Bu sorunun cevabı aşikâr gibi görünse de yıllar içinde kendilerini kaybetmenin neden sorunlu olduğunu anlamakta zorlanan o kadar çok ebeveynle konuştum ki bu konuya değinmek istiyorum.
BU SİZİN İÇİN İYİ DEĞİLDİR. Ne zaman bir patlama yaşasanız sinir sisteminiz alarma geçer, stres hormonlarınız tavana fırlar, bu da bedeninizin hemen her parçasını olumsuz etkiler. Kronik stres tansiyonunuzun artmasına, bağışıklık sisteminizin zayıflamasına, migren ağrıları çekmenize ve iyi uyuyamamanıza neden olabilir. Sık yaşanan patlamalar ve buna bağlı stres uzun vadede sağlık sorunlarına yol açar. Bununla birlikte konu sadece bedeniniz üzerinde oluşan etki değildir. Zamanla patlamalarınız beyninizi resmen yeniden kodlar. Elbette ki olumsuz anlamda… Çocuklarınız karşısında kendinizi kaybettikçe nöral “kendini kaybetme” bağlantılarınız daha da güçlenir ve böylece beyniniz daha çabuk ve kolay çıldırır hale gelir.
Tabii bir de çocuklarınız var ki muhtemelen bu kitabı da onlar için aldınız. Bir an durup en son ne zaman kendinizi kaybettiğinizi düşünün. Çocuklarınız karşısında, işte ya da her neredeyse… Bu korkunç bir histir. Kontrolü kaybetmek korkutucudur. Hem sizi hem de çocuklarınızı utanç, kaygı, yalıtılmışlık, kafa karışıklığıyla baş başa bırakır. Yaşadığınız her patlamada özgüveniniz biraz daha darbe alır ve siz arzu ettiğiniz tarzda ebeveynlik yapma becerinizden şüphe etmeye başlarsınız. Kısacası kendinizi kaybetmeniz çocuklarınızla olan ilişkinize ve kendi ebeveynliğiniz içindeki benlik algınıza zarar verir.
BU ÇOCUKLARINIZ İÇİN İYİ DEĞİLDİR. Sinir krizlerimizin bizi nasıl etkilediğiyle ilgili tüm o söylediklerim çocuklarımız için daha da geçerlidir çünkü onların beyni ve bedeni halen gelişmekte ve stres hormonlarından olumsuz etkilenebilmektedir.
Patlamalarımız çocuklarımızı kaygılı, utanç dolu, korku dolu ve duygusal olarak kopuk bir varoluşa sürükleyebilir. Bu da onların yeni bilgiler öğrenip, öğrendiklerini mevcut bilgilerine entegre etmekte, yeni deneyimlere (bu ister tabaklarındaki yeni bir yemek olsun ister yeni bir okulun ilk günü) uyum sağlamakta ve genel olarak günlük hayatta işlev göstermekte daha da zorlanmalarına yol açar.
Son olarak da şunu söyleyebilirim ki bizler her zaman çocuklarımız için yeni davranış biçimlerinin modeli oluruz ve bu, söz konusu davranış biçimlerinin çocuklarımızın öğrenmesini istediğimiz türde olup olmamasından bağımsız olarak böyledir. Ne zaman kendimizi kaybetsek, bilincinde olmadan çocuklarımızın beynini, okulda ya da evde olan bir olaydan ya da küçük kafalarının ve bedenlerinin içindeki herhangi bir şeyden tetiklendiğinde benzer şekilde davranmak üzere programlıyor oluruz. Bizler tam da çocuklarımızın azaltmasını istediğimiz davranışları sergiler, onların daha sonra hayatta içinde bulunmasını istemeyeceğimiz bir ilişki biçimini modelleriz. (Not: Siz de bu yüzden bu konuda zorluk çekiyor olabilirsiniz. Eğer ebeveynleriniz siz çocukken düzenli olarak çileden çıkmış olan kişilerse, sizi farkında olmadan stresli durumlara benzer tepkiler verecek şekilde eğitmişlerdir. Ancak bu nesiller arası örüntüyü siz kırabilirsiniz.)
