“Şüphe engelleri görür,
İnanmak yolu.
Şüphe en karanlık geceyi görür,
İnanmak aydınlığı.
Şüphe adım atmaya korkar,
İnanmak yükseklere kanat açar.
Şüphe sorar, “Kim inanır ki?”
İnanmak yanıtlar,
“BEN”
(Anonim)
İnsanların çoğu hayatın anlamı nedir sorusunu sorar durur. Ama bu sorudan daha önemli bir soru var.
“Benim hayatımın anlamı ne?”
Hayatımız, dünyayı cennete çevirmek için katkıda bulunmakla anlam kazanır.
Dünyayı cennete çevirmek için bize düşen pay, insanların yüzüne tebessüm kondurmak, hızla kirlenen dünyayı temizlemek için bir adım atmak, yardıma muhtaç bir insanın ayağa kalkıp kendi gücünü kazanmasına katkıda bulunmak, hayvanları korumak, insanlığın yararına bir keşif yapmak, bir çocuğun gözlerine güven ışığını koymak, bir insanın kendi amacını gerçekleştirmesi için ona destek vermek, kültür ve sanatla insanlığa yararlı olmak olabilir.
Önemli olan, bütünün senin varlığından bir şekilde yararlanmasıdır. Doğmanla doğmaman arasında bir fark olmasıdır. Bunun ön koşulu kendi hayatımızı doyumla yaşamayı başarabilmektir.
Kimin hayatını yaşıyorsun sen?
Kendi hayatını mı?
Ananın babanın, toplumun, çevrenin sana uygun gördüğü hayatı mı?
İşinden, eşinden ne kadar doyumlusun?
Sadece para kazanmak için mi çalışıyorsun?
Yaptığın işle bütüne katkıda bulunmanın, yararlı bir insan olmanın hazzını yaşıyor musun?
Eşinle, sevgilinle neden birliktesin? Yalnızlığını paylaşmak için mi? Daha iyisi hayatında olmadığı için mi? Birbirinizi geliştirdiğiniz, birbirinizi sevdiğiniz ve saydığınız için mi?
Çaresiz misin? Çarenin sadece sende olduğunu ne zaman fark edeceksin? Ne zaman mı? Kendini tanımanın önceliğin olduğunu fark ettiğinde.
Kaç kişi sana “İyi ki varsın” dedi bugüne kadar?
Kaç kişinin hayatında fark yarattın?
Başkalarının hayatında fark yarattığımız kadar değerli hissederiz kendimizi.
Değerli insan, başkalarına sunacağı değerli şeylere sahip olan insandır.
Etrafındaki insanlar fikirlerine ne kadar değer veriyor?
Yaptıklarına ne kadar değer veriyor?
Yaratıcılığına ve üretkenliğine ne kadar değer veriyor?
Seninle paylaştıkları zamana ne kadar değer veriyor?
Varlığına ne kadar değer veriyor?
En zor anında senin yardımına kaç kişi koşardı?
Sen insanların yaşamında boşluk dolduran mısın? Gittiğinde boşluk yaratan mısın?
Sen dünyayı ne kadar seviyorsun? Dünya seni ne kadar seviyor?
Nereye gidersen git, kendini de beraberinde götürüyorsun. Prozac kültüründe, mutsuzluktan kaçmak için yutulan haplarla kendimizden kaçamıyoruz.
Günümüz dünyasında insanlar kendilerinden kaçmak için her türlü yolu deniyor. Aşırı yemek, alkol, uyuşturucu/uyarıcı, seks, iş, para, sonu gelmez aktiviteler, moda, lüks yaşam, boş eğlenceler… Tüketim endüstrisi insanların kendilerinden kaçma arzularına hitap ediyor.
Hap çözüm yok, yok, yok.
Kendi huzur, haz ve doyumunu kendin yaratmak zorundasın ve bu mutluluk iç kaynaklı olmalı. Zaten dış kaynaklı, enjekte mutluluk yok ki. Tabii bu, emek ve çaba gerektiriyor. Bu, kendini tanımak anlamına geliyor. Arzularının, yeteneklerinin, potansiyelinin, şefkatinin, sevginin farkında olmak anlamına geliyor.
Kendini daha iyi tanıdıkça kendini daha derinden sevmeyi öğrenirsin.
Arkadaşlarından ayrılabilirsin, ilişkilerine son verebilirsin, hatta ailenle tüm bağlarını koparabilirsin. Ama kendinden kaçamazsın. Çünkü nereye gidersen git, kendini de oraya götüreceksin. Doğumdan ölüme kadar her an kendinle birlikte yaşamak gibi bir zorunluluk var yaşam denilen oyunda.
Kendini daha derinden nasıl seveceğini öğrenmeyi en öncelikli amacın haline getirmek bilinçli insanların yaptığı bir seçimdir.
Kendine harika bir hayat yaratmak sana bağlı. Sadece sana. Ölüme beş dakika kala “harika bir hayat geçirdim” diyebilen insan ölümden de korkmaz. Çünkü yaşamının hakkını vererek yaşamıştır. Ne hayat ona borçludur ne de o hayata. İçindeki şamanla ilişkiye geçtiğinde hayatın her anının bir amacı olduğunu da bilirsin.
Hata yok, tesadüf yok, yaşadığımız her olay bize armağanıyla geliyor.
İşte, bütün mesele bunu görebilmek.
Sevgiyle Hoşça ol.
Nil Gün