime doğru attığım bu adımlar hiç durmaz.
Ve umarım böyle adımlar atmak herkese nasip olur…