SAKİN EBEVEYNLER SAKİN ÇOCUKLAR DEMEKTİR. Bizim ruh halimiz ve enerji seviyemiz evdeki atmosferin niteliğini belirler. Her delirişimizde evimizdeki gerginlik seviyesini yükseltiriz ki bu çok yorucudur ve aile bağlarında kopukluklara sebep olabilir. Öte yandan, ne kadar sakin olursak çocuklarımız da o kadar sakin olurlar. Çocuklarınızın davranışlarından ve enerji seviyesinden yüzde 100 sizin sorumlu olduğunuzu ve Jedi’lara yaraşır zihinsel becerilerinizin her seferinde işe yarayacağını söylemiyorum; fakat çocuklarımızın psikotik hararetine katkıda bulunmaktan kaçınabildiğimiz ölçüde tüm aile için önemli ve fark edilebilir bir değişiklik yaratacağımız kesindir.
Tüm bunları söylemekle birlikte kendini kaybetmenin çekiciliğini hiç anlamıyor değilim. Kendini kaybetmek çabuk ve kolaydır, nispeten çok az düşünce gerektirir, ayrıca hepimiz itiraf edebiliriz ki çocuğa gününü göstermek bazen iyi hissettirir. Başka? Etkili de olabilmektedir. Gibi. Birkaç dakikalığına. Yeteri sıklıkta çocuklarınızın ödünü koparmak yoluyla -bir daha sizi sinirlendirmemek için- siz ne derseniz yapmalarını sağlamanız da kesinlikle mümkündür. Bununla birlikte birinin yanında hep diken üzerinde olup her hareketine dikkat etmek ona saygı duymakla aynı şey değildir ve çocuğunuz kendi zaman ve mekânı üzerinde biraz olsun kontrol sahibi olacak kadar büyür büyümez siz tepkisel, öngörülemez patronunuza nasıl karşılık veriyorsanız o da size öyle karşılık verecektir: KAÇINARAK. Çocuğunuz sizden bu şekilde koptuğunda ebeveynlik çok daha zor ve daha az keyifli hale gelir. Bir ilişkiyi tamir etmek her zaman mümkün olsa da kendinize böyle bir zorluk çıkarmanıza hiç gerek yoktur.
Ebeveynlik güven üzerine bina edilir ve bu özellikle çocuklar için aldatmacalı bir konudur. Çocuklar ebeveynlerine güvenmek üzere programlanmışlardır çünkü onları koruması gereken kişiler biziz. Durum böyle olunca karşılarında kendimizi kaybetmemiz onların kendini suçlamasıyla sonuçlanır. Zira bu çocukların hayatta kalmasını sağlayıp onlara bakan kişiyi sorgulamaktan ya da bu kişiden şüphe etmekten daha kolaydır. Böylece zamanla çocuklar sadece kötü davranışı tolere etmekle kalmaz kendine kötü davranılmasına dair bir beklenti içinde olmaya ve kendine kötü davranıldığında bunun için kendini suçlamaya başlayabilirler.
Neyse ki bunların hiçbiri yaşanmak zorunda değil. İnsan güvendiği, kendine nazik ve dürüst davranan kişilere saygı duyar. Birine saygı duyuyorsak ona yardım etmek isteriz. Onu mutlu etmek isteriz. Parti çok ama çok harika olsa bile hemen eve dönmek isteriz. (Tamam, bu tümüyle yalan. Çocuklarınız o havalı partiden ayrılmak istemezler. Bununla birlikte evin kapısından girdikleri anda nefeslerindeki ucuz bira kokusundan dolayı azarlanmayacaklarını bilirlerse, partiden ayrılmak istemedikleri halde kalkıp eve gelme ve onlara esrar teklif eden adamdan ve bu konuda ne yaptıklarından size bahsetme olasılıkları artar.)
Gerçek şu ki çocuklarımız söylediklerimizden ziyade yaptıklarımızdan ders alırlar ve onların küçük çocuksu beyinleri bizim akıllıca ebeveynlik hamlelerimizle korkunç, tepkisel olanlar arasında bir ayrım yapmaz. Kendimizi her kaybedişimizde çocuklara öğrettiğimiz şey, onlara bıraktırmaya çalıştığımız şey olur. Üstelik beyinlerini öyle programlarız ki sükûnet içinde olup bize güven duymak yerine aynı davranışı sürdürme olasılıkları artar.